Olimpiyat Stadı’na komşu Filistin Mahallesi’nin hikâyesi: Çamura razıyız, yıkmayın
“İstanbul’un parlayan yıldızı” denilen Başakşehir’deki Filistin Mahallesi’nin sakinleri tedirgin. Yol projesi gerekçe gösterilerek gecekondular yıkılmak isteniyor. Yoksul yurttaşlara kucak açan bu mahallenin yarını meçhul... 30 senedir Filistin Mahallesi’nde yaşayan Seniha Güler, “Biz çamurlu yollarda da yürümeye razıyız, başka bir yere gitmek istemiyoruz” derken Vahide Cengiz, “Bir türlü günyüzü görmedik” ifadesini kullanıyor.
Uğur ŞAHİN
Milyonluk konut projelerinin mantar gibi türediği İstanbul’un Başakşehir ilçesinin “kenar mahallerinden” birindeyim. Gazetelerin açılışı esnasında “İstanbul’un son harikası” başlığını attığı Atatürk Olimpiyat Stadı’na komşu olan, kentin kıyısındaki bu mahallenin adı, Güvercintepe-Filistin Mahallesi. Güvercintepe, eskiden Bayramtepe’ye bağlı bir yerdi. Şimdilerde ise ikisi ayrı… Bir rivayete göre Bayramtepe’nin adı, buraya ilk yerleşen yurttaşlara arsa satan “Bayram”dan geliyor. Filistin Mahallesi’nin isminin nereden geldiği konusunda da bir netlik yok. Kimi, “mahalleye gelen ilk kişilerin yaşanan aşırı yıkımlar nedeniyle ‘Filistin’ adını koyduğunu” söylüyor, kimisi “mahallenin direniş geleneğine” bağlıyor, kimisi ise “Filistin halkı gibi güçlüyüz de ondan!” diyor.
ENDİŞEYLE GEÇEN HAYAT
Peki, neden buradayım? Zira Filistin Mahallesi’nin sakinleri, neredeyse her karışına emek verdikleri, senelerce çamurlu yoluna katlandıkları, binbir zorluğa rağmen yaşama tutundukları bu mahalleden kovulmak isteniyor. “Gecekondulular”ın yerinden edilmek istenmesinin gerekçesi ise AKP’li Başakşehir Belediyesi’nin yol projesi… Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi için açılacak “geçici yol” çalışmasına, geçen yıl nisan ayında “yedi metre olacak” diye başlandı; ancak daha sonra 25 metreye kadar çıkarıldı. Mahalleli, imar planı ve buna istinaden alınmış bir encümen kararı olmadığını iddia ederek, çalışma için “kaçak” tanımlaması yapıyor. 220 evin bulunduğu mahallede, yol çalışması nedeniyle kimi evler yıkıldı, ağaçlar kepçe darbeleriyle söküldü. Mahallenin aktardıklarına göre, zabıtalar çalışmalar başlar başlamaz, sık sık “Evinizden çıkın yoksa buraları başınıza yıkarız” dedi onlara. Yıkımlardan geriye ise “Burası kaçak yoldur” yazılı pankartıyla çalışmayı engellemek için iş makinelerinin önüne çekyatları atan yaşlı bir kadının fotoğrafı kaldı.
Tüm bunlara rağmen Filistin Mahallesi sakinleri hâlâ huzur bulabilmiş değil. 60 ev daha yıkım tehlikesinde. Üstelik 30 yıldır burada yaşayanları düşünenin olmadığı da ortada. Evlerinin yıkılması karşılığında onlara “enkaz bedeli” olarak reva görülen sadece 30 bin TL. Mahalleliye göre, bu bedel ancak bir yıllık kiralarını ödemeye yeter; bu yüzden de evlerini terk etmemekte kararlılar. Bu yoksul mahallede yaşayanlar, yarınlarının meçhul olduğunun da farkında, çoğunun gidebilecek bir yeri bile yok.
Bir yanda Olimpiyat Stadı, diğer yanda yıkım tehlikesi altındaki Filistin Mahallesi… İstanbul, bir kez daha “tezatlar şehri” olduğunu gösterirken mahalleliyi dinlemeye başlıyorum.
