İçinden çıkılmaz bir karmaşa/kaos artık algının sınırlarını zorluyor. Kimi zihninin penceresini kapayıp, üzerine kalın ve karanlık bir örtü örterek durumdan kurtulacağını sanıyor. Ermiş olmak için öte dünya/gurular peşinde koşanları da eklersek; bu karmaşayı yaratanların ekmeğine yağ sürenlerin sayısının ne denli çok olduğunu görürüz. Düşünmek üstüne emek vermeden, kendinden emin olanların kolaycılığını fark etmek olanaksızdır. Fikrinden emin olan kimse, mutlu bir ahmaktır.

olu-zamanlarin-yasak-meyvesi-125541-1.

Erken yaşta yaşamın anlamsızlığı, hiçlik üstüne düşünmeye başlayan Albert Caraco, tüm ömrünü “Kaos’un Kutsal Kitabı”na adamış gibidir. Ölümün en saygın yol olduğuna inanıp, salt annesi, babası üzülmesin diye, önce onların göçmesini beklemiş, sonra yaşamına son vermiştir. Kendi yazgısını belirleme hakkını kullanmış, özgürlüğün tadını çıkarmış anlaşılan. Savaşlar arasında savrulan insanların, yazgısını başkasının eline bırakmasına hayret ediyor Caraco. Yaşam arzusu nereden gelir sorusu kadar, ölüme kavuşma isteğini de anlamak zorundayız.

olu-zamanlarin-yasak-meyvesi-125537-1.

“Uyurgezer” güruha alaycı tebessümle batırıyor iğnesini
Çağını derinden etkileyen ve artık güçlükle rastlanan büyük düşünür örneklerinden biri Albert Caraco. Anarşizm, nihilizm sınırlarını zorlayan, kendi kapalı dünyasında, uzaktan, sanki puslu bir camın ardından insanlığa bakarak, gördüklerini en acımasız biçimde kaleme alıyor. Ölene değin sadece yazıyor. Sanki kendinden sonrakilere bu ölümcül mikrobu bilerek bulaştırıyor. Kendi sonlarını görmemek için direnen, onun sözleriyle “uyurgezer” güruha alaycı bir tebessümle batırıyor iğnesini.

Çelişkinin derinleşmesi, sorgulamanın gücünü gösterir
Münzevi bir yaşamı tercih etmesine karşın, büyük kitlenin ahmaklığına tahammül edemeyen; giderek çoğalan insan kalabalığını iyice katlanılmaz gördüğünden; zehirli, yaralayıcı bir dil kullanıyor Caraco. Bu tür düşünürleri okurken, hem coşkuya kapılır insan, hem de zamanla mesafe koymasını öğrenir. Arka arkaya gelen cümlelerin kimine şaşırtıcı bir yakınlık hissederken, kimine o derece soğuklukla yaklaşır kişi. Zihnin bu türden işleyişi doğasından gelir. Çelişkinin derinleşmesi, sorgulamanın gücünü gösterir. Tutarlılık bir sorundur, üzerinde hemfikir olunmuş mutlak bir doğru olmasından kaynaklıdır bu durum.

“Tutarlılık” üstüne düşünmek gerek. İnsan farklı zamanlarda, aynı konular üstüne kafa yordukça; deneyim, bilgi karışımı başka veriler oluşturur, bunun sonucunda yeni çıkarımlar mümkün olur. O halde yeni bir durum doğmuş olur ki, buradan başta savunusu yapılan fikrin, karşısına geçme olasılığı artar. Böyle söyleyince “tutarsızlık” övülmüş, dengesizlik bir tür bahaneye dönmüş, kutsanmış olur mu? Etik ölçüt için bunu söylememiz doğru olmaz elbet. Etik savrulmalar bu kapsamda olamaz. Söz gelişi, hırsızlığın her boyutu suçtur. Daha çok bilgeliğe giden süreç için bu fikir başkalaşması üzerinde durmak isterim.

olu-zamanlarin-yasak-meyvesi-125538-1.

Düşünme deneyimi olmayan biri, fikrine iman der
En doğru örnek, kendinden emin olma hali için verilebilir. Az bilgi, sınırlı yaşanmışlık düşünmeye çoğu zaman engeldir. Henüz düşünme deneyimi olmayan biri, fikrine iman der. Oysa kuşku duymak, dolayısıyla sormak, düşünmeye dâhildir. İlk ciddi sorgulayıcı, etik/insan filozofu Sokrates en çok bununla mücadele eder. Muhtemelen içinde kendine dair büyüyen soruları açıktan sorduğu için, sonu baldıran zehri içmek olur. Bir kez sormaya başladın mı, artık bundan geri dönmek, vazgeçmek olanaklı değildir. “Tutarlılık” dediğimiz, eğer sormaya engelse, ciddidir mesele. Bunun karşısına “tutarsızlık”ı koyamayız…

“İman, boş şeylerden biridir ve bu dünyanın doğası üzerine insanı aldatma sanatıdır.” derken Caraco, bir irade devrinin anlamsızlığından, dahası zararından söz eder. Dünyayı kana bulayan, hükümranlığını sürdürmek için her şeyi göze alan sultanlar için: “Devlet başkanlarının kendi batıl inançlarını birer unvan haline getirmeleri ve bir ibadetin törenlerini bundan böyle kendi varlıklarıyla onurlandırmaları meşru değildir. Yaşadığımız yüzyılda insan sıfatına layık biri hiçbir şeye inanmaz ve bunu da övünç kaynağı yapar.” demesi boşuna değil. Diktatörlüğü halk mı kurar, diktatör mü kendine halk yaratır, ayrı tartışma konusu. Lakin iman eden kimse için bu sorular zaten yoktur.

