Yargı, toplumsal adaletsizliği gidermek, kadına yönelik şiddet ve ayrımı ortadan kaldırmak için en önemli aygıtlardan biriyse de; mevcut uygulamaların neredeyse kadına yönelik şiddeti hoş gördüğünü, çoğu kez bağışlanabilir bir gerekçe bulunduğu görüyoruz

Öldürülen kadınlar ülkesinden cinayet mahalli notları

DEFNE BÜLBÜL | Yargıç

Ad Soyad: Betül Demir
Tarih: 15.09.2017
Neden öldürüldü: Kız kardeşini korurken
Kim tarafından öldürüldü: Eniştesi
Korunma talebi: Yok
Öldürülme şekli: Ateşli Silah

Ad Soyad: Ceyda Aycan
Tarih: 03/01/2018
Neden öldürüldü: Reddedilme
Kim tarafından öldürüldü: Eski Sevgilisi
Korunma talebi: Yok
Öldürülme şekli: Ateşli Silah

Ad Soyad: Sinem Özlü
Antalya
Tarih: 07.03.2017
Neden öldürüldü: Bilinmiyor
Kim tarafından öldürüldü: Eski Kocası
Korunma talebi: Yok
Öldürülme şekli: Ateşli Silah

Bu kayıtlar, internette anıtsayaç adı altında, şiddet sebebiyle öldürülen kadınların isimlerinin yer aldığı; imkân dahilinde, öldürülen kadınların isimlerinin güncellendiği bir “dijital meçhul kadınlar anıtı”ndan alındı. Tuğlacıklar içindeki kadın isimlerine tıkladığınızda, üçüncü sayfa haberlerinde isimlerine rastladığımız, iki üç gün içerisinde unuttuğumuz öldürülen kadınların hangi tarihte, nerede, kimin tarafından öldürüldüğüne, öldürülme şekli ve sebebine dair kısacık notlar ve onlara dair medyada çoğu kez ilk ve son kez yer alan haberlerin linkleri yer alıyor. Gazetelerin üçüncü sayfalarında, haber bültenlerinin sonlarına doğru yer alan o belki ilk ve son haberlerini okuyorum; hani o çoğu kez “pornografik” bir çarpıklıkla servis edilen, tüm çıplaklığıyla yıkıcı bir etkiye sahip olan; bu yüzden hepimizin bir süredir anlaşılır bir sebeple bakışlarını kaçırmaya çalıştığı, bizim gibi insanların (!) kesin kes hayatı ile ilgili olmayacağını düşündüğümüz, o “uzak“ gördüğümüz hikâyeleri; faillerini insanlık adına lanetleyip bizi koruyan ve kollayan devletten daha fazla ceza ve önlem talep edip bununla olağanlaşan bu kıyımı içimizde sağalttığımız kendi hikâyemizi de okuyorum. Bizim o zavallı insanlığımız, medeni barbarlıklarımız... Rossini’nin aryası çalıyor, ölü kadınlar için bir ağıt : “Beni cennette koruyan ve bağışlayan biri var mı?”

“Yıllar önce Van’ın Başkale ilçesine, 2400 rakımlı o en yüksek, en uzak coğrafyaya , o soğuk kış gününe geri dönüyorum. Savcı Bey’in odasındayız, öldürülen Naile’nin kız kardeşi, aile meclisinin kararıyla ağabeyinin evlilik dışı hamile kalan ablası Naile’yi nasıl öldürdüğünü anlatıyor; öldürülen ablasının başını kucağına almış, hırkasının sağ kolu kan içinde... Onu çıkartıp polislerden birinin montunu giydiriyorum, arada başını koyduğu dizimden kaldırıp sağ kolunda ablasının başı varmış gibi okşuyor. Onu koruyacağıma söz veriyorum, arada hıçkırarak bana koruyamadığımız ablasını anlatıyor... Yargıçlık bir çaresizlik halidir, acı içerisindeki dünyanın tarafsız tanıklığına bir ömür boyu mahkûm olmak demektir. Yargıç olmak, inanmadığınız bir tanrının inanmadığınız cennetine, başkalarının vicdanının insafına bırakmak; o korkutucu dünyaya kız çocuklarını başlarına bir şey gelmesin dileğiyle göndermek, bu çaresizliğe ömür boyu mahkûm olmak demektir.”

2017 yılında 409 kadın öldürüldü, 387 çocuk istismara uğradı, 2017 yılının mayıs ve ekim ayları arasında şort giydiği, açık giyindiği veya sigara içtiği için 16 kadın saldırıya uğradı, 2017 yılında 332 kadın cinsel şiddete uğradı. Bunların 129’u kamuya açık alanda gerçekleşti.

