12 Ağustos Pazar günü Olimpiyatlar bitti. Ülke olarak çektiğimiz eziyet de bitti.  Öncelikle belirtmekte yarar var; tüm sporcuların olimpiyatlara katılma barajını geçmeleri tek başına önemli bir başarıdır. Bu hakkı teslim edelim.

Katılma başarısı dışındaki birkaç önemli ve hatta tarihi başarının da altını çizelim.

Az sayıdaki yüz güldüren sonuçlar dışında, yarışan her sporcumuzdan sonra " ne yazık ki..." ile başlayan cümleler çokça kuruldu.

Sporcular olimpiyatlara katılmak için gereken olimpiyat barajını aştılar. Ancak başka bir barajı aşamadılar; olimpiyat mental barajına takıldılar.

Oyunlar öncesi 114 sporcu ile katılmanın önemi çokça şişiriliyordu. Tam bize özgü bir ilkellikle, tek önemli şeyin nicel büyüklük olduğu gibi bir boş şişinme. Toplam kalitemiz budur.

Böyle bir kalite ortamında, bir de 2020 olimpiyatlarına aday olundu! Hıncal Uluç ile tek ortak noktamızdır; bu koşullarda bu ülkede olimpiyata soyunmak aymazlıktır. Gazla, sırt sıvazlama ile, ırkçılığa varan bir böbürlenme ile, devletin resmi televizyon kanalında “holigan dili” ile yayıncılık yapılarak olimpiyat yolculuğuna çıkılıyor.

Spor kültürden ayrı, kültüre uzak bir alan değildir. Çağdaş kültürel verilerimiz ne ise spora ilişkin durum da o kadardır. Spor kültürü diye bir şey vardır ki, bizim ülkede yoktur.

Genç nüfusa sahip olmakla övünülür. Bu da başka bir nicel büyüktür. Ancak bu genç nüfusun değil spor yapacağı mekanlar olması, nefes alması için zorunlu kent alanlarına gökdelen dikersiniz. Her biri görsel, mimari, şiddet salgılayan gayri- insani hacimlerdir bunlar. Burada da yine başka bir nicelikle, kat sayısı ile övünülür.

Olimpiyatın psikolojik barajıyla kimse ilgilenmez. Ben  kişisel deneyimimle biliyorum bunu. Yıllar önce yüzücü olan kızım, milli takımla bir uzak ülkeye yarışa gitmişti. Hepsi de ergenlik çağında kızlar ve erkekler. Bu takımda yeteri kadar yönetici vardı. Ancak bir tane doktor, psikolog, psikiyatr, masör vb. yoktu. Çocuklardan birinin babası doktordu.  Hiç olmazsa onun turist gibi gitmesi düşünüldü. Ama kurallar gereği velinin takımla gitmesi olanaksızdı. O nedenle, başka bir ülke bağlantılı başka bir uçaktan bilet bulabildi. Ama araç-gereç çantasını götürmesi olanaksızdı. Çünkü, tıbbi gereçleri bir turist gümrükten geçirmezdi. Çözüm bulundu; tıbbi gereçlerin bulunduğu çanta milli takımın malzemeleri gibi takıma verildi. Doktor başka bir uçakla uzak ülkeye ulaştı. Bir sorun olduğunda fahri doktor olarak görev yapacaktı. Ancak, bir durum daha vardı; velilerin milli takımla aynı otelde kalmaları da yasaktı... Başka bir otel buldu.

Diğer takımların hepsinin sıra sıra doktoru, masörü, mentörü, psikologu varmış anlattığına göre. Bizim çocuklar ise bunlara hasret. Dahası, yabancı ülkenin yemeklerine de alışık değiller. Aç kalmışlar. Doktor veli, pazardan domates bulmuş, biraz da peynir. Kızları bir ara “kaçırıp” otel odasında peynir ekmekle karınlarını doyurmuş.  Bu hikayede yalan yok. Çünkü hikayenin taraflarından biriyim. Bir ayrıntı: O zaman takımla böyle gurbet maceraları yaşamış bir kızımız da son olimpiyatlarda idi!.

Elde edilen sonuçlar normal, çocuklarımız bu haliyle çok başarılıdır. Madalya alamayanlar, her yarışta nal toplayanlar dünyadan, bilimden uzak anlayışa sahip, örneğin üç çocuk yapmayı büyüklük sayan ilkel yönetim tarzıdır vesselam.

Haftanın tavsiyesi; “Vınn” ve “ttnet mobil modem” reklamlarının sanatçıları, bir de gerçekten kendiniz kullansanız o modelleri de ömrünüzden ömür gitse!