Virüs salgınına rağmen çalıştırılan, çalışmak zorunda olanlardan mülteciler kriz ortamında daha da görünmez oldu.

Hatta ekonomik krizle birlikte ilk hedefe konan yine mülteci işçiler oldu.

Zaten resmi kaydı, çalışma izni, sağlık sigortası olmayan mülteci işçiler, Deri Tekstil Kundura İşçileri Derneği’nin Mülteci İşçiler Raporu’na göre günde ortalama 11 saat çalışıyor ve Türkiyeli işçilerden daha düşük maaş alıyor.

O işçilerden biri, 6 yıl önce Türkiye’ye gelen D.S.

Antep, Mersin ve İzmir’de çok sayıda tekstil atölyesinde çalışmış. Raporda şunları anlatıyor: “Patronlar bize düşük ücret vererek diğer işçilerin de daha fazla maaş istemesine de engel oluyordu. Biz de yapacak başka bir işimiz olmadığı ve geçinebilmek için bir an önce para kazanmamız gerektiği için verilen paralara razı oluyorduk. Dilini bile bilmediğimiz bir ülkede nasıl hakkımızı arayabiliriz ki? Şu anda çalıştığımız yerde biz (haftalık) 500 lira alırken bizimle aynı işi yapan Türkiyeli işçi 700 alıyor. Önceki çalıştığım yerlerde maaşımı alamadıklarım da oldu. 5 yıldır tekstil atölyelerinde çalışıyorum ve farklı farklı işyerlerinden toplamda 10 bin liralık alacağım vardır. Ayrıca daha uzun çalıştığımız zamanlar da oluyordu. 11 saatin sonunda fazla mesaiye kalmak istemediğimiz halde iş bitene kadar çalışıyorduk. Çalışmazsak işten çıkarılmakla tehdit ediliyorduk ama Türkiyeli işçi evine gidiyordu. Fazla çalışmamız için ek bir ücret de alamıyorduk. Sigorta kaydımızın olmaması da bizim için ileride büyük bir kayıp olacak. Ülkemize dönme ihtimalimiz çok düşük ve burada emekli olabilmemiz de mümkün değil. Ölene kadar çalışacağız gibi duruyor.”

5 yıl önce Işıkkent Ayakkabıcılar Sitesi’nde çalışmaya başlayan Suriyeli mülteci H.D. de 7 farklı atölyede çalışmış. Çalıştığı 4 iş yerinden Türkiyeli işçilerin tepkilerinden dolayı işten ayrılmak zorunda kalmış. 5 yıl önce Türkiyeli işçilerin site içerisinde ‘Suriyeli işçi istemiyoruz’ eylemi yaptığını hatırlatan H.D. “Bu süreçte işe giderken korkuyorduk, mecburen gruplar şeklinde gidip geliyorduk. Ufak çaplı saldırılar oldu ve bu saldırıların büyümesinden endişe ettik. Zamanla bu tepkiler azaldı ve birlikte eylemler de düzenledik ama ekonomik krizin etkisi ile yine hedefe konan biz olduk. İşlerin durması ve işten çıkarmaların başlaması ile birlikte yine hakarete varan tepkilere maruz kalmaya başladık. Üstelik bunu birlikte çalıştığımız işçiler ve ustaların yapması daha da kötü oluyor bizim için. Elimize geçen üç kuruş para ile hayatta mı kalmaya çalışalım yoksa başımıza bir şey gelecek diye endişe mi edelim, bilmiyoruz” diyor.

4 yıldır Türkiye’de yaşayan deri işçisi M.S. de en büyük sorunun yaşadıkları ayrımcılık ve dışlanma olduğunu söylüyor:

“Çalıştığım işyerlerinde Türkiyeli işçilere ayrıca yemek ve yol parası veriyorlardı ama bize vermiyorlar. Neredeyse hiçbir işyerinde eşit şartlar altında çalışmadık. Bizim işe, paraya ihtiyacımızın olduğunu bildikleri için hem daha az maaş veriyorlar hem de daha uzun süreli çalıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ücretlerin tam ödenmemesi de bizim için önemli bir sorun. Bir haksızlık yaşadığımızda nereye şikâyet edeceğimizi, haklarımızı nerede arayacağımızı bilmiyoruz. Mülteci olduğumuz için kötü davranıldığı da oldu. En ufak bir hatamızda başka işçilerin ortasında hakaret ve aşağılamaya varan sözlere maruz kalıyoruz. Suriyeli olduğumuz için aşağılanıyoruz. Diğer işçiler de bizi kendilerine rakip olarak gördükleri için dışlıyorlar. Biz nefret söylemlerine maruz kalırken bu durum patronların işine de geliyor çünkü bir şey isteyemiyoruz.”

Mülteci işçilerin dediği gibi krizle birlikte onların mecburiyeti arttıkça kazanan patronlar oluyor. Bu kölelik düzeni sürdükçe de böyle olacak.