2017 yılında öldürülen kadınların %22’si kocası, % 9’u erkek arkadaşı, % 5’i boşandığı eski eşi, % 4’ü babası, % 3’ü ayrıldığı erkek tarafından öldürüldü. Öldürülen kadınların 88’i kendi hayatına dair karar almak istediği için, 30’u ise boşanmak istediği için öldürüldü.

Türkiye’de her dört saatte bir kadın tecavüze uğruyor, yaşamının herhangi bir döneminde aile içi fiziksel şiddete maruz kaldığını bildiren kadınların oranı ise %39. Fiziksel ya da cinsel şiddete maruz kalmış kadınların %92‘si resmi kurum ve kuruluşlara başvurmuyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün küresel şiddet raporuna göre Türkiye, kadın cinayetlerinde 41 ülke arasında 13. sırada…

Tekrara düşülen, sürekli dikte edilip lanetlenen, 3.sayfa haberlerinde duyarsızlaşmaya atılan o haberlerle, istatistiki verilerle en çarpıcı ve korkunç konuların bile bir müddet sonra fazlaca uyarıldığı için hissizleşmeye başlayan nasırlı bir alana dönüştüğünü biliyorum. Öldürmeye varan şiddete karşı duyarsızlaşma alanında, şiddet elbette yalnızca fiziksel değil; sömürü de şiddetin bir türev , hepimiz yani bütün kadınlar, erkekler, çocuklar aynı şiddet sarmalının uzak/yakın kurbanlarıyız. Şiddet, bir egemenlik dayatma biçimi ve sistemin kendisini yeniden üretme yöntemlerinden biri; sınıflı toplumun doğal sonucu ve ezilen, sömürülen insan kendisinin maruz kaldığı şiddeti, kendisinden aşağı bulduğu üzerinde hak gördüğü sistem, elbette ancak bütüncül politikalarla sağaltılabilir. Üzerinde çok şey söylenebilecek bu konuda; bütüncül politikalara gücümüzün yetmediği sınırlı zamanımız içerisinde neler yapılabileceğini daha geniş zamanlı yazılara bırakmakla birlikte; kız kardeşlerimizin hikâyesi, suç ve ceza alanında, “cezasızlığın” kader gibi dayatıldığı topraklarda nasıl yazılıyor; bunlardan konuşmakta fayda var. “Liberal” bir bakış açısı olarak değerlendirilecek olmakla birlikte; konuyu suç ve ceza alanıyla sınırlamanın çaresizliğiyle, bir olay yeri inceleme alanı olan yargı pratiklerinde, öldürülen kız kardeşlerimizin hikâyesi nasıl yazılıyor; bir yargıç olarak bunu anlatmaya çalışmak benim derdim olsun.

Yargı, toplumsal adaletsizliği gidermek, kadına yönelik şiddet ve ayrımı ortadan kaldırmak için en önemli aygıtlardan biriyse de; mevcut uygulamaların neredeyse kadına yönelik şiddeti hoş gördüğünü, çoğu kez bağışlanabilir bir gerekçe bulunduğu görüyoruz ve hükmolunan cezalara baktığımızda da yaşadığımız acının yargı eliyle ödettirilmediği hissine kapılıyoruz. Geleneksel erkek egemen yargı, biz kadınlara yapılan şiddeti bir şekilde hoş görüyor, erkeklerin cinayetlerini mazur gösterecek haksız tahrik sebeplerini bir şekilde buluyor. Bu, kimi kez kadının kullandığı pembe bir cep telefonu, kimi kez giydiği beyaz pantolon oluyor ya da tecavüze uğramamızın gerekçesi giydiğimiz kırmızı bir mont oluyor: Cinsel saldırı davasında sanık olan polis memuru savunmasında “Kırmızı mont giymişti, tahrik oldum” demiş ve sanık hakkında haksız tahrik hükümleri uygulanmış. Bir başka örnekte erkek sanık, eşini tabancayla öldürmesinin gerekçesini, eşinin beyaz pantolon giymesi ve pembe telefon kullanması olarak ifade etmiş, bu gerekçe de mahkeme tarafından haksız tahrik sebebi olarak kabul edilerek, sanık lehine haksız tahrik hükümleri uygulanmış ve sanığın cezası 18 yıla inmiş. 2010 yılında bir davada kadının, eşi olan erkeğin cinsel ilişki teklifini reddetmesi ve “sen erkek değilsin” sözleri, haksız tahrik indiriminin en yüksek oranda uygulanmasını gerektirmiş ve sanık yalnızca 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmış…

