Şaka olsa güleriz de şakanın içinde olunca işler değişiyor. Bizim Nebati Bakan mesela. Az önce haberi geldi. Gözlerinin içi gülen, içi parıldayan, aileden zengin olduğu için ekonomiden anladığını söyleyen bakanımız Londra’da yabancı yatırımcılara Türkiye’deki enflasyonun yabancıların kültürel olarak anlayamayacağı sebepten yükseldiğini söylemiş... Vay anam vay 2... Yani İngiliz’e ‘Siz anlamazsınız, bizim kültürümüzde enflasyonun yeri çok farklı’ mı dedi acaba? Enflasyon gibi bilimsel bir veriyi nasıl kültürel davranış değişiklikleri gibi sübjektif bir kavrama bağladığını tam bilemiyorum ama bu bakana dikkat diyorum. Diğerlerinden çok daha farklı. Terlemiyor, sürekli gülüyor, olumlu bir enerjisi var. Enerjiyle, kuantumla, astrolojiyle filan ilgilense kesin aşırı lüks resortlarda, ‘Enerji içimizde bi şey yapmanız gerekmiyor, egzersize de gerek yok, sadece içiniz gülsün. Kendi varlığınızı gülerek bulacaksınız, siz güldüğünüzde dünya da gülür’ gibisinden derin sözlerle milyonları peşine takardı. Şimdi ise peşine taktığı milyonlar bakandan pek hoşlanmıyor. İnsanlar artık faturalara isyan için sokaklara dökülüyor. Hayat pahalılığı bundan önce gördüğünüz tüm hayat pahalılıklarını tokatlıyor, açlık sınırında yaşamak için bile cebinizde binlerce lira olması gerekiyor. Ülke olumlaya olumlaya ölümlemeye başladı. İnsanların hayatta beklentileri artık sadece hayatta kalabilmek, çoluğunu çocuğunu aç bırakmamak ve üşümemek.


***

Öyle bir ülke düşünün ki elektrik kullanmak lüks sayılsın. İşte bizim memlekette aynan o şekil. Kışın mesela üşümemek çok büyük bir lüks. Hayır Kanada gibi, Norveç gibi soğuğun harman olduğu bir kuşakta da değiliz. Ama Türkiye’de artık üşümeyen birey zengin bireydir. Ya da Cem Yılmaz’ın da dediği gibi ya hırsızdır ya deli. Cem’i bile isyan ettiren, bu kadar net konuşturan karanlık tüm halkın üzerinde adeta geleceklerini karartan bir iş bulutu gibi geziniyor. Herkes güneşin açmasını, bulutların ve kötü kokuların dağılmasını bekliyor. O esnada bin küsur odalı saraylara göre ise her şey çok güzel. Ya ben sarayda otursam, benim için de her şey çok güzel olurdu bu arada, şimdi kimsenin hakkını yemeyelim. Kendi hizmetime ait birkaç uçağım olsa ben de hiçbir zaman yolda kalmazdım. Kendi faturalarımı kendim ödemesem, ben de gül gibi yaşardım... Bir de bu dev sarayın bahçesi var. Sarayın bahçesinin bir gün umarım bir belgeseli çekilir.

***

Yedi nesillerine yetecek kadar zengin olanlar, tabii ki her şeyden korkar. Bakanımızın da dediği gibi. Zengin olan, işi, fabrikası olan kaybetti mi çok şey kaybeder. Oysa fakirlerin yaşamlarından başka kaybedecek neyi var? Daha sahip olmayı bilmeyen, çoğu gündelik ve sıradan tüketimi lüks olarak sunulan bir toplum, zaman geçtikçe hayatta kalmaktan başka bir şey istemez hale gelir. Dev ve akılsız çocukların acımasızca oynadığı karıncalardan farkımız yok artık. Çocuklara anne babaları da iyi bakmamış. Acımasızlar... Hayvan sevmiyor, arkadaşlarını sevmiyor, anne babalarını sevmiyor çocuklar. E o çocuğun yuvasının üzerine çöküp de güneşini kestiği karıncalar da tanrıdan tek bir şey diliyor artık: Hayatta kalabilmek.

***

Acımasız çocukların insafında bir yaşam mı, yoksa ortak iyide birleşecek bir gelecek mi? İşte bütün bunları seçecek olan da bu tedirgin, korkak, geleceğe dair en ufak ümidi kalmamış bir karınca kolonisi.

Kraliçe karınca elbet bir gün gider, koloni baki kalır. Ufak ve acımasız çocuklar ne kadar karıncalara dev gibi görünseler de aslında şımarıklıklarının hesabını korkak bir yaşam yaşayarak verir.

Bir hayatımız var, onu da insan gibi yaşayalım. Karıncalığın alemi yok.