Küresel medya, Paris katliamında ölenlerin anıldığı sırada uğultu çıkartılmasını “Yunanistan maçı öncesinde Türk taraftarlar Paris anısına yapılan saygı duruşunu yuhaladı” olarak verdi. En rahatlatıcı manşet “çoğunluk protestoya katılmadı” diyen Fransa gazetesi Le Figaro’dan geldi! Erdoğan, Fransa’dan gelen bu yorumdan iyimserlik çıkarmış olmalı ki “Orada tabi birkaç yüz olabilir herhalde kendini bilmez ıslıklamaya başlıyor. Bu olacak bir iş değil. Biz bir ülkenin İstiklal Marşına karşı saygı gösteremeyecek kadar tahammülsüz bir millet değiliz.” diyerek Yunanistan-Türkiye dostluk maçındaki tekbirli protestoyu Yunan milli marşına tepki olarak sundu.

Halbuki orada protesto edilen eylem, Fransa’da ölenler anısına yapılan saygı duruşuydu. Protestocuların sloganındaki “şehitler ölmez”, gayet açık bir biçimde öldürenleri kahraman ilan ediyordu. Bu aynı zamanda ölenlerin ölümü hak ettiği anlamı taşır. Konya stadyumunda Ankara katliamında ölenler anısına yapılan saygı duruşundaki yuhalama ile İstanbul’daki arasında hiçbir fark yok.

Her halde şöyle algılamamız isteniyor: 1922’de Polatlı’ya dayanan, 1974’te Kıbrıslıtürkleri katleden EOKA’nın arkasındaki ülkenin başbakanını karşısında gören kalabalık kendini tutamamış ve böyle bir eyleme kalkışmıştır. Bu kadar basitse 13 Ekim’de Konya’da gerçekleşen Türkiye İzlanda maçında da İzlanda milli marşının okunması protesto edilmiş olmalı. Hadi Yunanistan’ı anladık, İzlanda’yla unutamayacağımız bir anımız mı var!

Bizim açımızdan her iki maçta gerçekleşen protesto eyleminin anlaşılmaz tarafı yok. Türkiye’de, büyük bölümü AP ve MHP seçmeni olan bir kitle, sadece dinine/milliyetine yabancı olana değil, anlayış farkı gördüğü herkese düşmanlık besleyebiliyor ve gücü yettiği oranda karşısındakine düşman muamelesi yapabiliyor. Anlaşılmaz olan, dünyanın gözü önünde gerçekleşen olayları çarpıtıp, bu toplumsal ruh hastalığının gizlenebileceğini düşünmektir.
En iyisi gerçeği görmek, kabullenmek varsa niyetiniz önlem almaktır. Öyle polisiye önlem almak da gerekmez; dilinizi değiştirmeniz yeter. Aksi halde bugün “Bu olacak bir iş değil” diye tepki verdiğiniz olaylara bir süre sonra ‘bu olmayacak bir iş değil’ demek zorunda kalırsınız.

Olmayacak bir başka iş…
Devlet Bahçeli ,7 Haziran seçimlerinden önce yaptığı bir konuşmada “Sayın Erdoğan şimdi kulaklarını aç ve Elazığ’dan bizi dinle. Artık iyice anlaşılıyor ki sende şeref ve mertlik işportaya düşmüş, hurdaya çıkmış” demiş, ben de yer ve zaman göstererek bu ifadeyi bir yazımda tırnak içinde kullanmıştım.

Dün bir polis memuru aradı, basın savcılığına gitmemiz gerektiğini söyledi. Ben de giderim bir ara, neyse ifademi veririm dedim. Birlikte gitmemiz gerektiğinde ısrar etti, talimat öyleymiş. Buluşmadan önce şikayetçiyi sordum. Polis, belgede isim yok, 7 Ağustos 2015 tarihi yazınızla ilgili dedi. Arşive baktığımda anladım ki soruşturma yukarıdaki alıntıyı kullandığım “Sayın şerefsiz” başlıklı yazımla ilgili. Şikayetçinin kim olduğunu şekillendirip, kafamda ona göre bir metin oluşturmaya çalışıyorum. Büyük ihtimalle Devlet Bahçeli’dir dedim. İkinci ihtimal meclis başkanı… Cumhurbaşkanı sever böyle şeyleri dedimse de Recep Tayyip Erdoğan ismi üzerinde durmadım. Çünkü yazıda, alıntı dışında kendilerini ilgilendiren bir cümle yok.

Aklıma gelmeyen başıma geldi: Devlet Bahçeli’nin, Elazığ’da açık alanda binlerce kişinin önünde söylediği söze yazımda yer verdim diye cumhurbaşkanına hakaret eden ben olmuşum. Cumhurbaşkanına hakaret eden ben değilim, Bahçeli’dir; gidin lafın sahibine sorun, banan ne diyemem; bu ihbarcılığa girer. Fakat Bahçeli’nin bu konuşması televizyonlarda canlı yayınlandı, YouTube’daki izleyici sayısı beş bine ulaşmış; yani duymayan kalmamış. Duymayan bir tek Erdoğan ve avukatlarıymış! Gerçekten duymamış olabilirler, çünkü çevrelerinde öyle bir duvar var ki volumü ne kadar yüksek olursa olsun hiçbir ses duvarı aşıp onlara ulaşmıyor. Neyse, bu vesileyle konuşma bandının adresini vereyim, kaçırdılarsa izlesinler. https://www.youtube.com/watch?v=H-vHf2mLrw0