12 Eylül’den söz ederken, hayırla andığım tek bir şey var: Mozaik. Memleketin belki de en önemli müzik topluluğu

Ölümden önce bir hayat vardır: Bir Mozaik güzellemesi

Geçtiğimiz yıl, 12 Eylül’i içine alan hafta, “tanıdığım” Kenan Evren’i yazmış, bu sayfalarda anlatmıştım. Üzerinden tam bir yıl geçti, yine o günlere geldik. Bu yıl bir fark var: 12 Eylül’ün 35. yılında 12 Eylül’ü yapanlar artık aramızda değil. Kenan Evren dâhil. Yaptıkları unutulmayacak elbette ama sorsanız, Milli Güvenlik Konseyi’ni oluşturan beş kişinin adını ve dönemin başbakanını hatırlayan çıkmaz. Oysa o yıllarda ilkokullarda bile öğretilen, ezberlememizi ve bir çırpıda saymamızı istedikleri isimlerdi bunlar. Çanakkale’deydim, Kenan Evren ve arkadaşlarını orada tanımış, bir kış günü onu alkışlamak zorunda kalmıştım. Zorunluluk, çünkü kendi isteğimizle değil, okul müdürünün isteğiyle gitmiştik bu mitinge ve yüzlerce çocuk, “serbest” kıyafetlerimizle Yalı Caddesi boyu dizilmiş, Çimenlik Kalesi’nden Cumhuriyet Meydanı’na geçecek olan “kurtarıcılarımız”ı alkışlamak için beklemeye başlamıştık. Alkışlayamamıştık ama. Hava çok soğuktu ve arabalar gelene kadar donmuş, “paşalar”ın kale ziyaretinin bitmesini ayakta beklediğimiz için yorulmuş, alkışlayacak mecal bulamamıştık kendimizde. Sonrasında, meydanda, mitingi dinlerken çoğumuzun telef olduğunu yazmayayım hiç. Evren’in “zorla” topladığı kalabalıklara yaptığı “coşkulu” konuşmaların arka planı böyleydi aslında: Televizyonda izlerken, “yine ne çok insan toplamış” diyen büyüklerimiz, nedenini gördüğünde şaşırmamıştı.

Düşününce bugün ben de şaşırmıyorum çünkü hâlâ var olan bir şey bu. Para ödeyerek, kumanya vererek, tehdit ederek mitinglere götürülen kalabalıklara konuşmalar yapanları bugün de görüyoruz. Acayip olan, oradaki insanların bu yolla getirildiğini bile bile bu kalabalıklara sevinenler… Sevindikçe şişiyorlar, şiştikçe abartıyorlar. Kenan Evren fazla abartamadan görev süresini doldurdu ama kimileri, şu anda başımızda olan yani, bunu uzatmak için elinden geleni yapıyor. Görev tanımı da değişti zaten: Cumhurbaşkanının, başbakanmış gibi mitingler yaptığı bir dönem bu. Bunlara açılış diyor, “miting değil” diyor belki ama kalabalıkları oraya getir(t)meyi biliyor. İşte bunlar hep 12 Eylül. “Bitirdik” diyenler, onu ve geleneklerini sürdürüyor.

12 Eylül’den söz ederken, hayırla andığım tek bir şey var: Mozaik. Memleketin belki de en önemli müzik topluluğu. Hepi topu dört kaset çıkartan ve “külliyat”ını geçtiğimiz yıl yayımladıkları altı CD’ye sığdıran bu şahane topluluğu, bir sonbahar günü ODTÜ’de dinlememin üzerinden yirmi altı yıl geçti. “Ölümden Önce Hayat Vardır” başlıklı ilk konserlerini 1983’te veren Mozaik, 1992’de İstanbul’da “Bahar Ayini” çaldıkları konserde dinleyicilerine veda ediyordu. Sadece bir müzik topluluğu değil, aynı zamanda bir okuldu Mozaik: Zaman zaman değişen müzisyenlerin katılımıyla toplam on sekiz kişiye ulaşan kadrosuyla büyük bir okul hem de.

Ayşe Tütüncü, Saruhan Erim, Mehmet “Kuzu” Taygun, Timuçin Gürer ve Bülent Somay, Mozaik’in çekirdek ekibi. Serdar Ateşer, Mehmet Tütüncü, Sumru Ağıryürüyen, Levon Balıkçıoğlu, Ezel Akay, Sabir Yücesoy, Yağız Üresin, Murat Ünlü, Tahsin Ünüvar, Emir Özoğlu, Ahmet Altuğ, Cem Aksel ve Ümit Kıvanç ise sahneye çıkan diğer Mozaikçiler… Albümlere katkıda bulunanları saymıyorum zira olarla bu sayı artıyor. Yazık ki, elimizde bulunan şarkı sayısı, müzisyen sayısından sadece biraz daha fazla. Gönül isterdi ki çok kayıt yapsınlar, bütün konserlerini kaydetsinler ve her birini bugün yeniden yeniden dinleme olanağına sahip olalım. İstediğimiz her zaman olmuyor. Bugün, elimizdeki altı CD’lik “külliyat”a sığınıyoruz.

