İlyas Tunç ‘Herkes İşinde Gücündeydi’ kitabında, Sinoplu filozof Tarzan Kemal’in yaşamına, düşüncelerine ve öğütlerine yer vererek, okuru düşünmeye, sıfatlardan kurtulmaya, rütbelerden uzaklaşmaya ve kendini bulmaya davet ediyor.

Öldüğünde ‘Herkes İşinde Gücündeydi’

Batuhan KÖSE

Sinoplu Diyojen’den Tarzan Kemal’e farklılıkların ve benzerliklerin bir bütün halinde ele alındığı ve okuru kendisiyle yüzleştiren bir kitap, İlyas Tunç’un kaleminden 'Herkes İşinde Gücündeydi'. Davuluyla, çıplaklığıyla ve öğütleriyle akıllarda yer edinen Kemal Koca, diğer adıyla Tarzan Kemal ilginç bir hayat hikâyesine sahip. İlyas Tunç kitabında, Sinoplu filozof Tarzan Kemal’in yaşamına, düşüncelerine ve öğütlerine yer vererek, okuru düşünmeye, sıfatlardan kurtulmaya, rütbelerden uzaklaşmaya ve kendini bulmaya davet ediyor. Biz de İlyas Tunç’la Sinoplu filozof Kemal’in hikâyesini ve okuru nelerin beklediğini konuştuk.

Romanın kahramanı Sinop’un Kemal’inin çıplaklığı konusunda “Size ne be, çıplaksa çıplak!” diyor bir adam diğerine. Giysilerimiz bizi sıfatlarla sararken çıkardığımızda tüm sıfatlardan kurtuluruz. Sıfatlardan kurtulmak ne kazandırır, neyi değiştirir?

Sıfatlardan kurtulmak, her şeyden önce sıradanlaştırır insanı. Sıradanlaşmak ise, bir tür eşitlik duygusuna yol açabilir; bazıları buna makam, rütbe, kariyer, iktidar gibi tutkulardan arınmak da diyebilir. Apoletleriniz söküldüğünde herkes gibi olursunuz. Sinop’un Kemal’inin çıplaklığı bu düzlemde değerlendirilmeli. Kente tayin edilen bürokratları, vali, kaymakam, müdür, müfettiş her neyse, çıplak bir biçimde davul çalarak karşılardı Sinop’un Kemal’i. Bu, ‘bakın siz kravatlı, şık takım elbiselerinizle oradasınız ama ben de işte buradayım’ demektir. Burada olanın; daha doğrusu, otoritenin ötekileştirdiği bireyin savunmasızlığı anlamına gelir Sinop’un Kemal’inin çıplaklığı. Savunmasızlık da masumiyetin ta kendisi değil midir? Sıfatlardan kurtulmak belki bir şey değiştirmez ama bize daha doğal, daha insani, ‘taraf olmayanı bertaraf etmeyen’ bir iletişim kurma becerisi kazandırabilir. Yasalardan, yaptırımlardan, amir-memur ilişkilerinden uzak, özgür bir dildir Kemal’in dili. Otoriteyle arasına koyduğu mesafenin, onu Sinop halkına yaklaştırmasında şaşılacak bir şey yok!

Gönüllere yakın, bulaşıcı, iyileştirici, kuşkusuz, köpeksi bir yalnızlıktı Kemal’in yalnızlığı. Kemal’in yalnızlığı hakkında kullandığınız ifadeler dikkat çekici. Ben de Kemal’le dostmuş gibi hissettim. Ne dersiniz?

Roman kahramanıyla okurun özdeşleşmesi yazarın istediği bir durumdur. Sinop’un Kemali’ne empatiyle yaklaşmanız sevindirdi. Toplumsal dayatmaların dışına çıkan, geleneklerin, inançların, yasaların ötesinde bir yaşam biçimini benimseyen her insan yalnız kalmaya mahkûmdur. Kemal’in yalnızlığının gönüllere yakınlığı, onun kent insanıyla kurduğu dolaysız bağın sonucu. Bağın sağlamlığı ise, psikoloji biliminde ‘kirpi mesafesi’ dediğimiz kavrama ilişkin. Konuştuğu kişiye ne kendi dikenlerini batırıyor Kemal, ne de kendine dikenler batırılmasına izin veriyor. Onun yalansız ve yapmacıksız sıcaklığını hissettiğimiz anda buza kesmiş ruhumuz ısınmaya başlıyor. Isınan ruh, iyileşmiştir. Yalnızlığının köpeksi ya da kinik oluşu, temeline Sinoplu Diyojen’in protest yalnızlığı da karışmış bir harç atılmasından kaynaklanıyor. Sırası gelmişken, Sinop’un Kemal’inin, Sinop kentinde doğması, doğduğu bu kentte yaşaması ve ölmesi nedeniyle, Sinoplu Diyojen’den daha Sinoplu bir kinik olduğunu belirtmeliyim. İnsanların birbirlerine ‘size ne be çıplaksa çıplak’ deyişleri, kendiliğindenmiş gibi görünse de, aslında bizzat Kemal tarafından oluşturulan bir hoşgörü ortamı yaratmıştır kent içinde. 'Herkes İşinde Gücündeydi', aynı zamanda bir kent romanı. Sinop sokaklarında bir yalnız gezer olarak dolaşıyor Kemal ama bir flanör değil. Daha ziyade kentte psikocoğrafi bir gezinti yapan bir gezgin. Hatta, davul ya da mızıka çalan bir performans sanatçısı da diyebiliriz. Mızıkası, yalnızlığını gömdüğü delikli bir kutu; davulu, yalnızlığını dışa vurduğu bir başkaldırı aracı.