Atatürk Olimpiyat Stadı ‘manzaralı’ bir gecekondu.
FİLİSTİN GİBİ GÜÇLÜYÜZ
İlk görüştüğüm kişinin adı Seniha Güler. Neredeyse 30 senedir Filistin Mahallesi’nde yaşıyor. Konuşmaya başlar başlamaz, gecekondularına göz dikildiğini söylüyor. Aktardığına göre, tam yedi sene gecekondusuna tankerlerden su taşımak zorunda kalmış. “Su için el birliğiyle toprağı kazdık, kendimiz hortum döşedik” diyor.
Seniha Güler’in küçük gecekondusu yeşillikler içerisinde. Bahçede bir köpek var. Evinin önündeki yola yol demeye bin şahit gerek. Kendisi Başakşehir Belediyesi’nin zabıtalarından çok şikâyetçi. İddiasına göre zabıtalar toplu halde gelip mahalleliyi tehdit ediyor, “Evinizden çıkın, yoksa yıkarız” diyor. Fakat bir süredir bu “baskınların” kesildiğini de dile getiriyor. Buraya yerleşmeden önce Kanarya Mahallesi’nde yaşamış. Pek iyi hatırlamıyor Kanarya’yı. “Burası daha güzel” diyor ve ekliyor: “Buranın geçmişi çamurlu yollardan ibarettir. Gerçi şimdi de öyle ama… İlk başta çamurlu yollarda yürümek ve su taşımak zoruma gitti. Sonra baktım ki buralar yeşillik içerisinde ve komşuluk ortamı var. Oğlum şimdi evli, çocukken sürünerek inerdi bu yollardan. Bizim küçük gecekondularımıza, bahçelerimize göz diktiler. Ne için? Çünkü buralar yıkılınca yandaşları ihaleye girecek. Geçen sene beş komşumuzun evini alıp, 30’ar bin TL verdiler. Geçen yaz alttaki komşum, sonra öbür parsel, böyle böyle gecekonduları yok edecekler ve buraları yandaşlarına peşkeş çekecekler.”
BUGÜN ONA, YARIN BANA
Seniha Güler’in evi için “şimdilik” herhangi bir yıkım kararı söz konusu değil. Fakat o, meselenin farkında: “Yarın bir gün sıra benim evime de gelecek. Sırayla oluyor bu işler… Bugün onlara, yarın ise bana. Duysam ki beş sokak ötede zabıtalar var, hemen koşarak giderim.”
Buranın tek özelliği yeşillikler içerisinde olması mı? Elbette hayır. Komşuluk ilişkilerinin son derece kuvvetli olduğu ortada. Seniha Güler, “30 senedir komşuluk var, böyle de olmaya devam edecek. Biz çamurlu yollarda da yürümeye razıyız, başka bir yere gitmek istemiyoruz, biz burada epey bir haneyiz” şeklinde konuşuyor.
220 evin bulunduğu mahallede 60 ev için yıkım tehlikesi söz konusu.
Güler, neredeyse kapısı çalınan her “gecekondulu”nun anlatması muhtemel bir anısı da aktarıyor: “Oğlum Anadolu lisesini kazandı, hiç unutamam. Hep zengin çocuklarıyla okudu, diğer çocukların ayaklarında çamur yoktu. Çocuğum ise her gün bu evden, botlarını poşete bağlayıp caddeye çıkabiliyordu. Ayağına bağladığı o poşeti, otobüs durağında çıkarıp bir taşın arkasına saklıyordu. Neden mi? Ayakları çamur olmasın diye… Öyle okula gidebiliyordu. Ben bunları yaşadıktan sonra, yedi sene tankerden su aldıktan sonra, burayı kaptırır mıyım? Mücadeleme devam edeceğim.”
Peki, buranın adı niye Filistin? Seniha Güler’in cevabı net: “Biz de, mahallemiz de Filistin halkı gibi güçlüyüz. O yüzden mahallenin adı Filistin.”