O karanlık günlerden bizi kurtaran, apoletli “kurtarıcılarımız”a karşı bilinçlendiren, bilinçlendirmenin ötesinde bir sürü başka şeye merak salmamızı sağlayan bir topluluk, Mozaik. Inti Illimani’den Victor Jara’ya pek çok ismi onlarla duyduk, Bob Dylan’dan Stravinski’ye bugün sevdiklerimizi onlarla öğrendik. Kendi adıma bunu söyleyebiliyorum ve yalnız olmadığımı biliyorum.

“Külliyat”, raflarda bulabileceğiniz Mozaik toplaması. Piyasaya çıkmış dört albüme [“Ölümden Önce Bir Hayat Vardır (1985), “Ardından” (1985), “Çook Alametler Belirdi” (1988) ve “Plastik Aşk” (1990)] “yayımlanmamış” besteler ve yorumları eklemişler, altı CD’lik bir “kutu” oluşturmuşlar. Bugün dinlediğimizde kimileri için hiçbir şey ifade etmiyor olabilir müzikleri ama günün şartları göz önüne alındığında bir hayli ileride olduğu muhakkak. Mozaik’in önemini, “külliyat”ın içine bir yazı yazan Erdir Zat anlatsın: “İlkgençliğini seksenlerde yaşayanlar talihsizdir. Herhalde hiçbir kuşak ergenliğinde bizler kadar korkutulmamıştır. (…) Halledilecekler listesinde ilk sıradaydık; üniversite çağına geldiğimizde YÖK hazırdı. Kitlesel tapınmalar halini alan faşist propagandanın etki alanının dışında kalanlar için hayat misliyle zordu. Alternatifsizdik. (…) 12 Eylül döneminin galiba tek kazanımı, bunaltının üstesinden gelmek için sarıldığımız yüzlerce kitap ve bir o kadar müziktir. Yapacak başka bir şey yoktu. (…) Mozaik böyle bir toplumsal iklimde ortaya çıktı. Hayatımızın üstüne çöken kara bulutları dağıtmayı öneren bir çağrısı vardı ve bunu olabilecek en iyi zamanda, 1983 gibi hayli ‘erken’ bir tarihte dillendiriyordu: ‘Ölümden Önce Bir Hayat Vardır’… Dünyanın farklı coğrafyalarından derlenmiş, farklı dillerdeki hayat temalı folk şarkılarından oluşan bu konser albümü seksenlerin ilk yarısının dağınık karşı kültüründe efsane haline gelmişti. Temiz kaydına çok sonra kavuşan birçoğumuz albümü kasetten kasete yapılan kötü kopyalardan dinledik. Unutmak mümkün mü, denk geldiğim kopyalardan biri Selami Şahin kasedinin üstüne kaydedilmişti. Bu yönüyle 12 Eylül döneminin halis yeraltı ürünlerindendi.”

Erdir’den daha şanslı olduğum muhakkak: ODTÜ’de “canlı” tanıştığım Mozaik’in ilk albümünü, tesadüfen, Kadıköy’de bir sahafta bulmuştum. Sırt sırta yapışık iki kasetti bu ve kutunun ve kasetlerin üzerine şeffaf çıkartmalarla yazılmıştı şarkıların adları. Yıllar sonra, Ada, bu albümü tek kaset olarak bastı ama bendeki “yapışık” kasetler, yanımdan ve birbirlerinden hiç ayrılmadı.

Yazının sonunda bir şey itiraf etmek ve bir özür dilemek durumundayım. Geçtiğimiz yıl, yukarıda bahsettiğim yazımın yayımlanmasını müteakip, mail kutumda beni heyecanlandıran uzun bir “mektup” buldum. Saruhan Erim’den geliyordu ve bana yazı için teşekkür ederken, Mozaik hakkında kimi ipuçları veriyordu. Yazık ki o dönemki tuhaf koşturmacam yüzünden bu mektuba cevap veremedim. Bekledim, bekledikçe utandım, yazmaya başladığım cevap bitmedi ve gönderemedim. Bugün, bu yazıyı gazeteye teslim ettikten sonra, o içten mektuba bir cevap yazacağım ama bu satırlar aracılığıyla da özrümü dilemek, Erim’in bir cümlesini (izin almadan ama kızmayacağını bilerek) buraya almak isterim… Mozaik’in “sindirilmişlik” vaziyetine “karşı duruş” olarak ortaya çıktığını söylüyor Erim ve ekliyor: “Tüm Dünya’dan coşkulu protest şarkılar söyleyerek, iki yıldır evlerine tıkılmış insanlara unutmuş oldukları konser keyfini hatırlattı.” Şu son günlerde müziğin susturulup susturulamayacağını tartışıyoruz ya, bu cümle, neden susturulmaması gerektiğinin kanıtı aslında.
Mozaik, 12 Eylül karanlığını dağıtan müzik topluluğu. Bugünü güzelleştiren, yarına dair umutlarımızı besleyen de müzik olacak. Susturmayalım. En azından içimizdeki müziği.