Kente gelenleri, “HEPİMİZ BİRİMİZ İÇİN!” yazısı karşılıyordu. Kapıdaki görevliler gelenleri, tüm farklılıklarını dışarıda bırakmaları ve “Bir”e koşulsuz boyun eğmeleri, aksi takdirde kente giremeyecekleri konusunda uyarıyorlardı. Koşulları kabul eden yabancılar, kentin hemen girişindeki, surların dibindeki en dış çembere yerleştirildiler. Burası “Bir”in kentiydi. Kent, merkezden dışarı doğru yayılan eş merkezli çemberler şeklinde inşa edilmiş, kentin sakinleri merkezin etrafındaki çemberlere yerleştirilmişti. Merkezdeki “Bir”i kuşatan çember, “Bir”den en çok pay alanları, “Bir” olmaya en çok yaklaşanları içerirken, diğer çemberlere yerleştirilenlerin payları merkezden uzaklaştıkça giderek azalıyordu. En dıştaki çembere yerleştirilenler ise nitelik bakımından "Bir" ile en az şeyi paylaşanlardı. Kenti çevreleyen kalın ve yüksek duvarların ötesi, “Bir”in niteliklerinin tam karşıtı niteliklere sahip mutlak ötekinin, “çokluğun” yaşadığı topraklardı. “Bir” mutlak iyiydi, öteki mutlak kötü; bir mutlak güzeldi, öteki mutlak çirkin. Kente yerleşmek üzere gelen yabancılar, her ne kadar farklılıklarını dışarıda bırakmayı ve “Bir”e boyun eğmeyi kabul etseler de çokluğun kiri içlerine işlemişti. O yüzden en dış çembere yerleştirilen yeni gelenler zamanlarının çoğunu “Bir”i seyre dalarak geçiriyor, böylelikle çokluktan bir an önce arınıp merkeze yakın çemberlere taşınmayı ve günün birinde “Bir” olmayı umut ediyorlardı.

***

Ne zaman “bir” araya gelsek çok geçmeden “biz” ortaya çıkıyor ve “biz”e uymayanları çemberin dışına öteliyoruz. Öteki, “biz”leşme sürecinde ortaya çıkan bir yan üründür, tıpkı atölyesindeki marangozun biçimsiz bir ahşap parçasından simetrik bir form yaratırken talaş üretmesi gibi. “Biz” üretilirken de bedenlerden yontulan istenmeyen, uyumsuz kısımlar, pürüzler atılır. Öteki, “biz”in atıklarıdır; “biz”e uymayan niteliklerin toplamı; “Bir”in dışarıda bıraktığı çokluk. Bu uyumsuz parçaları bir araya getirip ötekinin canavar olarak portresini yapabilir ve içeridekiler yaramazlık yaptıklarında onları bu portreyle korkutabilirsiniz. “Bir”in kentinde yaşamayı kabul ettiğimizden beri dışarıda bıraktığımız farklılıklarımızdan korkar olduk. İktidar içimiz rahatlasın diye kentin dışına, ötekinin topraklarına fetih seferleri düzenleyip hayali canavarları öldürdüğünde hep birlikte derin bir “ohh!” çekiyoruz. Oysa öldürülenler bizim parçalarımızdı. Bu tanıdık yabancılardan kurtulduğunuza sevinmeyin hemen, sık sık ziyaretinize gelecekler, tekinsiz deneyimler yaşayacaksınız.

***

İktidar bütünü sever. Parçalarla ilgilenirken görülmüşse şayet, bilin ki bütünü inşa ederken kullanacağı yapı malzemelerini seçiyordur. Parçaların tek başlarına, tüm nitelikleriyle sevilebileceği fikri, iktidarın yapısına aykırı. “Bir”in kenti, farklılıkları dışarıda bırakılmış ve bütüne boyun eğdirilmiş parçalarla inşa edilmiştir. Kendilerine özdeş tekil parçalardan hiyerarşik bütünler kuramazsanız; tikelleştirmeniz gerekir. Onlarla yan yana durabilir, dokunabilir, konuşabilir, birlikte yürüyebilirsiniz. Tekil parçalar arasında kısmi özdeşlikler kurup biricik niteliklerini budadığınızda artık gövdesine sarıldığınız o biricik çınar ağacı yoktur, sadece ağaç formu vardır; her sabah selamlaştığınız o biricik köpek buharlaşır birden, geriye köpek formu kalır. Ve sonunda “biz” ve “onlar”a ulaşırsınız. “Biz” bir genellemedir; uyumlu parçalardan inşa edilmiş bir bütün. “Onlar”ı ise, budadığınız istenmeyen parçalardan, atıklardan siz yarattınız. “Biz” pozitiftir, onlar ise “biz”in negatif ikizidir. Hata yaptığınızda, kendinizi değil, artık onları suçlayabilirsiniz.

Toplumda uyumsuz, tekil biri var olabilir mi, çemberin dışında kalmış, sınıflandırılamayan? Hiyerarşik bir bütün olarak toplumun tekil parçalara tahammülü yoktur. Tikelleştirilemeyen uyumsuz parçalar toplumun dışına ötelenir. “Bir”in kentidir burası; tekilliklerinden arındırılıp tikelleştirilmiş bedenlerin kenti. O gün de hep birlikte “Bir”i seyre dalmışlardı; birden çok uzaklardan gelen bir sesle irkildiler; yabanıl, tüyleri diken diken eden bir ses; kente girerken dışarıda bıraktıkları ötekinin çığlığı. Sonra hiçbir şey olmamış gibi kaldıkları yerden “Bir”i seyretmeye devam ettiler. Ölülerin kentidir burası.