Ölümüne  bir yaşam arzusu bu

Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın karşısında cüppesinin olmayan düğmesini ilikleme gayretiyle dikkat çekmişti. Bu refleksi sayesinde, o güne kadar mevzu edilmeyen cüppelerin; kimsenin önünde iliklenmeyen adaletin, yargı bağımsızlığının simgesi olduğuna dair yeni bir tartışma başlamıştı. 2014 itibariyle, Türkiye yargısının geldiği durum etkili bir kısa filmle anlatılmak istense, ‘düğmesiz cüppeye ilik arama’ teması şüphesiz büyük ödülü kucaklardı. Yargının siyasi iktidar karşısında ‘saygıyla’ önünü kapattığı 2014 yılından geldik 2017 yılına. Önceki gün Danıştay’ın 149. kuruluş yıldönümünde konuşan Danıştay Başkanı Güngör, referandumda kabul edilen değişikliklerin “Anayasa’da var olan kuvvetler ayrılığı ilkesini daha belirgin hale getirdiğini” söyledi.

• • •

Yürütmenin başına geçen bir kişiye aynı zamanda partisinin de başkanlığını yapma ve TBMM’deki kendi çoğunluğunu kontrol etme hakkını tanıyan, dolayısıyla HSYK’ye seçilecek hâkimler üzerinde de belirleyici olma imkânını sağlayan yeni başkanlık sisteminin kuvvetler ayrılığı ilkesini nasıl güçlendirdiğini anlamak zor. Danıştay Başkanı Güngör’ün, YSK’nin mühürsüz oyları geçerli sayan kararının gölgesine mahkûm edilen 16 Nisan referandumunun sonucuna yönelik memnuniyetini gösterdiği konuşmasında altını çizdiği bir diğer konu da, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından ilan edilen OHAL’in hükümete verdiği yetkiyle çıkarılan KHK’lerdi. “KHK’lerin amacı, devletin kurumlarını terör örgütü mensuplarından arındırmak ve demokrasiyi korumak olup kişilerin hak ve özgürlüklerine, amaç dışında herhangi bir sınırlama getirilmemiştir” diyen Güngör’e göre, öyle anlaşılıyor ki ortada bir mağduriyet söz konusu değil. Eğer OHAL komisyonu kurulabilirse, ki aylardır kurulamıyor, insanların komisyondan sonra haklarını arayacağı yer sırasıyla idare mahkemeleri ve Danıştay olacak. Oysa Başkan, hak ve özgürlüklere zeval gelmediğine çoktan karar vermiş gözüküyor.

• • •

KHK’ler ile ihraç edilenlerin sayısı yüz binlerle ifade ediliyor. Beş bine yakını akademisyen… Özel ya da kamuda yeni bir iş bulamıyor, seyahat edemiyor, kazanılmış temel haklarını alamıyorlar. Kimi hükümet tarafından ‘açlıkla terbiye edilmeye’ çalışıldıklarını söylüyor, kimi de ‘sivil ölüme’ terk edildiklerine inanıyor. Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli’ye göre ise mağdur edebiyatı yapılıyor. Aralarında masum olanların iade KHK’leri ile çekip çıkartılmaya çalışıldığını söylüyor. Belki Başbakan Binali Yıldırım ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş gibi kendisinin de haberi yoktur. OHAL ilanından sonra KHK ile ihraç edilen akademisyen Nuriye Gülmen ve sınıf öğretmeni Semih Özakça, Ankara’nın göbeğinde aylarca işlerine geri dönmek için eylem yaptı. “Araştırın, bir suçumuz yok” dediler. Haksız yere işten atıldıklarını anlatarak seslerini duyurmaya çalıştılar. Onlarca kez gözaltına alınıp serbest bırakıldılar ama seslerini yine de hükümete duyuramadılar. Sonunda, “Biz basit bir şey istiyoruz, temel bir hakkımızı, işimizi istiyoruz” diyerek 10 Mart’ta süresiz açlık grevine başladılar. 65. günündeler. Kritik eşik sayılan 40. günden sonra organ yetmezliklerine yol açabilecek kayıplar, daha sonra da hayatın kaybolmasına yol açabilecek hasarlar oluşuyor. 60. günden sonra ise hayati organlar etkilenmeye başlıyor. Kalp kasının zayıflaması ani ölümlere yol açabiliyor.

• • •

Nuriye ve Semih öğretmenler ölmek için değil, insan onuruna yakışan bir yaşam sürebilmek için direniyor. Ekmek hakkının peşinde adalet talep ediyor. Ölümüne bir yaşam arzusu bu. İtildikleri çaresizlikten, başta diğer mağdurlar olmak üzere, suçluyla suçsuzun ayırt edilebildiği adil bir ülke arzulayan herkes adına, umudu çoğaltarak çıkmak istiyorlar. Bize de ses vermek, destek olmak düşüyor. Yaşamak için ölümü göze alan insanların var olduğu bir ülkede her can birbirinin nefesine muhtaçtır.