Aslında yazının başlığı uzundu. Zorunlu olarak kısaltılarak verildi. Uzun açılımı şöyle: Öldürücü terbiyevi kasaplık canlı

Aslında yazının başlığı uzundu. Zorunlu olarak kısaltılarak verildi. Uzun açılımı şöyle: Öldürücü terbiyevi kasaplık canlı sığır ithalatı. Öldürücü nitelemesi bilinçli olarak iki nedenle seçildi. İlki söz konusu ithalatın sağlığı tehdit edici yönüne vurgu yapmak, ikincisi et üreticilerinin üretici olarak varlıklarını koruyamayacaklarına dikkat çekmektir.
Kaldı ki, kara mizah örneği sayılabilecek ve toplumsal açıdan acı sonuçlar yaratabilecek bu tür bir olay geçmişte de yaşandı. Hatırlanacaktır, yüksek enflasyonun hayvansal ürünlerdeki fiyat artışlarından kaynaklandığı savıyla 1994 yılından başlayarak söz konusu ürünlerin ithalatındaki gümrük ve fonları düşürülmüş ve 1995 yılının ikinci yarısından itibaren de sıfırlanmıştı. Buna yazında terbiyevi ithalat deniliyor. Kavram, fiyatları yükselttiği varsayılan üreticilerin ithalatla terbiye edileceğini ima ediyor. Yani, ithalat yurt içinde arz fazlası yaratacak (ürün bollaşacak), bu da yükselen mevcut fiyatlar üzerinde aşağıya doğru bir baskı yaratacak ve böylece fiyatları yükselten fırsatçı üreticiler bu olanaklarını yitirecek, çünkü fiyatlar düşmüş olacak.
Bu analiz nereden tutarsanız elinizde kalıyor. Bir kere varsayımı ve öngördüğü piyasa biçimi gerçekçi değil. Çünkü bu piyasada besici konumdaki üreticiler fiyatları belirlemiyor. Yani, öngörüldüğü gibi serbest rekabetçi bir piyasa yapısı mevcut değil. Gerçek yaşamda görülen piyasa tipi oligopsondur (alıcının az satıcının çok olduğu piyasaya oligopson deniliyor). Bu tür piyasalarda, fiyatlar sınırlı sayıdaki alıcı tarafından belirleniyor. Alıcılar yerli-yabancı büyük şirketlerden oluşuyor. Çünkü hayvancılık Şubat 1999’da yayımlanan tebliğle bu şirketlere bırakılıyor. Satıcı konumunda olan besiciler ise “sözleşmeli çiftçi” statüsünde bu şirketlere bağımlı olarak çalışıyorlar. Dolayısıyla, besici üreticilerin piyasada “adı yok” ki ( fiyatları belirlemiyorlar ki) ithalatla terbiye edilebilsinler. Ancak şurası bir gerçek ki, terbiyevi ithalat fiyatları belirleyen yeri-yabancı büyük şirketler üzerinde öyle etkili olmuş olmalı ki, onlara iş yapan besici çiftçiler işlerini kaybetmek zorunda kalmıştır. Fiyatlar kısa bir süre için düşerken binlerce besici piyasadan çekilmek zorunda kalmıştır. Bu olayın bir yönü.
Bir diğer yönü ise sağlıkla ilgili. Aynı süreçte Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın Haziran 1995 tarihinden itibaren yayımlanan bir dizi tebliğle taze ve dondurulmuş etlerin ithalatında Bakanlıkça verilen Kontrol Belgesi’ndeki sağlık standart ve miktarını belirleyen maddeleri  yedi ay süreyle askıya alması, terbiyevi ithalat sürecine tuz biber ekmiştir. Çünkü sağlıksız ve kalitesiz ürünlerin ülkeye girişinin yolu açılmıştır. İşte deli dana (BSE) denilen hayvan hastalığıyla tanışmamız böyle mümkün olmuştur. Söylemeye gerek yok, bu tür hayvan hastalıklarının gerek tedavi giderleri gerekse üretim açısından ekonomiye getirdiği maliyetleri milyarlarca lirayı bulmuştur.
Bunlar terbiyevi ithalat sonucu geçmişte yaşadıklarımız. Anlaşılıyor ki, son kasaplık canlı sığır ithalatının yolunu açan terbiyevi ithalat kararıyla benzer durumu bir kez daha yaşamak zorunda kalacağız. Burada konuyla ilgili uzman kişi ve kuruluşların, meslek örgütlerinin  (Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Ziraat Mühendisleri Odası, Türk Veteriner Hekimleri Birliği gibi), üretici örgütlerinin (Et Üreticileri Birliği, Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği gibi) ne dediği, ne yazdığı hiç de önemli değil. Çünkü AKP hükümeti bir kez kendi deyimiyle “yola devam”a kilitlenmiş durumda. Yoldan uzaklaşmaya neden olabilecek sözünü ettiğimiz kuruluşların yaptıkları uyarılar hükümet açısından hem tehlikeli hem de “laf-ı güzaf”. Ne yazık ki durum böyle
Haftaya konuyu tartışmaya devam
edeceğiz