Ölüm arzulanabilir midir? Dünyaya gelirken fikri sorulmayan bizlerin, kendi ölümümüzü tayin etme hakkımız yok mudur? Yaşamın kutsallığı nedir, bu kutsallığın sınırlarını nasıl..

Ölüm arzulanabilir midir? Dünyaya gelirken fikri sorulmayan bizlerin, kendi ölümümüzü tayin etme hakkımız yok mudur? Yaşamın kutsallığı nedir, bu kutsallığın sınırlarını nasıl çizebiliriz? Bu kutsiyet algısının bizzat kendisi de bedenlerimiz üzerinde bir iktidar tanımlamaz mı? Hastalıklarla işkenceye dönüşmüş bir hayatı sürdürmek istemeyen bir insana saygı duymamız anlaşılmaz mıdır? Peki böylesine trajik bir öyküden siyasi rant beklemek kepazelik değil midir?

Yazıma hem yanıtlaması, hem de sorması ağır sorularla başlamamın sebebi, İtalya’da son 2 haftadır süren ve gündemin en önemli konusu haline gelip, ardından bir devlet krizine yol açan, insani bir dram. Eluana Englaro, 1992 yılında, 20 yaşında iken bir trafik kazası geçiriyor ve geri dönüşümü olmayacak şekilde komaya giriyor. 1999 yılında ebeveynleri Beppino ve Sati Englaro uzun ve oldukça yıpratıcı hukuki bir mücadeleye girişiyorlar. Bu süreç içerisinde anne kansere yakalanıyor (halen mücadele ediyor) ve hukuki mücadeleyi baba tek başına sürdürmeye devam ediyor.

Baba Peppino zorlu bir yolu tercih ederek, ötenazinin 2002’den beri yasal olduğu Hollanda ve Belçika’ya gitmektense, benzer durumda olan insanlara cesaret vermesi ve örnek teşkil etmesi için mücadelesinde karşısına Vatikan’ı da almayı göze alarak ülkesinde sürdürüyor. Yerel mahkemelerden 3 kez ret kararı almasına rağmen yılmıyor ve davayı İtalya’nın en üst mahkemesine taşıyor, temel dayanağı, kızının böyle bir yaşamı sürdürmeyi istemeyeceğinden emin olması... Ve hâkimleri en sonunda buna ikna ediyor. Kaderin kötü bir cilvesi, Eluana’nın yakın bir arkadaşı da benzer bir kaza sonucunda komaya giriyor ve Eluana aynı şekilde suni bir yaşamı asla istemeyeceğini, bu durumda kesinlikle ölümü tercih edeceğini dile getiriyor, kendi başına gelecekleri sezmiş gibi. Doktorların da yeniden normal bir yaşama dönme ihtimali olmadığına dair nihai kararı mahkemeye bildirmesinin ardından Temmuz 2008’de mahkeme Englaro ailesine talep ettiği hakkı veriyor: Eluana’nın suni beslenmesinin aşamalı olarak durdurularak, ölümün gerçekleşmesi.

Buraya kadar yazdıklarımla, ailenin ve bilinçsiz kadının çektiği sıkıntılarını da düşündüğümüzde içimizin daralmaması mümkün değil fakat ne yazık ki trajik öykü burada sonlanmıyor. Bu kararın açıklanmasının ardından aile kararı uygulayacak bir hastane aramaya başlıyor fakat sağcı hükümetin Sağlık Bakanı, devlet hastanelerini bu kararı uygulamamaları konusunda uyarıyor. En sonunda Şubat ayında Udine şehrinde bir özel klinik, hükümetin tehditlerine rağmen, Eluana’nın arzusunu yerine getirmek için adım atıyor ve 3 şubat’ta hastanın ambulansla kliniğe transferi gerçekleşiyor.

Bu esnada radikal dinciler ve muhafazakârlar sokak eylemlerine başlıyor ve ambulansı engellemeye çalışıyorlar. Sürecin başlaması ile toplum hızla ikiye bölünüyor, Panaroma adlı haftalık bir derginin yaptığı ankete göre halkın yüzde 58’i babanın mücadelesini desteklerken, yüzde 30’u ise karara karşı. Kliniğin önünde eylemler sürerken Eluana’nın beslenmesi de aşamalı olarak kesiliyor. Vatikan Sağlık Bakanı durumu iğrenç olarak tanımlıyor ve bu cinayetin durdurulmasını istiyor. Berlusconi hemen hükümeti toplayarak “doktorların bir hastanın beslenmesini durduramayacağını” karara bağlayan bir kararname çıkartıyor ve siyasi kriz de burada başlıyor. Hükümetin alelacele ve en yüksek mahkeme kararına rağmen çıkarttığı bu kararnameyi Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano imzalamayı reddediyor. Bunun üzerine Berlusconi, Napolitano’yu kınayarak hemen meclisi toplayıp bir yasa çıkartacaklarını belirtiyor. Berlusconi, Eluana’nın teorik olarak bebek bile sahip olabilecek durumda olduğunu söylemeyi ihmal etmiyor.

Bu “cesur” tavır Vatikan tarafından çoşkuyla desteklendi ve Cumhurbaşkanının büyük bir hayal kırıklığına yol açtığı belirtildi. Bu tartışmalar tüm İtalya’da sokak eylemlerine sebep oldu. İnsanlar hukukun üstünlüğünü ve Anayasayı savunmak ve Cumhurbaşkanının kararına destek olmak için sokaklara çıktılar. Pazar günü Papa, isim vermeden olaya değindi ve seçilen yolun yanlış bir çözüm olduğunu söyledi. Ve bunca kavga gürültü arasında Eluana geçtiğimiz pazartesi günü sessiz bir şekilde aramızdan ayrıldı. Tartışmalardan dolayı bitmez bir azap içinde olduğunu söyleyen bitkin baba, yalnız kalmak istediğini söylerken, Başbakan Eluana’nın öldürüldüğünde ısrarlı. Toplum ve meclis tartışmaya devam ediyor. Bir insani dramın nasıl da bir iktidar kavgasına, siyasi ranta dönüştüğünün bu acı öyküsü sürerken Eluana artık huzur içinde bir yerlerden bize gülümsüyor... Ciao bella...

Son olarak insan hayatını savunduğunu iddia ederek bu insani dramı bir siyasi/dini şova/krize dönüştürenlere hatırlatmak gerekiyor. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre dünyamızda her yıl 5 milyon çocuk açlıktan ölüyor... Görmüyor musunuz? Duymuyor musunuz? Bilmiyor musunuz?