Güler ile vedalaşıyoruz. Dik yokuşlardan inerek başka bir “gecekondolu”yu ziyarete gidiyorum. 26 senedir Filistin Mahallesi’nin sakini olan Vahide Cengiz bekliyor beni. Aslen Bitlisli olan Cengiz Ailesi, yıllardır İstanbul’da. Yıkılmak istenen bu gecekondu Olimpiyat Stadı manzaralı. Cengiz, çok dertli, bir yanda yıkım endişesi, diğer yanda yoksulluk ve ailevi meseleler… Konuşurken ara ara ağlıyor, o esnada karşılıklı susuyoruz. Şunları anlatıyor Cengiz: “26 sene oldu buraya geleli. O dönem eşim çobandı, ev diye aldık burayı. O zamanın parasıyla iyi de para ödedik. ‘Başımızı sokacak bir evimiz olsun, kiradan kurtulalım’ dedik. Fakat olmadı, bir türlü günyüzü görmedik.”
Bu ev, iki oda bir salondan oluşuyor, tabii bu küçücük duvarlarla kaplı alan oda sayılırsa. Ev dökülüyor desek yeri… Cengiz’in eşi, engelli ve alzheimer hastası; ne konuşabiliyor ne de duyabiliyor. Şöyle devam ediyor: “Evimi görüyorsun ama bir şekilde yaşıyoruz işte. Bir engelli maaşı giriyor bu eve. Onun bunun yardımlarıyla geçinebiliyorum.”
Başlarını soktukları bu ev yıkılırsa nereye gidecekler? Meçhul… Şunları anlatıyor: “Geçen sene iki kişi geldi, ‘Bu ev yıkılacak 30 bin TL vereceğiz’ dediler. ‘Yetmez’ dedim, nasıl yetebilir ki? ‘Vermeyeceğim’ dedim. Bu sene tekrar geldiler, evi de görüyorsun, dökülüyor. Burada çocuklarımı büyüttüm ama yıkılırsa ne yapacağım? Hiçbir umudum yok. Ne malım ne mülküm ne param hiçbir şeyim yok. Şaşırdım, kaldım. Ev diye yaşıyoruz ama bu da elimden gidince perişan olurum. Ne yaparım diye düşünüyorum ama elimden bir şey gelmiyor ki. En büyük dayanağın devlet ama devlet bizim başımıza bu belayı sarınca biz ne yapabiliriz? Aşağıda evler yıkıldı, komşularımız perişan oldular. Ben de isterim güzel bir evde oturmak ama durumum yok, olmayınca olmuyor. Kendimi buna alıştırdım, inan ki umudum yok.”
Ve yeniden dik bir yokuştayım… Soluk soluğa yukarıya doğru vardığımda karşımdaki bir çadırı fark ediyorum. Burada “yaşayan” daha doğru bir ifadeyle, yaşam mücadelesi veren kişi, meğerse yıkılan evinin olduğu alana çadır kurmuş. Aktardığına göre, yıkım sonrasında gecekondusundan yalnızca yatağını alabilmiş. Birkaç yavru kedisi ve bir köpeği var. 30 bin TL’lik enkaz parasının yetersizliğini şu anda çadırda yaşayan yurttaş gözler önüne seriyor.
Sonrasında Ayşegül Ayyıldız ile laflıyoruz. “Evimiz yıkım tehdidi altında ama gitmek istemiyoruz” diyor. Ayyıldız’ın oturduğu ev, yol çalışmasının hemen dibinde. İddiasına göre, çalışmalar nedeniyle bu gecekonduda çatlaklar meydana gelmiş. Şöyle konuşuyor: “Biz evde olmadığımız zaman zabıtalar geliyor. Kepçeler zaten bahçemizin kenarında. Biz olmadığımız zaman evimizi yıkmak istiyorlar. Verdikleri 30 bin TL, bunu da istemiyoruz. Bu bir yıllık kira, sonra ne olacak? Hiçbir şey bilmiyoruz.”
