Sen şimdi yılgınlığın kıyısında tedirgin duruyorsun. Korkun öfkene karışmış, aklın belirsizlik sisine dalmış, önünü göremiyor gibisin. Her köşe başında, her durak önünde, kalabalıkta ya da yalnızken, bir dükkâna girerken, bir pastanede otururken üzerine kara ölüm bulutu çökebilir gibi hissediyorsun.

Sokaklar, caddeler, otobüsler, vapurlar tekinsiz. Elinde olmadan evine kapanmak istiyorsun. Ev, bildiğin güvenli tek yermiş gibi geliyor. Ama evde beklemek daha da zor. Evde daha savunmasız hissetmeye başlıyorsun kendini. Eşinin, anan baban, çocuklarının, arkadaşının yanında olması bu hissi azaltmak yerine artırıyor. Güven vermesini umduğun ev kıstırıldığın bir kapana dönüşmeye başlıyor, çünkü yalnızlaştırıp yalıtıyor seni.

Ne zaman geleceğini bilmediğin tehlikeyi her an olabilecekmiş gibi hissedersin. En kötüsü mutlaka olacağını bildiğinin ne zaman ve nerede olacağını tahmin edememektir. Kaçamayacağını sandığın bir tehditle dehşete kapılmaya başladığında başkalarının yanında olmak istersin. İnsan, insanlaşmaya başladığından bu yana kendini grup içinde güvende hisseder. Ama her toplanma girişimi bu kez içine girdiğin kalabalığı hedef haline getirme riski taşıdığından korkunu da artırır.
Bu açmaz; yalnız kalamamak ama kalabalıkta da hedef gibi hissetmek, seni daha güçlü gibi hissettiğinin yanına itmeye başlar. Kim seni koruyabilecek gibi görünüyorsa, kim vaat ediyorsa canını kurtaracağını, kimin elindeki silah daha güçlüyse onun yanı güvenliymiş gibi görünmeye başlar.

İşte en büyük tuzak tam da güvenliği vaat edenin çağrısıdır. Çağrısına uyup, yanına gittiğinde sana da bir silah uzatır çünkü. Öldürmeliyiz der, öldürmeliyiz yoksa onlar bizi öldürecek! Ne zaman ‘biz’ olduğunu ve ‘onlar’ın kim olduklarını ve neden sana da düşman olduğunu anlayamazsın bile. Sana hemen onları tanımlamaya başlarlar. Çok basittir onları anlamak, biz olmayan herkes! Peki, biz kimiz? Bizi ve onları ayıran tek ölçüt, yanına gittiğimizin yanında ya da karşısında olmaktır! En küçük bir duralamanda yanına gittiğinin kaşları çatılır, gözlerini üzerine diker ve ‘ya bizdensin ya düşmansın’ der. Uzattığı silahı alırsan öldürmen gerekecek, almazsan da seni öldürecekler gibi olur. Ölümden korunayım derken ya öldürme ya ölme açmazına yakalanmış olursun.

Aklın ne kadar bulanıklaşmış olsa da, ya bizdensin ya düşmansıncıların, seni değil kendilerini korumaya çalıştıklarını görebilirsin. Kim sana kullan diye silah uzatıyorsa, seni kendisine kalkan yapmak istiyor. Bu tuzağa düşmemen mümkün. Kim sana öldürmezsen ölürsün diyorsa tek amacının seni ölüme göndererek kendisini korumak olduğunu görebilirsin.
Kim sana öldürmeyebilirsin diyorsa ölmeni asıl o engelleyebilir. Katil ya da maktul olmaktan başka seçeneğin var. Biz ve düşmanlar ayrımını kırmanın yolu elinde silah olandan uzak durmak, sadece iki grup olmadığını kanıtlamaktan geçiyor.
Ölmeyi ve öldürmeyi reddedenler ne kadar çoğalırsa ölüm çağrısı yapanlar o kadar yalnızlaşır. Yalnızlaştıkça bu kez asıl onların ne denli güçsüz oldukları daha da belirginleşir. Seni korumak değil kendilerine senden bir kalkan yapmak istedikleri, asıl kendilerini sana korutmak istedikleri ortaya çıkar.

Eline silah almazsan hedef olmayacaksın. Elinde silah olmayanlarla ne kadar biraraya gelirsen o kadar büyük bir kalabalık olabileceksin. Şimdi senin de tek bir ölçütün olmalı; kim seni öldürmeye çağırmıyorsa o senin dostun. Hemen çevrene bak, oturduğun apartmanda, caddenin karşısındaki lokantada, mahallende, iş yerinde, okulda ölüme çağırmayan, ne öldürmek ne de ölmek isteyen ne çok insan olduğunu göreceksin.
Korkmakta çok haklısın ama unutma; korkundan öfke değil dayanışma çıkarabilirsen işte asıl o zaman hepimiz yaşayabileceğiz.