Kötümser olmak için çok fazla neden var. Eğer yeterince umutsuz olunursa gerçeklikten fantezilere yönelmek de kolaylaşıyor. Kitleleri gerçeklikten koparmak için umutsuzluğu en uç noktaya kadar götürmek niyetindeler. Bilincin viral ve irrasyonel yapısı, toplumsal bağların zayıfladığı böylesi zamanlarda kitleleri her tür güç ayartmasına yatkın bir hale sokuyor. Freud’un ‘Grup Psikolojisi ve Ego Analizi’ adlı kitabındaki tespitleri bu açıdan önemli; çünkü öznel boyun eğmeyi, kişinin aşırı tehlikeler karşısında sınırsız güç yanılsamasına kapılmasıyla ve engellerin kaldırılması arzusuyla ilişkilendirmişti.


ÖZYIKIM İNSANI

Bu güç yanılsaması, hayata karşı kin ve utançla birleştiğinde de Deleuze’ün ‘Spinoza, Pratik Felsefe’ adlı kitabında bahsettiği özyıkım insanı ortaya çıkıyor: “[H]ayata karşı kin tutan ve hayattan utanç duyan insan, ölüm tapınışlarını çoğaltan, despot ile kölenin, rahip, yargıç ve askerin kutsal birliğini oluşturan, daima hayatın ensesinde, onu sakatlayan, onu bir hamlede ya da yavaş yavaş öldüren, yasalarla, mallarla, ödevlerle, imparatorluklarla onun üstüne çullanan ya da onu boğan bir özyıkım insanı…”

Şu an özyıkım insanı için her tür koşul varmış gibi görünüyor, panik, tehlike, nefret edilecek ötekiler ve umutsuzluk… Ama bir yandan da Spinoza’nın sık sık alıntılanan meşhur sözünün işaret ettiği gibi: “Tabiatta tekil hiçbir şey yoktur ki, kendisinden daha güçlü ve kuvvetlisi bulunmasın. Var olan şey ne olursa olsun, onu yok edebilecek daha güçlü bir şey de vardır.“ Bölünmüş ve yalıtılmış bireyler her zaman otoriter bir liderin peşine takılmayabilir, o gücü halka iade edecek başka yapılar da aynı koşullarda ortaya çıkabilir.

ADANMIŞLIK

Ama her şeye rağmen bir insanın vicdanını ve aklını bir lidere, siyasi ya da dini yapıya bütünüyle teslim edişindeki sırrı anlamak gerekiyor. Freud, aşktaki adanmışlığa benzetiyor bu durumu, âşık olan kişi nasıl gerçeklik testini ve kendine saygıyı askıya alıyorsa, kült bir lidere, ideolojiye ya da dini gruba bağlanan kişi de aynı şeyi yapıyor. Soyut bir düşünceye ya da ideale bağlanan kişinin ‘ego ideali’ bağlanma süreciyle eş zamanlı bir biçimde işlevsiz hale gelir, aşkta da olduğu gibi. Artık o düşünce ya da liderle ilgili bütün eleştiriler geçerliliğini yitirmiştir. Bağlanılan nesnenin yaptığı ve istediği her şey doğru ve suçsuzdur. Bağlanılan nesne ego idealinin yerini almıştır çünkü. Ve burada ilginç olansa, âşık olan kişinin âşık olunanın aksine kendisini suçlu hissetmesidir. Vicdan biçim değiştirmiş, kişi bağlanılan nesneyi yüceltirken kendisini aynı oranda değersiz ve suçlu hisseder hale gelmiştir. Başkalarının düşüncelerine kendimizi adama oranında, ahlaki düşünme ve yargı yetimizi de o kadar kaybederiz.

FANATİKLER

Bunun anlamı bir ideolojiye ya da dine bağlanmak tehlikelidir demek değil. O ideolojiye ya da dine, kendi düşünce ve ego idealimize uygun olarak değil de başkalarının düşünceleri üzerinden koşulsuz bağlanıyorsak tehlikeli. Freud’a göre birden fazla kişi kendi ego ideallerinin yerine aynı lideri koyduklarında ortaya ‘fanatik’ bir topluluk çıkar. Bu topluluk siyasi, dini ya da futbolda gördüğümüz gibi bir spor kulübü etrafında oluşabilir, ya da ünlülerin hayran kitleleri gibi. Bu topluluklar da kült tarikatlarda gördüğümüz gibi gerçeklik testini ve vicdanı askıya alırlar. Futbol fanatiklerinin o ölçüsüz şiddet sahnelerinin ya da kült tarikatların toplu intihar törenlerinin çıkış noktası burasıdır. Bu toplulukların özellikleri entelektüel yetenekte zayıflık ve duyguları ifade ederken her tür sınırın aşılması olarak gösterilebilir… Regresyon, yani ruhsal açıdan gerilemeye tanık oluruz fanatiklerde; gelişimsel olarak önceki evrelere bu geri dönüşün kişiler üzerinde memesine kavuşan bir bebek gibi hem rahatlatıcı bir yanı vardır, hem de o memeden mahrum kaldıklarını düşündüklerinde de yıkıcı bir öfkenin önü açılır.

Freud’a göre, başkalarının fikirlerine ve ideallerine bağlanma şeklimiz her tür fanatikliğin, ırkçılığın ve diğer yıkıcı tutumların kaynağını oluşturuyor. Vicdan ve gerçeklikle bağımız zarar gördükçe, toplumsal simgeler çözülüp önemini yitirdikçe, gelecek karanlığa gömülecek. Ama hayata inanmak ve Deleuze’ün sözleriyle, “olumsuz tarafından kemirilen bir dünyada, insanın öldürücü iştahını, iyilik ve kötülüğün, adalet ve adaletsizliğin kurallarını sorgulayabilmek”, “olumsuzun bütün hortlaklarını ifşa” edebilmek gerekiyor.