Günay Karacaoğlu “Dizilerde bayağı bir gerileme yaşandı. Güldürmek çok zor artık. Yani ağlatmak her zaman daha kolaydır. Oyunculuk biçimleri olarak da zaten komedi çok zordur” diyor.

Öleceğimizi unutmasak şahane bir hayat olacak
Fotoğraf: BirGün

Sercan Meriç

Çağan Irmak uzun bir aranın ardından sinemaya Sevda Mecburi İstikamet filmiyle dönüş yaptı. Filmde Fatoş karakterini usta oyuncu Günay Karacaoğlu canlandırıyor. Karacaoğlu ile Sevda Mecburi İstikamet’teki rolünü, Baba Sahne’de yer aldığı tiyatro oyunlarını, eski dizilerini ve yasakları konuştuk.

Beyaz perdeye hâlâ film yapmak önemli bir şey. Çoğu kişi dijital platformları tercih ediyor. Siz de Sevda Mecburi İstikamet’te Fatoş karakterini canlandırıyorsunuz. Sizin açınızdan nasıl bir film oldu?
Çağan Irmak’ın senaryosu ve rejisi. Evet, gerçekten cesaret isteyen bir hareket. Türk sineması kendi içinde kalitesini korusa da seyirci kalitesini koruyamadı maalesef. Seyirci de büyük bir düşüş gözlemlendi. Kendi aramızda seyircinin neden ayağını kestiğini konuşuyoruz. Çok pahalı mı? Aslında değil. Birkaç tane etkisi var. Pandeminin etkisi var. Gösterime giren filmlerin daha sonra dijital platformlarda ya da ulusal kanallarda gösterime girmesi de çok büyük etken. İzleyici “Nasıl olsa 2 ay sonra ben bunu evimde 5 kişi bedavadan seyrederim” diyor. Seyirciyi çok da heyecanlandıracak filmlerin vizyona girmemiş olması etkili.

Bu film heyecanlandırır mı?
Evet. Bu film heyecanlandırır. Çünkü unuttuğumuz bir sürü değer var. Bu pandemiyle de biraz yoğunlaştı. İşte birbirimize dokunmuyoruz artık. Çok kolay vazgeçiyoruz. Kusurları, hataları hemen halının altına süpürmeyi pratiğimize yerleştirdik hepimiz. Duygulardan çok durumlarla ilgilenir olduk. “Bu durumda olsam ben ne yapardım?” diye başlıyor mesela cümleler. “Bu duyguda olsa ne yapardık?” sorusunu unuttuk. Dolayısıyla bu film biraz unuttuğumuz bir sürü şeyi hatırlatan bir film olacak diye düşünüyorum.

Filmin ana karakterleri eski bir Yeşilçam efsanesi Selim Erensoy, oyuncu eşi Sevda Erensoy ve otizmli kızları Suna Erensoy… Fatoş da aslında Suna’nın bakıcısı. Toparlayıcı bir karakter. Böyle insanlara da çok ihtiyacımız var değil mi?
Emekçi bir karakter. Aslında gerçek kahraman. Hiç vazgeçmeyen birisi Fatoş. Aidiyet duygusu, vefa duygusu son derece gelişmiş. Kan bağı olmayan bir kıza annelik, hamilik, ablalık, yol arkadaşlığı yapmış. Onun gittiği yoldan gitmiş, kendi yolunu bırakıp. Belki Fatoş, çok gençken evlenebilirdi. Kendi çocuğu olabilirdi. Bütün bunlardan vazgeçmiş bir karakter. Selim Erensoy sadece kızından vazgeçmiş ve geri dönmüş olabilir ama Fatoş bütün dünyasından vazgeçmiş. Dolayısıyla hırçın olduğu yerlerde çok haklı buldum Fatoş’u… Yani Selim Bey’e karşı “Nerelerdeydiniz?” sorusunu iletiyor. Bu hepimizin partnerimize, annemize, arkadaşımıza sormak istediğimiz soru aslında.

olecegimizi-unutmasak-sahane-bir-hayat-olacak-1111098-1.

