Ülkemizin emperyalist bağımlılık zincirinden kurtuluşunun yol haritasını oluşturabilecek ana başlıklardan biri olan sanayileşme strateji ve politikalarını göz önünde bulundurarak tartışmak ve ülkenin emekçi halkının yararına bir dönüşüm yaşanmadığı sürece tehlikenin büyük oranda devam edeceğini görmek gerekiyor.

Ölüm gemisi şimdilik durduruldu ama tehlike sürüyor
Fotoğraf: AA

Mahir Ulutaş - EMO Yönetim Kurulu Başkanı

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un sosyal medya hesabından yaptığı paylaşım ile Brezilya’dan İzmir’e gelmek üzere yola çıkan ve asbest içerdiği için yoğun bir kamuoyu tepkisine yol açan NAe Sao Paolo gemisinin gerekli belgeleri sağlamadığı için Türkiye’ye girişine izin verilmeyeceğini açıklaması, İzmir halkının, çevre örgütlerinin ve TMMOB başta olmak üzere demokratik kurumların ısrarlı ve kararlı mücadelesi sonucu elde edilmiş büyük bir başarıdır.


Demokratik kamuoyunun yakından takip ettiği üzere, 1950’lerin teknoloji ve malzemeleri ile inşa edilen ve 900 tondan fazla asbest içerdiği ortaya çıkan Sao Paolo “ölüm gemisi”, taşıdığı tehdit nedeniyle Brezilya limanlarından ayrılmasını engelleyen mahkeme kararına rağmen ülkemize doğru gelmekteydi. Toplumsal muhalefetin ve çevre örgütlerinin yoğun itirazlarına ve geniş katılımlı eylemlere rağmen siyasi iktidarın şirket yetkililerinin ağzıyla yaptığı tehlikenin büyüklüğünü reddeden açıklamalar, çevre ve insan sağlığı açısından oldukça riskli olan ve bu nedenle 1980'li yıllardan sonra Avrupa ve Amerika’nın terk ettiği ve Türkiye, Hindistan ve Bangladeş gibi ülkelerde gerçekleştirilen gemi söküm sektörünü ve bu sektörün çevresel ve toplumsal maliyetlerini ülkenin ana gündemlerinden biri haline getirmişti.

Sao Paolo gemisinin şimdilik ülkeye girişinin engellenmiş olması olumlu bir gelişme olmakla birlikte tam gaz devam eden gemi söküm sektörü ülke için büyük bir risk oluşturmaya devam ediyor. Söküm esnasında gövdelerinde ve makine ve ekipmanlarının bir parçası olarak asbest başta olmak üzere, madeni yağlar, ağır metaller, poliaromatik hidrokarbonlar, poliklorlu bifeniller gibi tehlikeli ve toksik maddeler içeren gemi söküm sektörü ülke için yıldan yıla büyüyen bir sektör mahiyetinde. Sadece İzmir Aliağa’da 22 adet gemi söküm tesisinde yılda yaklaşık 900.000 ton hurda gemi sökülüyor ve Gemi Geri Dönüşüm Sanayicileri Derneği’nin raporuna göre 2009-2020 yılları arasında toplam 1.971 geminin söküldüğü belirtiliyor.

Gemi sökümü ile hurda demirin demir çelik tesislerinde hammadde olarak kullanıldığı biliniyor. Ülkemizde demir çelik üretiminde kullanılan hurdanın yüzde 70,8’i çeşitli ülkelerden, yüzde 11,2’si gemi söküm tesislerinden ve yüzde 18’i de yurtiçi kaynaklardan sağlanıyor. Aliağa’da kurulu demir çelik tesisleri için erişilebilen son istatistiklere göre ise durum şöyle: İhtiyacın yüzde 8’i yurtiçi kaynaklardan, yüzde 12’i dışalımdan ve yüzde 80’i gemi söküm tesislerinden karşılanan hurdalar ile sağlanıyor.

