Bir çocuk cesedi bu biçimde hiç görülmemişti bu güne dek. İsyanımız, öfkemiz, gözyaşımız bundandı. Sabah kalkıp, güzelce bir kahvaltı ardından indiğimiz sahilde çocuğun ölü bedenini bulduk. Tüm bir insanlık bu dehşet veren gerçek karşısında dilini yuttu sanki. Evet, bu noktaya geldik işte. Denizden kıyıya çocuk ölüleri vuruyor…

Bu acı fotoğraf karşısında her birimiz, eğer biraz kalp/beyin taşıyorsak, irkildik elbet. İnsan ölüm karşısında, hangi biçimde olursa olsun, bambaşka bir sorguya girer kendiyle. Çocuk ölümü ayrı kederlidir. Yaşam bize sunulmuş bir armağansa eğer, daha doyasıya sürülemeden, üstelik belki anlam bulmanın çok uzağındayken böyle sonlanıyorsa, bu yazıyı yazana, hadi bir de inançlılar için söyleyelim, bu kaderi çizene öfkeleniriz.

Elbet çocuklara ilk kez kıyılmıyor. Dünyanın dört yanında şu dakika, tecavüze uğruyor, şiddet görüyor, savaş kurbanı oluyor çocuklar. O kadar yalın bir gerçekle karşı karşıyayız işte; varsıllık/yoksulluk denklemi işliyor yine. Karşımızda tastamam ideolojik bir sorun duruyor. Hamasetle aşamayacağımız, üzünç sözleriyle kurtulamayacağımız bir sorun. Birileri çocukların öldüğü dünyadan şikâyetçi değil, mesele budur!

Ortadoğu, coğrafya koşulları gereği, ölümle yaşamaya alışık insanlardan oluşuyor. Biz, yani Anadolu halkları da bundan muaf değiliz. Çok zamana yayılı bu deneyim; köyler yanarken çocuklar da öldü. Kentlerde bombalar patlarken, çocuklar da vardı. Hatta devletin resmi mermisi gidip çocuk bedenlere nişan aldığında alkışlayanımız bile oldu. Bir çocuğa devletin en tepesi ‘terörist’ dedi. Dünya bu ölümleri ilkin uzaktan izledi; ancak, geleceği olmayanların isyanı, sömürünün acı reçetesi, geldi onları da vurdu sonunda. Okul sırasında öldü çocuklar. Ana kucağında olmaları gerekirken tabutlara kondu. Gözyaşları sel oldu da, devran değişmedi. Neden? Çünkü ‘başka bir dünyanın mümkün’ olduğuna kimse inanmadı. Saldırgan neoliberal siyaset tüm değerleri ayaklar altına aldı ve ölü çocuklar bahçesine dönen dünyayı ezerek, çiğneyerek vahşeti sürdürmeye devam etti.

Kıyıya vuran çocuk hangi yolculuğa çıkmıştı? Dünyaya öfkeli sözlerle saldıran devletlüler önce bunun hesabını vermeli. Kimse evini barkını bırakıp, sonu büyük olasılıkla ölümle sonlanacak bu yolculuğa gönüllü çıkmaz. Önce Irak, ardından Suriye, derken tüm bölgede sömürü düzeninin koltuk değneği olsun diye ‘Müslüman Kardeşler’ düzeni kurulmadı mı?

Irak; ABD eliyle mezhepçiliğe, ırkçılığa terk edilirken fırsatçılık yapanlar, ‘bir koyup üç alma’ derdinde olanlar bu suçun ortağıdır. Güvenliksiz, dinci çetelerin eline bırakılmış halklardan söz ediyoruz. Durumu fırsat sayıp devlet sahibi olmaya çalışanlar bu suçun diğer ortağı elbet. Ve Suriye! Silah sevkıyatlarıyla yobaz/dinci katiller ordusunu kim yarattı, besledi? Yetmedi, bizim topraklarımızda onlara aş, hastane, çalışma olanaklarını kim sağladı? Propaganda aygıtlarında “bu işler doğru değil” diyenleri kim hedef gösterdi, fişledi? Hesap ortada işte… Buna karar veren, uygulayan, sessiz kalan herkesin eli kanlı artık!

Halkların kendi mücadelesi olmaksızın ne devrim olur, ne demokrasi gelir. Dışarıdan her müdahale emperyalist amaçlar taşır; kendini dev aynasında gören küçük adamlar da ‘kullanışlı aptallar’ olarak koltuk değneği olur. Kalabalıklar önünde ucuz nutuklar atar, insanların gözünü korkutmaya kalkar bu tiranlar, zalimler, muktedirler… Oysa bilirler ki, bu kan gölüne dönen dünyada en çok onların izi vardır!

Kuru kuruya üzülmek, ağıtlar yakmak, yas tutmak neyin çözümü? Yakında okullar açılacak, çocuklar düşecek yollara, güzel bir gelecek düşüyle bakacağız arkalarından… Öyle mi sahiden? Tersine; korkacağız, hangi manyak musallat olacak çocuklara, diye endişeyle bekleyeceğiz. Eğer ölü bir çocuk bedeni kıyıya vuruyorsa, kimsenin çocuğu güvende değildir!

Okullar açılacak dedim ama belki de açılamayacak! Kürt coğrafyasında okullar karakol oldu yine, öğretmenlerin can güvenliği yok, gitmek istemiyorlar oralara… Batı güvenlik sorunu içinde, kentlerde hücre evleri patlamaya hazır. Tecavüzcüler orta yerde… Hak yok, hukuk yok! Varsa yoksa seçim… Saray, sultan tartışmaları arasında daha çok çocuk bedeni düşer toprağa…

Gözyaşı dökmek yetmiyor. Irkçılığın, yobazlığın karşısına korkusuzca dikilmek gerekli! Bencil olmadan, haklılığına iman etmeden, uygun koşullar aramadan, çocukların yüzüne bakabilmek için direnmeli!
Ağlamayın demiyorum. Ağlayarak avunmayın diyorum!