Geçen hafta yazamadım. Editörüm sevgili Demet Sargın aslında köşeye küçük bir “sağlık nedenleriyle” notu koymuş. Ama -olur böyle şeyler- not yolda düşmüş.

“Sağlık nedenleri”, muhtemelen nörolojik bir soruna dayalı olarak, göz kapaklarımdan birinin “benden bu kadar” deyip kapanmaya karar vermesi.

(AKİT yazarlarının “kapanma” latifesi üzerinden yapacağı esprimsileri düşünüyorum da... Geçiyorum. Düşünmeye değmez!)

Bir arkadaşımın “ciddiye al” uyarısı üzerine kendimi Türk doktorlarına emanet ettim. Birkaç gün süren, o tomografi senin bu toraks benim, tüm makinalara girip çıktım. İçimden haber veren grafiklerin çıktılarına baktım. Kan verdim, iç çektim falan!

Bu süreçte, bir saate yakın süren beyin tomografisi çekiminde, Erdoğan’ı düşündüm.

Şaka yapmıyorum. Sahiden de Erdoğan’ı düşündüm.

Zira…

Tomografi cihazının üzerinde kocaman harflerle SİEMENS yazıyordu. Malum, Siemens, Erdoğan’ın “hasbelkader zengin olmuşlar” dediği Almanya’nın en ünlü / en eski şirketlerinden biri. Teknoloji yoğun bir şirket. Biz kendilerini, Osmanlı döneminde “telgraf ithal etmeye” başlayınca tanımışız. O zamandan bu yana da ne ürettilerse almışız.

Donk… Donk... Tomografinin donklamaları arasında, cihazın incelemeye aldığı beynim böyle düşüncelere kapıldı gitti işte.

“Herhalde” dedim, “Erdoğan da böyle bir cihazın altında yatmıştır. Kendisini Türk doktorlarına ve Alman cihazlarına emanet edip sağlık aramıştır. Arıyordur.”

Peki, o sırada o neler düşünmüştür acaba?

“Yav, ayıp ettik şu Almanlar’a” demiş midir mesela?

Ya, hayat / ölüm üzerine neler geçmiştir aklından?

Kendi adıma, ben ciddi ciddi düşündüm. Ne de olsa, ilk muayane sonrasında aradıkları bulgular listesi akciğer kanserinden başlıyor beyin tümörüne kadar uzanıyordu. Gel de düşünme ölümü. Düşünürken de hayat muhasebesi yapma!

Ben en azından bu iki ihtimalden temize çıktım. Diğer ihtimallerin de en azından kısa vadede öldürmeyeceğini düşünüyorum.

Uzun vadede ise, biliyorsunuz hepimiz öleceğiz!

Bu dünyada “her şeyi... ama her şeyi... Her yetkiyi, her unvanı” isteyen Erdoğan da ölecek.

Bunu biliyor olmalı.

Sorsak, “ölüm haktır, ahirete inanan bir Müslüman olarak ölümden korkmam” diyecektir.

Kişisel olarak Erdoğan’ın bu konudaki tavrını / duygularını / içsesini bilmem mümkün değil elbette.

Bu yüzden, onu bir kenara bırakıp bir “genelleme” ile yetineceğim.

Bunca yıldır gördüğüm kadarıyla inananlar, ölümden, inanmayanlardan daha çok korkuyor.

Bunun, “öldükten sonra hesap vereceklerine olan inançlarından” daha doğru ifadeyle “korkularından” kaynaklandığı kanaatindeyim.

İnanç sistemleri zaten birer “korku kaynağı” değil mi!

Ahlak, kurallar bütünü koyar ve uyulmasını ister. Uymayanlara da, çağlar ilerledikçe hafifleyen cezalar verir.

İnanç ise, “cehennem” gibi hayal edilmesi güç bir ceza sistemi öngörür. Üstelik, o cezalar, inancın “rehberine” göre değişen suçlar içindir.

Yani, kimileri için kısa kollu giyinmek, günümüz yaşamının normal bir davranışı iken... Kimilerine göre cehennemde yanmayı gerektirir. Özellikle biz kadınlar için çok ama çok uzun bir suç / ceza listesi olduğu malum. Ne var ki, erkekler için de “cennete kapağı atmak” pek kolay değil. Hatipoğlu sohbetlerinden hatırlayacağınız üzere, sınav daha kabirde başlar... Ve eve hangi ayağınızla girdiğiniz, suyu nasıl içtiğiniz sorularına kadar uzanır.

Sıradan insanlar için bile kabir sınavı ağır olmalı.

Ya, bir ülkeyi yöneten... Yönetmek adına, insanların ölmesi veya yaşaması konusunda kararlar veren... Milyonların yoksullaşmasına, cehalet batağına saplanıp kalmasına göz yuman bir kişi?

O -inancına göre- nasıl bir sınava çekilir acaba?

Sınav soruları arasında; Berkin’in, Ali İsmail’in öldürülmesine yol açan talimatlar vermek... Ya da Nuriye ve Semih’in “sadece ve sadece işlerine dönebilmek için” ömürlerinden yemesine sessiz kalmak... Suçsuz olduklarını çocukların bile anladığı gazetecilerin / siyasilerin cezaevinde çürümesine cevaz vermek var mıdır?

Yoksa, “biz her şeyi Allah için yapıyoruz” deyince mesele bitiyor mudur?

Yo, hayır!

Ben, bittiği kanaatinde değilim. Korku işaretleri de bunu gösteriyor. “Nereden çıkardın?” diyorsanız, ahlak felsefesine kafa yoran Epikür’e kulak verin. Daha MÖ 300’lerde koymuş teşhisi. “Etrafa korku salanın kendisi de korkuyordur” demiş.

• • •

Erdoğan, Saray’ın altında inşa edildiği söylenen ultra modern özel hastanesinde “biraz daha ömür” peşinde koşuyor ya…

Bir onu ve dava arkadaşlarını düşünün…

Bir de, onların inandığına inanmayan... Ama darağacına ayakları titremeden dimdik giden Deniz’leri hatırlayın.

Ben tomografi cihazında hatırladım da, ondan söylüyorum!