İsmail Demir, kendisini, “Filistin’in en eskilerden biriyim” diye tanıtıyor, mahallenin hikâyesini ise şöyle anlatıyor: “Bu bölgeye 1986’da geldim, 86’da yukarıdaki mahallede oturuyordum. 90’dan sonra bu mahalleye geldim. Buralardaki evler parmakla sayılıyordu. Zamanla mahallenin kalabalıklaşması için dönemin muhtarının öncülüğünde köylerden gelenler, bir bedel karşılığında buraları satın aldı. ‘Hazine arazisi’ deniyor da kimse bedavaya yerleşmedi. Kalabalıklaştıktan sonra bir, iki defa yıkım yaşandı. 30 senedir de tapu muamması var.”
Peki ya mahallenin bugünü? İsmail Demir, “Önceden yani burası çöplük gibiyken kimse yüzüne bakmıyordu ama şimdi rant alanı oldu” ifadesini kullanıyor: “3-5 kuruş karşılığında vatandaşı çıkarmanın peşindeler. Yola kimse karşı değil ama vatandaşa insan gibi muamele yapılmalı, mağdur etmeden, anlaşarak, bu çalışma yapılmalı. Ama onlar zorbalıkla vatandaşı çıkarmanın peşinde. Burada vatandaş yalnızca evini korumak için çabalıyor. Dilekçeler veriyoruz ama kâle alan yok, muhatap bulamıyoruz. Mahallenin akıbetinin belli olmasını istiyoruz. Bizi insan yerine koysunlar. Buraya polisi ve zabıtayı göndererek, vatandaşın evine zorla girmek zorbalıktır.”
STAT YAPILINCA SEVİNDİK
İsmail Demir, “Yaşım 57, inşaat işlerinde çalıştım hep, günlük kazanırım. Yıkım olursa gidecek bir yerim yok, yeni ev tutacak gücüm hiç yok” şeklinde konuşuyor: “İnsanların durumlarını gördün, ekmeğe muhtaç olan insanlar var. Benim varım da yokum da burası. Emekli de değilim, 40-50 hane benim durumumda. 30 sene önce gelseler, ‘yık’ derdim ama ben bütün umudumu buraya bağladım. Çalıştığım gün ekmek yiyorum, daireye çıkarsam o kiraları verebilecek kapasitede biri değilim. Benim aylık gelirim 2 bin TL, o kiraları nasıl öderim? Olimpiyat Stadı yapılınca biz de sevindik ama yerin elimizden alınacağını kimse hesap etmedi. İnsanlar ahır gibi evlerde oturuyor fakat onu bile çok gördüler.”
***
75 yaşındaki Çelik, hasta eşine bakıyor. Mahalle için “Sanki köy gibi...” diyor.
Apartmanda yapamadık: Sürekli pencerenin kenarında ağlıyordu
75 yaşındaki İsmail Çelik, 30 senedir Filistin Mahallesi’nde. Ardahan’dan İstanbul’a gelir gelmez bu mahallenin yolunu tutmuş. Bu yaşa kadar inşaatlarda çalışmış, şimdi bu küçük gecekonduda bir yandan hasta eşine bakıyor, bir yandan da tavuklarıyla ilgileniyor.
“Ben burada yaşarken sanki köyümde gibiyim. Burası bir köy, alıştık buraya, bir yere gidemiyoruz” diyerek başlıyor sözlerine. Hemen devamında da şu ifadeleri kullanıyor: “Burayı da yıkmak istiyorlar. Eşim engelli, nereye gidebilirim? Devlet bizim, biz devletin… Nasıl benim üstüme ev yıkabilir? Burayı yıkarlarsa hiçbir şey yapamam. Kira verebilecek gücüm yok ki. 600 TL ile ne yapabilirim ben? Nereye gidebilirim? Yıktırtmam bu evi. 30 senedir buraya çok emek vermişim. Hâlâ yapıyorum, hâlâ yapıyorum. Eşim başka bir yerde yaşayamaz ki. Yedi ay apartmanda kaldık, eşim pencerenin önünde oturuyor, ağlıyordu. Ben de her gün buraya geliyordum. 30 senedir, ha yıkıldı ha yıkılacak. Bu eve çok emek verdim.”