Sokrates’in sonu şaşırtıcı değildir buradan bakınca… Esasen bugüne değin soru sorma alışkanlığımızın atası Sokrates, en temel olu-zamanlarin-yasak-meyvesi-125539-1.soruya yönelmiştir, aşıldığı da pek söylenemez o sorunsalın. Varlığımızın bir anlamı olmalı, bunun için de yaşamı derinlemesine sezmemiz ilk koşuldur ki, bu da sorgulamayı gerektirir. Bilginin kutsandığı çağımızda, en önemli ayrım bilgi ve bilgelik arasında mutlak bir örtüşme olmamasıdır.

Bilmekle, neyi, ne kadar bilebileceğimiz arasında fark vardır. Bunun için de soru sormak gerekir. Sorusuz geçen bir ömür yaşanmamış demektir. Bunu anımsatan, sürekli soru soran birinden kimse hoşlanmaz. O halde şunu dememiz boşuna değildir; ilkin halk rahatsızlık duyar irkilten sorulardan, ardından hükümran iktidarını sarsan bu sorulardan ve sorgucudan rahatsız olur; halk cezası verilsin ister bu aykırı sorulara, hükümran da cezayı keser. Buna da demokrasi, hukuk devleti demek hiç şaşırtıcı olmaz!

Cehalet sürüyü korur, vahşeti arttırır
Caraco’nun bu deli saçması durum karşısında özgür biçimde, ağız dolusu sövüp sayması doğaldır elbet. Düşün adamını esir almaya çabalayan bu “uyurgezer” güruha uymak zorunda kalmak çıldırtıcıdır elbet. Milliyetçilik gibi köksüz, sömürüye uygun kavramlar karşısında kızgınlaşır, sözünü esirgemez Caraco. Bu koca kalabalığın, çıkışsızlığını en değersiz, en yeteneksiz, en vahşi olan kişinin peşine takılarak gidermeye çalışması; korkutucudur, lakin şaşırtıcı değildir. Diktatörlerin varlığı çoğunlukla toplumsal taleplerden gelir. “Uyurgezer” güruhun kendine yararı olacak, değerli kılacak hiçbir bilgiyi tercih etmemesi anlaşılır. Cehalet sürüyü korur, vahşeti arttırır.

Ölümlü olmaya katlanmak kolay değil elbet. Sahte cennet vaatleri ve öte yana dair büyüleyici cümleler “uyurgezer” güruh için çekicidir her daim. Yaşantının hakiki bir anlama denk gelmesi için hangi yöne gideceğini bilemeyen kimse, birinin dürtmesiyle saldırgan savaşçı olabiliyor. Büyük emirlerin varlığı, kutsallar dünyasının parıltılı, bilmeceli, esasen birbirini kopyalamaktan öte geçmeyen öğretileri sorunsuz vakit geçirmesi için mükemmeldir “uyurgezer”lerin. Bunlara katlanmak zorunda mıdır düşünür, Caraco?

Bir başka dil gereksinimi ya da kırıp, dökerek tüm ezberleri parçalama isteği bu aptal davranışlar içinde kaybolmamak için beliriyor muhakkak. Sokrates’ten bu tarafa “uyurgezer”lerin iktidarını anlamlı bir seçenek sunma olanağı bulunamadı. Kimsenin incelikli düşünmeye zamanı yok. Belki de bu yolu seçmenin ne denli meşakkatli olduğunu sezen insan, kolaya gönüllü teslim oluyor. Anlaşılabilir mi? Evet. Hak verilebilir mi? Hayır. Ahmakların iktidarında yaşamaya boyun eğene saygı duymak mümkün değildir!
Caraco’dan farklı baktığım yer, intiharın bir çözüm olduğu fikri. Dünyaya geliş bir tür rastlantı ve ölümde zamanı belirsiz bir buluşmaysa eğer, arada kalan zamana dair düşünmek gerekir. “Hiçlik” ve “Saçma”nın gençliğe yaraşan kavramlar olduğunu, zamanla, bilgeleşme yolculuğunun başka türden bir hazza döndüğünü düşünüyorum. Bedenin yavaşlamasına tanıklık etmek, yaşam filminin sonuna giderken; hem oyuncu, hem izleyici olma cesareti göstermek benzersiz olmalı. Tüm bunları katlanılması güç “uyurgezer” güruha rağmen söylüyorum.

Tanrıyı yaratan ve öldüren şiir
Yapay zekâların yeni bir esaret sürecini başlattığı şu günlerde, etik sorunlar, varlık üzerine yepyeni ya da eski ama yine hayli güncel sorularla yaklaşmalıyız. Şiirin varlığı bu terazide değer buluyor. Ele avuca gelmeyen, kabına sığmayan sözlerin, imge olurken nasıl da bambaşka bir hale döndüğünü görmek etkileyici. Tanrının şiir karşısında sürekli yenik düşmesine şaşmamalı, eğer söz dize gelseydi bunca zorbalık olmazdı. Söze inanmak ya da kifayetsiz kaldığını görüp, yeni söz kurmaya çabalamak, aynı açmazın doğal sonucu. Tanrıyı yaratan da öldüren de şiirdir.

İyi bir soru, imgedir.

Ölü zamanların yasak meyvesinden söz ediyorum.
Caraco, intihara giderken bir kurgu yapmış anlaşılan. Yıkıp, dökerek ve tanrıya, “uyurgezer” güruhun tüm ahmaklıklarına bir başkaldırıdır bu. Buradan bakınca onu anlamak mümkün… Kimi kalemini yontarak kurar öyküsünü, kimi baldıran zehirini gönüllü içerek. İkisi de şiirdir, o bilmediğimiz karanlık çatı katında gezinti çabası… Varlık ve ölüme dair…

olu-zamanlarin-yasak-meyvesi-125540-1.