17. ve 18. yüzyılda Avrupa’da bilim insanlarının, edebiyatçıların, filozofların, sanatçıların bir araya gelecekleri ortamlar yaratılmamış olsaydı yine de aynı bilimsel gelişmelerden bahsedebilir miydik?

Olasılık üzerine kısa bir hikâye: Neden olmasın?
Fotoğraf: Unsplash

Prof. Dr. Doğan KÖKDEMİR*

Ahmet Büke, 2021 yılında yayımlanan ilk romanı Deli İbram Divanı [1] ile adından haklı olarak çok söz ettirdi. Ciddi bir çalışmanın eseri olan bu roman, herhalde uzun bir süre konuşulmaya devam edecek. Ancak bu yazının konusu söz konusu roman değil, yazının konusu, Ahmet Büke’nin basit görünen ama orta ve uzun vadede etkililerinin büyük olacağını düşündüğüm bir önerisi. Romandan bahsedilmesini, bu yazının okuyucularına – henüz romanı okumadılarsa – bir öneri olarak düşünebilirsiniz.


1 Eylül 2022 tarihindeki bir Twitter paylaşımında Ahmet Büke şunu yazdı: “Çocuk ve gençlerin en büyük ihtiyaçlarından biri hem kitap okuyup hem bireysel ve birlikte ders çalışabilecekleri mekânlar. Çoğu kışın yeterince sıcak, yazın serin olmayan, kalabalık evlerde yaşıyor. Böyle kamusal alanların çarpan etkisi var...” Böyle bir uygulamanın, çocukken, okuldan yağmurdan ıslanmış halde eve dönen Muzaffer İzgü’ye, o sırada evde kimse olmadığı için sığındığı kütüphanenin ve oradaki kütüphanecinin, onun yazar olmasına nasıl basamak olduğunu da hatırlatıyor. Büke’nin bahsettiği çarpan etkisinin tipik örneklerinden birisi. Ders çalışmak ya da kitap okumak dediğimizde belki pratik bir sorunun çözülmesine yönelik öneri gibi düşünülebilir. Ancak bilim tarihine baktığımızda da bir arada olmanın, etkileşimin, ortak merak ve çalışma alanlarının paylaşılmasının sadece öğrencilerin hayatına değil genel olarak bilimin gidişatına da ciddi bir etkisi olabiliyor.

17. ve 18. yüzyılda, özellikle Fransa’da, felsefe ve edebiyat alanına meraklı olanların toplandığı “salon”lar vardı. Bu salonlardan birisinin üyesi olan Antoine Gombaud (diğer adıyla Chevalier de Méré), 1650’lerde ortaya bir problem attı:

Aşağıdakilerden hangisinde kazanma olasılığı daha yüksektir?

(A): Hilesiz, 6 yüzlü bir zarın, en fazla 4 kez atılması bu atışlardan birinde 6 gelmesi.

(B): Hilesiz, 6 yüzlü iki zarın, en fazla 24 kez atılması ve bu atışlarından birinde her iki zarın da aynı anda 6 gelmesi (düşeş atmak).

Cevabının ne olduğu tartıştığımız konu açısından birincil öncelikli değil ama merak edenler hangi seçeneğin daha iyi olduğuyla ilgili kısa açıklamayı [3] numaralı notta bulabilirler. Gombound’un sorusunun, Büke’nin bahsettiği çarpan etkisi açısından bir önemi var. Spiegelhalter’in aktardığına göre soru, Paris’teki Mersenne Salonu’na kadar ulaşır ve orada bu soruya ilgi gösteren ilk kişi ünlü filozof Blaise Pascal’dır [4]. İlginç olan (belki de o zaman için o kadar ilginç sayılmaz), Pascal da işin içinden çıkamayınca, soruyu bir mektupla Pierre de Fermat’a iletir. Peki sonuç? Sonuç, olasılık kuramının ilk adımları atılmış olur. Günümüzde, olasılık kuramı dediğimiz şey, istatistikten yapay sinir ağlarına kadar her şey anlamına geliyor.

Doğal olarak aklınıza şu gelebilir. Burada bahsedilen isimler, Gombaud, Pascal ve Fermat, sıradan isimler değil. Tabii ki onların bilimsel anlamda, felsefik olarak, matematiksel düzlemde ya da bunların hepsinde aynı anda bir şeyler üretmesi sürpriz değil. Böyle düşünmekte haklı olabilirsiniz. Ancak bir de olayın tersinden bakalım, eğer 17. ve 18. yüzyılda Avrupa’da entelektüel çevrelerin, bilim insanlarının, edebiyatçıların, filozofların, sanatçıların bir araya gelecekleri ortamlar yaratılmamış olsaydı yine de aynı bilimsel gelişmelerden bahsedebilir miydik? Okul çağındaki çocuğunuzu kitap okumasını istiyorsanız örneğin, çok basit iki kurala dikkat etmeniz başlangıç için yeterli olacaktır: (a) Evinizde kitaplar, mümkünse küçük bir kütüphane olmalı ve (2) siz de okumalısınız. Erişim, buradaki anahtar sözcüğümüz. Çocuklar, gençler, yetişkinler eğer bilgi kaynaklarına rahat ulaşabilirlerse, hatta bu ulaşım onlar için keyifli bir tercih haline getirilebilirse, bu sürecin uzun vadedeki etkileri sandığımızdan daha önemli olacaktır. Merakı yok etmeyen, aksine onu büyüten bir anlayışa ve bu anlayışa destek olacak fiziksel ve sosyal mekânlara şiddetle ihtiyacımız var.

Bilimsel / akademik gelişim şansa (ya da en azından sadece şansa) bağlı değildir. Ülkeyi yönetenlerin, karar alıcıların gençler kendilerini geliştirebilecekleri, kendi meraklarını diğerlerinin meraklarıyla birleştirebilecekleri, fikir ve proje üretebilecekleri, ama sanırım her şeyden önemlisi bunları gönüllü ve keyifle yapabilecekleri ortamların sağlanması gerekir. Belki Paris’teki salonlar şu anda için çok masraflı ve abartılı olabilir ama Büke’nin Twitter paylaşımında önerdiği şey neden olmasın. Olabilir çünkü.

*Başkent Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü

KAYNAKÇA:
[1] Büke A. (2021). Deli İbram Divanı,. Can Yayınları.
[2] Büke, A. [@ahmetbke17]. (2022, September 1). Çocuk ve gençlerin en büyük ihtiyaçlarından biri hem kitap okuyup hem bireysel ve birlikte ders çalışabilecekleri mekânlar. Çoğu kışın yeterince sıcak, yazın serin olmayan, kalabalık evlerde yaşıyor. Böyle kamusal alanların çarpan etkisi var. Yerel yönetimler için görev aslında. [Tweet]. Twitter. https://twitter.com/ahmetbke17/status/1565307866264870912.
[3] Bu tür problemlerde ipucu “hiç kazanamama” olasılığını hesaplamak ve bunu, tüm olasılık evreninden, yani 1.00’den çıkarmak olacaktır. Yukarıdaki örnek için (A)’yı seçip hiç kazanamama olasılığınız (5/6)4 = 0.48, (B) için aynı olasılık (35/36)24 = 0.51’dir. Her iki değeri 1.00’den çıkardığımızda (A)’nın olasılığının 0.52, (B)’nin olasığının ise 0.49 olduğunu buluruz. Yani, (A), daha iyi bir seçenektir.
[4] Spiegelhalter, D. (2019). The art of statistics: Learning from datai. Penguin Books.