‘Haksız tahrik’in hukuki anlamı

Türk Ceza Kanunu’nda yer alan haksız tahrik indirimi maddesini düzenleyen 29. madde, tüm suç tiplerinde uygulanması öngörülen genel bir hükümdür. Aslında çok insani; duyguları, acıları, çaresizliği olan bireyi, bu çaresizlik altında suç işlemesi halinde, bir nebze olsun sanığı suça iten sebepleri değerlendirerek, cezanın bireyselleşmesine hizmet eden bir müessesedir. Yasaya göre haksız tahrikin uygulanmasına sebep, mağdurun haksız bir hareketi olmalı ve bu haksız hareket de, hukuk düzeni tarafından korunmamalıdır. Somut örneklere indirgendiğinde de kırmızı mont giymemizi, yemeğin tuzunu fazla atmamızı, eşimizle ilişkiye girmeme hakkımızı engelleyen bir kamu düzeni olmadığına göre; ifade etmemiz gereken, bunların haksız tahrik sebebi olmayacağı; sistemin işleyişindeki hatanın yasal düzenleme olmayıp yasa uygulayıcıların yanlış uygulamaları olduğudur.

Aslında en çok eleştirilen noktalardan biri, TCK’nin 29. maddesinin yasama gerekçesinde, yanlış uygulamaların önüne geçmek maksadıyla, hiddet ve elemin haksız bir fiil sonucu ortaya çıkması özellikle vurgulanmış, bunun da gerekçesinin “töre ve namus cinayeti” olarak adlandırılan akraba içi öldürme suçlarının önüne geçmek olduğu açık bir biçimde ifade edilmiştir. Amaçsal bir yorumla okunduğunda, haksız tahrik hükümlerinin töre ve namus cinayetlerinde uygulanamayacağı açıkça ifade edilmişken, gerek Yargıtay, gerekse doktrin, bir suçun mağduruna yönelik gerçekleştirilen fiiller dolayısıyla fail hakkında haksız tahrik uygulamayacağı konusunda neredeyse görüş birliğine varmış, madde gerekçesindeki ifade, bu şekilde uygulamada daraltılmıştır.

Dolayısıyla kamuoyunda bu yanlış uygulamalardan kaynaklı, haksız tahrik indiriminin kadın cinayetlerinde uygulanmaması istemi, çok haksız benzer uygulamalara yol açması muhtemeldir. Keza hepimizden daha masum olan çocuk cinayetlerinde uygulanmasına karşın kadın cinayetlerinde uygulanmaması, hukuk sistemi içerisinde Anayasa’nın eşitlik ilkesi karşısında çok da anlamlı ve savunulabilir bir noktaya bizi götürmeyecektir. Haksız tahrik indirimi, insanın çaresizliğini bize anlatmakta; bu çaresizlik altında elinde başka bir imkân olamadığı için suç işleyen insanın cezasının bireyselleştirilmesi için bu adaletsiz dünyaya sunulmuş bir araçtır.
İkinci çok eleştirilen husus; TCK’nin 62. maddesinde yer alan, hâkimin takdiri indirim hakkını düzenleyen maddenin kötü uygulamaları. Bir kravat, bir takım elbiseye indirgediği; ama bütün hayatını şiddete, cinsel saldırıya, utanca mahkûm geçirmiş Nevin’in hayatı karşılığı ödediği cinayete ilişkin “pişman değilim” sözlerinin aslında neyle ödeşme olduğunu anlamayan, pişmanlığı iki cümleye indirgeyen, kravata mahkûm eden yargının kıt bakış açısı, kör gözleri ve insanın çaresizliğini anlamadaki sığlığı... Söylenmesi ve ifade edilmesi gereken; kadının cinsel ilişkiye girmeyi reddetmesini haksız tahrik olarak değerlendiren bu “alfa erkek yargı”nın, Nevin’in işlediği cinayette maruz kaldığı tecavüz ve şiddette haksız tahrik sebebini, bir kravatlık indirim sebebini bulamaması, Nevin’in ömrünün geri kalanıyla ödediği öfkesindeki derin acıyı görememesidir.
Tükenmeden kapısında adalet nöbeti tuttuğunuz mahkeme kapılarının içinden bir kız kardeşinizin söyleyeceği bundan ibarettir. Arjantin’den İran’a bizim sokaklara; kız kardeşlerimizin anısına; son söz niyetine, bir gün mutlaka daha insancıl ve adil bir dünyayı kazanacağız ve bir kişi daha eksilmeyeceğiz. “Ni una Menos “