Toplumsal ve siyasal yaşamımız, geçmişle karşılaştırıldığında esaslı bir değişime konu oluyor. Geçmişle bir kopuş halini alan bu değişimin en önemli boyutlarından biri normal olanla istisnai olanın yer değiştirmesidir.

Krizleri bugüne kadar normalin yeniden üretilemediği koşullar olarak tanımladık. Kriz, normalin ortadan kalkışı ile yeni bir denge ve normalin ortaya çıkması arasındaki süre ve deneyim olarak kayıtlara geçti. Artık öyle değil! Normal dediğimiz koşulları istisnai olarak deneyimlerken, krizlerin kalıcı olarak yaşamımıza damga vuruşuna şahit oluyoruz.

Geriye dönüp son yirmi yıla baktığımda sürekli bir ekonomik krizi konuştuğumuzu fark ediyorum. Belli aralıklarla ekonomileri vuran krizin ne zaman gerçekleşeceğini uzun süre tartıştıktan sonra anladık ki artık krizler, bu tür şaşalı çöküş anlarından öte bir gerçeklik ve günlük yaşama sirayet etmiş bir süreklilik olarak deneyimleniyor.

Yaşamımıza son iki yıl içinde giren pandemi ve yol açtığı varoluşsal kriz de öyle değil mi? Başlangıç noktasında varsayılan geçicilik algısı yerini virüsle yaşama sanatına bırakmadı mı? Artık hepimiz biliyoruz ki Covid-19 ve akrabaları ile yaşamayı öğrenmek durumundayız.

Aynı durum ekolojik kriz için de geçerli! Müsilajın boğaz geçişi ve Marmara’dan Ege’ye yayılışını görenler karşı karşıya olduğumuz krizin yüzeysel ve geçici değil, derin ve kalıcı olduğunu hızla idrak ediyorlar. Kısaca kriz daha doğrusu çoklu krizler bizim için artık bir yaşam biçimi; bir sabah ya da bir gece yarısı kapımızı çalıyorlar ve öyle ya da böyle tek yönlü bir biletle geldiklerini kısa sürede anlıyoruz.

Bu esaslı değişimin ilgili bir başka önemli boyutu siyasal alanla ilgili! Söz etmiş olduğum krizler karşısında çözümler üretmesi gereken siyasal alanın kendisi de benzer bir kriz gerçekliğinin pençesinde! Siyasal sistemin krizde olmadığı bir anı hatırlayanımız var mı? Böyle, çünkü krizleri çözmek üzere iktidara gelinmiyor artık! Siyasal iktidarlar, kriz yönetmek için talip oluyorlar ve bu nedenle de krizin bir parçası haline geliyorlar. Onlar da tıpkı Covid-19 gibi olabildiğince yayılıp yaşamlarını uzatma derdine düşüyorlar ve tek yönlü bilet almak siyasette iddia sahibi olmak anlamına geliyor.

Bu durum siyasetin doğasını da büyük ölçüde değiştiriyor. Geçmişin siyasal alanı, belli aralıklarla olağanüstülük anlamına gelen askeri müdahalelerle kesintiye uğrar; sonrasında normal siyaset restore edilirdi. Artık öyle olmuyor! 15 Temmuz Darbesi’nin 5. yıl dönümünü idrak ettiğimiz şu günlerde hepimiz biliyoruz ki darbe denilen süreç en fazla AKP iktidarının işine yaradı; bu gerekçe olağanüstülüğün olağanlaştırılmasına ve bugüne kadar sürmesine yol verdi! İktidar yaşamını kriz çözerek değil krizler icat ederek sürdürdü.

Bu durumun siyasi aktörlerin profilini de köklü biçimde değiştirdiğini ekleyelim. Geldiğimiz noktada karizmatik siyasetçinin de hegemonya arayışının da sonunun geldiği kanısındayım. Weber, karizmatik siyasetçinin kriz ortamlarında krizi çözecek aktör olarak ortaya çıktığını ve çıkarıldığını söyler. Oysa günümüz siyasetçisinin başarısı, toplumun değil kendi iktidarının sorunlarını çözebilmekle yani iktidarda kalabilme yetisiyle özdeşleştiriliyor.

Bunun belli ölçülerde bir karizma algısı yarattığı da söylenebilir. Nitekim geçtiğimiz dönemde Erdoğan’ın karşı karşıya kaldığı krizleri başka düzeylerde yarattığı krizlerle çözmesini taktir eden muhalif siyasetçilere şahit oldum. Ancak iktidarını krizler yaratarak sürdüren siyasetçinin toplum üzerine bindirdiği yük ağırlaştıkça karizmatik siyaset kadar hegemonya tesisi de imkansızlaşmaya başlıyor. Torba kanunla "uzatılan" OHAL düzenlemeleri tam da bu nedenle gayet manidar! Devlet Bahçeli tarzı siyasetin son yıllardaki yükselişini de, mafya liderlerinin siyasetin merkezine gelişini de, kayıp silahlar iddiasını da aynı resmin içine yerleştirmekte yarar görüyorum.

Ancak günün sonunda benim neyi nereye yerleştirdiğimin bir önemi yok! Siyasette bu derece radikal değişimin olduğu bir noktada asıl kurumsal muhalefetin bu resmi nasıl gördüğü önemli. Demokrasiye inanıyoruz, bu nedenle oy torbaları tamam da; torba kanun ya da kayıp silahlar konusu bu kadar sessizce geçiştirilecek konular mı?

Benim baktığım yerden mızrak torbaya sığmıyor! Arz ederim.