Alışageldiğimiz, olağanlaşmış yapılar, kurumlar ve ilişkiler kendini yeniden üretemediğinde ortaya çıkan siyasal krizler olağanüstü siyaseti dayatır. Krizi aşmakla gerekçelendirilen olağanüstü siyaset, ya toplumsal ve siyasal alanı yeniden yapılandırarak yeni bir olağan siyaset döneminin önünü açar, ya da dağıtıcı bir işlev görerek, daha derin toplumsal ve siyasal krizlerin müsebbibi olur.

Olağan siyasetin tıkanıp krize dönüştüğü bir ortamda iktidara gelen AKP’nin direksiyonunda olduğu olağanüstü siyaset Türkiye’yi bu ikinci mecraya, felaket senaryosuna doğru hızla sürüklüyor. AKP’nin yıkıcı siyasetinin Türkiyesi vidaları sökülmüş, yokuş aşağı freni tutmayan, giderek hızlanırken tel tel dökülen bir arabaya benziyor.

Ana muhalefet partisi CHP’nin yanı sıra MHP de bu olağanüstü siyaset anlayışı karşısında olağan siyasete dönüşü öne çıkararak, muhalefet yapmaya çalışıyor. Ancak bu “frenleme stratejisi” işlemiyor ve işlemeyecek. Böylesi bir konumlanma olağanüstü dönem siyasetinin mantığına aykırı; krizler ancak olağanüstü siyasetle aşılır.

Olağanüstü siyaset büyük ölçüde karizmatik siyasettir. Özü itibariyle topluma içine düştüğü çukurdan çıkış sözü verir. Bir heyecanı, yeni bir başlangıcı, yeni bir örgütlenmeyi, yeni bir yaşamı temsil eder. Sözü verilen bu heyecan, başlangıç, örgütlenme ve yaşam toplumda karşılık bulmaya başladığında siyasetin çekici gücü haline gelirsiniz.

Karizma kavramının talihsizliği büyük ölçüde liderlikle özdeşleştirilmesindendir. Bu özdeşleştirmenin haklı nedenleri var; Mustafa Kemal karizmatik bir liderdi. Ecevit de öyle. Denizler, Mahirler solun karizmatik liderleriydi. Sağda da benzer türden liderler bulabilirsiniz. Karizması çizilmeye başlayan Erdoğan da bu gruba dahil edilebilir. Bu liderlerin ortak noktası dönüştürücü bir siyaseti öne çıkarmalarıydı.

Karizmatik siyasetin liderliği öne çıkaran algısı nedeniyle sol karizmatik siyasete mesafeli duruyor. Gezi sonrasında bu algı daha da güçlendi. Gezi’ye sahip çıkan Birleşik Haziran Hareketi etrafında bir araya gelen güçleri birleştiren en önemli öğe lideri vurgulayan yukarıdan aşağı bir örgütlenme ve siyaset anlayışına mesafeli durmaları. Gezi deneyimi bu kesimler için aşağıdan yukarı bir örgütlenme modelini öne çıkarmış bulunuyor.

Ancak ortada karizmatik siyasete yönelik önemli bir yanlış anlama sorunu var. Karizmatik siyaset kavramını detaylı biçimde tartışan Max Weber’in özellikle erken çalışmalarında karizmatik siyasetin merkezinde lider değil, hareketin kendisi vardır. O yüzden Weber altını çizerek karizmatik hareketlerden söz eder.

Weber’in ele aldığı karizmatik hareket örnekleri, Hıristiyanlık içinde hâkim iktidar yapılarının bozulup meşruiyetlerini yitirme sorunu yaşamaları karşısında kilisenin hâkimiyetine meydan okuyan, yeni bir kuruluş sözü veren alternatif dini akımlar olarak doğmuşlardır. Hegemonik dini yapıya karşı alternatif bir odak oluşturabildikleri ölçüde söz konusu dini hareketler karizmatik hale gelmişlerdir. Yarattıkları heyecan ve çekim güçleri liderden değil, hareketin bedeninden kaynaklanır.

Gezi Direnişi de bu tür bir karizmatik hareket olarak doğdu. Yarattığı heyecan ileri sürülen talepler kadar, hareketin bir araya geliş biçimi ve mevcut iktidar yapılarını tümüyle reddetmesinden de kaynaklandı.

Ancak Weber’in de altını çizdiği gibi karizmatik siyasetin çekim merkezi olabilme özelliği krizin kaynağındaki iktidara alternatif olabilecek bir yeniliği temsil etmesiyle yakından ilişkilidir. Bu yenilik krizden çıkışa yol gösterebildiği ölçüde karizma yeniden üretilebilen, büyüyebilen bir özelliktir; bu başarılamadığı zaman karizma hızla düşüşe geçer.

Gezi’yi sahiplenen Birleşik Haziran Hareketi’nde görülen, örgütlenme konusundaki duyarlılık, yukarıdan aşağıya doğru örgütlenmeye karşı kuşkuculuk, hiyerarşi ve bürokratikleşmeye karşı duruş bir yere kadar anlaşılabilir bir tutumdur. Ancak Birleşik Haziran Hareketi karizmatik siyasetin ana aktörü haline gelecekse, en az bu konular kadar önemli bir başka boyut olağanüstü siyaset koşullarında Türkiye’yi yeniden kuracak bir siyasetin öznesi olmaya aday olması ve buna toplumun geniş kesimlerini inandırmasıdır.

Taleplerini iyi formüle eden, projesi ve söylemiyle topluma ikna edici biçimde “ben bu krizden çıkışı ve yeni toplumsalın kuruluşunu sağlayacak tek gücüm” diyebilen bir strateji sadece karizmatik olmakla kalmayacak, aynı zamanda bürokratikleşmenin panzehirini de üretecektir. Enerjisini bu mecraya yönlendiremeyip başarıyı örgütlenme modeline endeksleyen hareketin karşı karşıya kalacağı en büyük tehlikeyse tam da özellikle kaçındığı bürokratikleşme olacaktır.