Atı alanın Üsküdar’ı geçtiğini, bu seçimin de diğerleri gibi hileyle sonuçlandırılacağını, istenmeyen birinin seçileceği belediyeye kayyum atanacağını, bir Saray rejimi inşa edilmişken yerel seçimin önemi olmadığını düşünenler var. Tam tersine, seçimi ölüm kalım meselesi olarak görenler de…

İktidar cenahında süren iş birliği görüşmeleri, kısa süre önce “Sen yoluna ben yoluma” diyen Bahçeli’nin dönüp Saray’ın yoluna girişi; karşı tarafta muhalefetin sıkıntılı ortaklaşma arayışları seçimin ne kadar önemsendiğinin işaretleri.

AKP-MHP bloğu, kaybetmenin elbirliği ile inşa ettikleri yeni rejimin sonunu getirebileceğini düşünüyor ve belli ki öyle bir sonuçla karşılaşmamak için “ne gerekiyorsa” yapacaklar!

“Ne gerekiyorsa” yapılacak olduğunu ve ölümüne bir seçime gidildiğini en net MHP Siverek Belediye Başkan a-Adayı Fatih Mehmet Bucak ifade etti: “Bir daha Bucak’ın içinde bir tane başka partiyle araba görürsem kendileri bilir, şimdiden kendilerine mezar kazmaya başlasınlar, biz seçime değil ölmeye geliyoruz.”

Bucak’ı böyle konuşturan rakibi aslında. HDP de son derece güçlü bir ailenin mensubu ve XXII. Dönem CHP Milletvekili Turan Tüysüz’ü Siverek adayı yapınca, oradaki seçimin “kıran kırana” geçeceği görüldü.

Bu kıran kırana mücadelede kırılmamak için, belli ki böyle bir olasılığın soğuk nefesini enselerinde hissediyorlar, AKP-MHP bütün kartlarını ileri sürecek.

İşte, bütün sanıklarının beraat ettiği Ergenekon sürecine benzer bir Gezi davaları süreci başladı şimdi. Savcılar birbiri ardına davalar açıyorlar. Dün de Memet Ali Alabora hakkında yakalama kararı çıkartıldı.

Alabora, bir yıldan uzun süredir iddianame olmaksızın tutuklu bulunan O. Kavala ile birlikte, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engellemeye teşebbüs etme” suçunu işlemiş! O süreçte, Soros’un desteğini almış, Gürcistan ve Arap dünyasındaki ayaklanmalarda rol oynayan OTPOR lideri Sırp Ivan Maroviç ile “Gezi ayaklanmasını” organize edici görüşmeler yapmış!

Alabora’nın Soros’la aynı sofrada fotoğrafı var mıdır, bilmiyorum. Ancak, her devletin temeli olan adaletin, herkes için “olmazsa olmaz” olduğunu siyasal/toplumsal tarihin öğrettiği bir ders olarak biliyorum.

İnsanlık tarihinin dünden bugüne getirip biriktirdiği deneyimler; hukukun, adil yargılamanın; kimin suçlu ya da suçsuz olduğuna devlet başkanlarının veya liderlerin değil nesnel ölçüler üzerinden mahkemelerin karar vermesi gerektiğinin çağdaş devlet ve toplum olmanın en temel şartları olduğunu söylüyor.

Bütün bunlar bir yanda duradursun, tam da 31 Mart 2019’a 3 ay kala Ergenekon sürecine benzer bir Gezi “yargılamaları” süreci başlatmanın “ölümüne seçim”le ilgili olduğunu düşünmemek olanaksız.

Fatih Yaşlı, BirGün’deki köşesinde, Gezi’nin aslında ne olduğunu anımsatan, “Gezi’yi Sorus mu yaptı?” başlıklı bir dizi analiz kaleme aldı. Okumayanlar dönüp onları peş peşe okuyabilir ve savcıların son Gezi hamlelerini bir de o yazılar eşliğinde düşünebilirler.

Seçime dair “ölümüne” derken yaptığım Bucak’ın sözlerine bir gönderme ve “teşbih”di tabii. Ancak, soğanın başkenti diyebileceğimiz Polatlı’da ve köylerinde biraz dolaşın ve bugüne kadar sadece AKP’ye oy vermiş insanlarla konuşun, aynı değerlendirmenin buralarda da yapıldığını görürsünüz.

“Şimdiye kadar hep AKP’ye, bir kez de MHP’ye oy verdim” diyordu geçen gün konuştuğum o köylülerden biri. “Öldük biz. Öldürdüler. Şimdi onların karşısına kim aday çıkarsa çıksın ona oy vereceğim. Bu millet Özal’a ne yaptıysa, aynısını yine yapmayı bilir!”

Bunları Saray’ın da duyduğuna eminim.