Yeşilçam göndermeleri de dikkat çekiyor. Cüneyt Arkın ve Ayhan Işık’a da selam gönderiyor değil mi film?
Evet, biraz oralara da selam çakılıyor.

Aynı zamanda tiyatro oyunlarınız da sürüyor. Bir Baba Hamlet 400'üncü oyuna yaklaştı.
21 Ocak’ta 400'üncü oyunu oynayacağız.

Politik hiciv içeren bir oyun aslında Bir Baba Hamlet. Artık cesaret gösterip girişilmiyor böyle oyunlara…
Aslında Bir Baba Hamlet, klasik bir Shakespeare uyarlaması. Dolayısıyla o dönemde varmış politik göndermeler. Shakespeare usta ne dediyse onu oynadık. Olaylar Danimarka’da geçiyor yani (Gülüyor).

1991 yılında Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne girip, 1995 yılında mezun oldunuz. Komedi dalında da birçok ödülün sahibisiniz. Eskisi kadar çok güldüğümüz komedi yapımları çok üretilmiyor gibi. Katılır mısınız?
Dizilerde bayağı bir gerileme yaşandı. Güldürmek çok zor artık. Yani ağlatmak her zaman daha kolaydır. Oyunculuk biçimleri olarak da zaten komedi çok zordur. Dram oyunculuğu çok basittir. 2-3 tane temel duyguya parmağınızı bastığınız zaman otomatik olarak ağlatırsınız. Belli bir matematiği var. Komedinin de matematiği var ama şöyle bir tehlikeli yanı var: Komedi, zekâya hitap ettiği için ortalama zekâyı yakalamanız çok zor. Siz buna gülersiniz, başkası ötekine güler. Ortalama zekâyı tutturmak çok zordur prensipte.

Bir yerlere temas etmesi de gerekiyor…
Tabii, mizahta hiciv bir yerlere dokunuyor.

Şehnaz Tango, Yarım Elma, Aşkım Aşkım, Yeditepe İstanbul gibi çok sevilen dizilerde de yer aldınız. Bunların arasında sizin için bir adım önde olan var mı?
Ben o ayrımı çok yapamıyorum. Hepsinin kendi içinde rengi dokusu çok farklı. Bir işin hikâyesi çok içine sinmez ama oynadığınız oyuncuyla birlikte o macera eğlenceli bir hale gelir ya da kendinizi o işte çok da iyi hissetmezsiniz ama hikâye o kadar iyidir ki yine su götürür bir yanı vardır. Dolayısıyla hepsi benim bebeklerim, hiçbirinden vazgeçemem. Hepsinin öğrettiği, bana kattığı, hem oyunculuk anlamında hem hayat anlamında, bir sürü hikâyeler taşıdığım işler. O yüzden birine iyi birine o falan diyemem.

2023’e girmeye hazırlanırken geride bıraktığımız senenin muhasebesini yaptık. Kültür-sanata baktığımızda yine yasaklar, yine baskılar, yine sansür öne çıktı. Sanatçı olarak sizi nasıl etkiliyor bu meseleler?
Bizim kendi salonumuz olduğu için istediğimiz oyunları oynayabiliyoruz tabii. Kendi seçtiğimiz oyunları, kendi tarzımızla ve kendi sanata ve tiyatroya bakış açımızla seyirciye anlatabiliyoruz. Buralarda biraz daha iyiyiz, kendi özgürlük alanımız var çünkü… Tabii çok üzüldüğümüz bir sürü şey oluyor ama vazgeçmiyoruz biz. Biz kötü günün insanlarıyız aynı zamanda. Bütün arkadaşlarımızın yanındayız. Oynanması yasaklanan oyunlar olduğunda biz arkadaşlara sahnemizi açtık ve “Hemen gelin burada oynayın” dedik. Neyin ne olduğunu, nasıl geliştiğini anlamakta, kavramakta, neden-sonuç ilişkisi kurmakta o kadar zorlandığımız bir hikâyenin içindeyiz ki! Gerçekten anlamlandıramıyoruz. Bir oyun neden yasaklanır? İnsanlar öleceklerini unutmasalar çok şahane bir hayat olur hepimiz için...