Hani bugün yazılarını okuyunca bizim utandığımız, konuşmasını duyunca dalga geçtiğini sandığımız kişiler var ya, işte onlara kızmayın. Onlar, benliği olmayan meczuplardır

Olmaya devlet insanda

> ZİHNİ BAŞSARAY zihnibassaray@gmail.com

Bana öyle geliyor ki bu hayatta en güzel şey, insanın benliğinin kendi içine sinmesi. Huzur diye bir şey varsa, bana göre bundan ibaret. Kendinle barışık olmak falan değil bu bahsettiğim. Ortada barışacak bir mevzu olmamasından bahsediyorum aslında, tam ve bütün olmaktan. Ancak olmuyor. Bazen, asla tanışmak istemeyeceğim biri gibi davranıyorum. O anki ben’e karşı öyle kinleniyorum ki, bu kinle yüzleşmenin yükünü taşıyamayacağım için kendimi meşrulaştırıyorum. Toprakla ve birbirimizle bağımızı kestiğimizden beri insan kendisi karşısında çok yalnız. Sanıyorum ki beni de bu yalnızlık böylesine zayıf kılıyor. Sonra da o zayıflığımı örtmek için en kusurlu yanlarımın en keskin savunucusu oluveriyorum. Kendi içimde bir nevi havuz medyası oluşturuyorum anlayacağınız.

Gregor Samsa da o sabah Gregor Samsa olarak uyandı aslında. Dönüşüm, yüzüstü dönemeyeceğini kabullendiği anda başladı. Şartlar, gerçekler, zorunluluklar, istekler, duygular derken hayat insanı her daim bir kabule zorlar ve her kabul, yeni bir kimliktir. Bu kimlik kimi zaman insanın yaşam iradesinin bile üzerine çıkabilir. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sında yoksulluk karşısında ezilmişliği ölesiye kabullenen Elizabeta’nın kafasına inen nacağa karşı kolunu bile kaldırmamış olması bundandır.

Kabullenmek öyle alışmaya, kendini affetmeye, meşrulaştırmaya falan benzemiyor. Kabullenmenin boyun eğmekten de, affetmekten de öte bir yanı var. Kabullenince dönüşmek zorunda kalıyor insan. Önce alışıyor mesela. Kabullendiği tarafta olmaya alışırken birden o tarafın bir parçası oluveriyor. Sonra da kabullendiği şeyin kendisine dönüşüyor işte. Çünkü öyle çirkinlikler var ki, o çirkinliğin kendisine dönüşmediğin sürece kabullenmenin imkanı yok. İşte biraz da bu yüzden devlet, hepimizin benliğine kendi nefsinden üflüyor. Biliyor ki çok çirkin, kabul etmemiz için önce kendi içimizde bir parçasını görmemiz lazım.

Devletleşmek güzel, devletleşmek rahat. Bir kere insanın kendine karşı olan yalnızlığını bile gideriyor. Çünkü ortada bir benlik kalmıyor. Devletin istediği kanunlara uyan vatandaş, ancak insanların ecelsiz ölmediği ve devletin bu ölümlerden beslenmediği yerlerde iyi vatandaştır. Şimdi hatırlayamadığım için adını bulamadığım, ölen askerin annesinin bile sesini çıkardığı zaman linç edildiği bir ülkeye benzeyen ülkelerde ise kanunlara uyan değil, kanunların bekçisi olan vatandaş makuldur. Hal böyle olunca da üniforma gibi mis gibi bir benliği oluveriyor işte insanın. Bu insanların hepsi birer küçükelçidir.

Albert Camus, başkaldırının varoluş olduğunu söyler. Başkaldırı aslına bakılırsa bir reddedişin somut halidir. Ancak görünen o ki reddedişin bir kimliğe dönüşmesi ve var edebilmesi için “birlikte” olması gerekiyor. Aksi halde zaten bunca yalnızlığın olduğu bir dünyada reddederken de yalnız kalmak insanda olsa olsa bir savruluşa sebep oluyor. Savruldukça öyle duvarlara çarpıyor ki insan, kabullenmeye yaklaşıyor. Oldukça Kadıköylü ve öykücü bir arkadaşım, “insan birbirine dokundukça iyileşir” demişti. Tahmin ettiğinden daha haklıydı. Üstelik sadece iyileşmiyor, güçleniyor da insan.

Hani bugün yazılarını okuyunca bizim utandığımız, konuşmasını duyunca dalga geçtiğini sandığımız kişiler var ya, işte onlara kızmayın. Onlar, benliği olmayan meczuplardır. Kendini yalnızca bir gücün karınca ebatında bir parçası olarak var edebilen aşağılık, vicdansız, ahlaksız mahluklardır. Esas tehlike, aklı ve vicdanı olan insanların devletleşmesidir. Bazı başlıklar söz konusu olduğunda hangi kesimlerin hangi kesimlerle ortaklaştığına bir bakın. En yakın arkadaşlarınızın bile arkasına saklandığı “ama”’larına bir bakın. Kabullenmeye yakın olan işte tam da onlar.
Bana kalırsa insanı yalnızlıkla sınamamak gerek. Çünkü bu çağın yalnızlığı bir kimlik sorununa dönüşüyor ve bu durumda insanlar güçlü olanı tercih ediyor. Sonra da bu tercihi meşrulaştırıp kabullendikçe bir bakıyoruz ki o hareketin neferi olmuş. Bu hayatta söylendikçe söylenebilir olan şeyler var. Sırf bu yüzden kelimelerini susarak ölmüş milyonlar var. Şimdi ise barışı söylemenin tam zamanı. Savaşı kabullendiğimizde devlete dönüşürüz ve dünyanın daha fazla devleti kaldıracak gücü yok. Ama bizim barışı savunmak için her zaman gücümüz var.