"Çıplak çıplak dolaşıp kamu düzenini bozuyordu" dedi amir… Kemal’in son günlerinde ve cenazesinde de “herkes işinde gücündeydi”. Kemal’in böyle bir son hak etmediği ortada. Hatta sevinenler de oldu, çünkü çıplaktı. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

Bu durumu, otorite kavramıyla birlikte düşünmek gerekiyor. Otoritenin en kurumsal, en güçlü biçimi olarak ortaya çıkan devlet, kamu düzenini sağlamak adına her türlü şiddete başvurur. Sinop’un Kemal’inin de, şiddete uğrayıp uğramadığı bilinmese de, bu nedenle rahatsız edildiği olmuştur. Cenaze töreninde çok az kişinin bulunmasına gelince, bunu bir analojiyle dile getirmek isterim. Ressam Bruegel’in “İkarus’un Düşüşü” adlı mitolojik konulu bir tablosu var. Güneşe yaklaştıkça mumdan kanatları eriyen İkarus, sonunda denize düşüp boğuluyor. İkarus’u tablonun en dibine, gözden uzak bir yere yerleştirmiş ressam. Ön planda kırmızı gömlekli bir köylü tarlasını sürüyor, çiftçinin sağ tarafında sırtı denize dönük bir çoban, sağ alt köşede bir balıkçı...

“Kimse İkarus’u görmüyor. Öyle ya, herkes işinde gücünde! Hayatın akışı içinde ölüm, önemsiz bir ayrıntıdır. Çapınız kadar taşırdığınız sularda fırtınalar koparacağınızı mı sandınız? Önce kendi labirentlerinize giriniz; o zaman mumdan kanatlara gerek kalmayacaktır. İkarus’un yanılgısı, önemsiz bir ayrıntıdan ölümsüzlük yaratmaya çalışmasıdır.”

Sinoplu Kemal’in ölümü de İkarus’un ölümünden farksız. Ancak, Kemal’in İkarus gibi mumdan kanatlar takmayı gerektirecek ne hırsı ne de ideali var. Onun idealleri farklı; doğayı korumak, hayvanları sevmek, güneşi kutsamak, şiddetten arınmak, barışçıl olmak. Cenaze törenine katılanları, Nermi Uygur’un felsefi kavramından esinlenerek, Sinoplugiller olarak adlandırdım. Sinoplugiller kavramı, Sinoplu Diyojen’in düşüncelerinden esinlenilerek üretilmiş bir kavram. Mekânsal değil zihinsel bir birlikteliğe işaret ediyor.

Görünüşe göre Kemal sadece Sinop’un Diyojen’i değil aynı zamanda İstanbul’da da bulunmuş. İstanbul’a neden geldi, ne oldu ve burada ne yaptı?

1940’lı yıllarda İstanbul’da Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu’nda okumuş Sinop’un Kemal’i. İyi biliyor İstanbul’u. Kardeşleri ve akrabaları var orada. Beykoz’da, Polonezköy’de, Beşiktaş’ta tanıdıkları var. Vapur kaptanları çok seviyor kendisini. Vapurlarda geceliyor. Bırakın vapurları, sokakları, Beşiktaş’taki Barbaros heykelini bile temizliyor. Haberleri basına yansıyor. Sadece İstanbul mu? 1983’teki Erzurum depremi sonrası Sinop’tan kalkıp oraya gidiyor; ağaç dikmeye. Çevresine topladığı insanlarla birlikte yüzlerce ağaç dikiyor erozyona uğramış topraklara; kendi ifadesiyle, davul eşliğinde güle oynaya. Toros Dağları’na çıktığı da söyleniyor. Yürümeyi seviyor Kemal; Sinop ve kasabalarında arşınlamadığı sokak, cadde, meydan yok. Dağlar, tepeler, denizler, göller; doğadaki her bir kuytu yer her bir açık alan onun mekânı, onun yuvası. Mülkiyet duygusundan arınmış; Sinop’taki konaklarını, sadece fiziksel varlığını koruma amaçlı kullanıyor.