Demir çelik sektörü de başlı başına ülke için büyük bir tartışma başlığı olması gereken bir alan. Her şeyden önce Türkiye’de demir çelik sektörü katma değeri düşük ve emek yoğun bir yapılanma içinde; demir cevherinden üretim yapan entegre tesisler üretimin ancak yüzde 25’ini sağlarken ithal hurdaya dayalı demir çelik üretimi yapan ark ocakları üretimi yüzde 75’e ulaşıyor. Emperyalist merkez ülkelerin uluslararası bağımlılık ilişkilerinin sürekliliğini garanti altına almak üzere emek-yoğun ve enerji yoğun kirli endüstrileri bağımlı-çevre ülkelere kaydırma programının gereği olarak seramik, çimento vb. toprak sanayi gibi ark ocakları da Türkiye gibi bağımlı ülkelere kaydırılmış durumda.

Diğer yandan elektrik ark ocağı ile üretim yapılan fabrikaların çelikhaneleri PM, ağır metal, POP (Kalıcı Organik Kirletici); haddehaneleri de PM, NOx kirliliklerine neden oluyor. Dahası hurda eritimi ve çelik üretimi sırasında iki önemli atık oluşuyor: EAOT ve cüruf. Genel olarak, bir ton çelik üretiminde yaklaşık 14 kg EAOT ve 100 kg cüruf açığa çıktığı biliniyor . EAOT içerisindeki farklı metallerin yoğunluğu, kullanılan hurdanın özelliğine göre değişiklik gösterse de, genel olarak Türkiye’deki EAOT başlıca yüzde 35 demir, yüzde 10–30 çinko ve yüzde 2–7 kurşun içermekte olduğu tespit edilmiş durumda. Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye tarafından da tehlikeli atık olarak kabul edilen EAOT’nin çevreye zarar vermeden güvenli bir şekilde giderilmesi ve depolanmasının sağlanabilmesi için özel işlem ve depolama teknikleri gerektiği düşünüldüğünde, özel sektörün kâr hırsına teslim edilmiş dizginsiz bir kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkemizde nasıl bir çevresel yıkım yaşanmakta olduğunu görmek zor değil.

Sektörün yaratmış olduğu yıkımın bir diğer göstergesi de şu; yüksek enerji tüketimi gerektiren bu endüstri, gelmiş olduğu nokta itibariyle büyük oranda fosil yakıtlardan sağlanan elektrik üretim tesisleriyle entegre bir yapı içinde ve ülkenin toplam endüstriyel enerji tüketiminin yüzde 20-25’ini tek başına tüketiyor. Yani hammadde olarak kullandığı gemi söküm işlemi ve ark ocağı vasıtasıyla demir-çelik üretiminin kendi yarattığı atıklar ve çevresel riskler yetmezmiş gibi, ihtiyaç duyduğu elektrik enerjisinin üretilmesi dolayımıyla da hem ciddi bir çevresel kirlilik yaratıyor, hem de Türkiye elektrik sistemi için ana yüklerden biri durumunda. (Burada detay olabilecek ama elektrik mühendisliği mesleği için önemli bir noktayı da vurgulamak isterim; ark ocakları üretim teknikleri gereği darbeli yükler oldukları için elektrik sistemi açısından da enerji kalitesini olumsuz etkileyen ana harmonik kaynağı konumundadır. Enerji kalitesini uluslararası standartlara uygun bir seviyede tutmak için de hem kamu hem de özel sektör bu sebepten dolayı harmonik filtreleme amacıyla ciddi yatırımlar yapmak zorunda kalmaktadırlar.)

Özetle konuyu ülkemizin emperyalist bağımlılık zincirinden kurtuluşunun yol haritasını oluşturabilecek ana başlıklardan biri olan sanayileşme strateji ve politikalarını göz önünde bulundurarak tartışmak ve ülkenin emekçi halkının yararına bir dönüşüm yaşanmadığı sürece tehlikenin büyük oranda devam edeceğini görmek gerekiyor. Bu çerçevede; yoğun enerji tüketen, eski teknolojili, çevre kirliliği yaratabilen sanayi sektörleri (çimento, seramik, elektrik ark ocağı esaslı demir-çelik vb) yerine, ülkenin mevcut ve gelecekteki ihtiyaçlarını kamusal planlama anlayışı ile ele alan, enerji tüketimi düşük, ithalata değil yerli tasarım, mühendislik, hammadde, ara malı ve nihai ürün üretimine dayalı, karbonsuz veya düşük karbonlu sektörlerin geliştirilmesine öncelik verilmesi acil bir gündemdir.