Marksist Düşünür Samir Amin, 12 Ağustos 2018’de aramızdan ayrıldığında, geride sadece 50’den fazla kitap ve yüzlerce makale bırakmadı; onun mirası dünyayı değiştirmek isteyenlere rehber oldu

Ölümünün ikinci yılında dostları Samir Amin’i anlattı: Son nefesine kadar militandı

ÖMÜR ŞAHİN KEYİF - @omurkeyif

“6 yaşında, annemle arabadaydım, arabadan inince benim yaşımda yoksul giyimli, neredeyse ayakları çıplak bir çocuk gördüm, çöpü karıştırıyordu.

Anne bu çocuk ne arıyor, diye sordum. Yiyecek, diye karşılık verdi. Neden, yiyecek bir şeyi yok mu? Hayır, onlar yoksul ve yiyecek bir şeyleri yok…

Neden böyle, diye sordum (…) Çünkü dünya kötü şekilde kurulmuş, dedi. Dünyayı değiştirmeliyiz, diye cevap verdim.” Samir Amin, Organik Entelektüel isimli belgeselde anlattığı o günün ardından yaşayacağı 80 senenin her anında dünyayı değiştirmek için kararlı bir çaba gösterecek, ezilen halklarla dayanışacaktı. İşte bu nedenle, Marksist Düşünür Samir Amin, 12 Ağustos 2018’de aramızdan ayrıldığında, geride sadece 50’den fazla kitap ve yüzlerce makale bırakmadı; onun mirası dünyayı değiştirmek isteyenlere rehber oldu.

Dostları Fikret Başkaya, Firoze Manji, Lau Kin Chi ve Vijay Prashad, Samir Amin’i BirGün’e anlattı.

Manji: Zihni Beşinci Enternasyonal’le meşguldü

Samir Amin, hayatını kaybetmeden hemen önce işçilerin ve ezilen halkların uluslararası birliğini kurmak için yakın dostu Firoze Manji’yle birlikte bir çağrı metni kaleme aldı. Manji bu süreci ve Amin’le yaptıkları fikir alışverişini şöyle anlattı: “Samir’in zihni uzun süredir güçlü bir enternasyonal kurma ihtiyacıyla meşguldü. Daha önce beşinci enternasyonalin kurulması için çağrılar yayınlamıştı. Beşinci enternasyonal çağrısı yapmanın değeriyle ilgili uzun konuşmalarımız oldu. Solun uluslararası olarak güçsüz olduğu bu dönemde, lazım olanın öncücü yaklaşım olmadığını, bunun yerine örgütler, işçiler, çiftçiler, köylüler, kadınlar ve ezilenlerden oluşan bir birlik geliştirilmesi gerektiğini savundum. Halkın düşündüğü, teorize edebildiği ve sermayenin kendi çıkarları için nasıl sömürdüğü ve baskı yaptığına dair anlayışımıza katkıda bulunduğunu fark etmenin önemli olduğu konusunda hemfikir olduk. Bu sebeple, militan olarak görevimiz sermayeye karşı duracak bir program ve kurtuluş için bir gündemin telaffuzunu sağlayacak bir çevrede yer alacak örgütlü köylüler, işçiler, çiftçiler, ezilmiş gruplarca yapılan tartışmaları cesaretlendirmek ve onlara bir çerçeve sağlamak olmalıdır. Böylesi bir yaklaşım tepeden inme değildir, aksine, en azından bu aşamada, kendinden menkul bir siyasi partinin ya da son dört enternasyonalin başarısızlıklarıyla ilgili bir değerlendirme bile yapmayan bir enternasyonal yerine bizim geniş birlik içindeki konuşma ve tartışmalardan öğrenmemize olanak tanır. Aksini yapmak kendi kendimize konuşmayla, var olan hareketlerle bağ ve irtibat kuramama, onlardan öğrenememeyle sonuçlanır. Samir’le bunun üzerine uzun tartışmalarımız oldu. Ölmeden kısa süre önce bu toplantılardan için Dakar’daydım. Bu konuları konuşarak koca bir akşam geçirdik. Ve onun yazdığı beşinci enternasyonale çağıran metni revize etme sürecine başladık. İngilizce versiyonu düzenlememi ve tartıştıklarımızı vurgulamamı istedi. Dakar’dan ayrılmadan önce ona revize edilmiş versiyonu yolladım. Düzenledi ve Fransızcasını hazırlayacağını söyledi. Dokümanın yollanması gereken kişilerin listesini göndereceğini söyledi ve bizden böylesi bir ittifakın kurulması için bir toplantıya çağrı yapılması konusunda en kısa zamanda ilerlememizi istedi. Ne yazık ki Samir birkaç hafta sonra hayatını kaybetti. Yıkıldım.”

Gençler için hep zamanı vardı

Manji, hayatını kaybedene kadar Üçüncü Dünya Forumu’nun Direktörlüğünü yapan Samir Amin’in ezilen halklar için ne ifade ettiğini ise şöyle tarif ediyor “İnsanın kurtuluş mücadelesine katkısı, özellikle de o zaman Üçüncü Dünya dediğimiz şey konusunda, çok büyüktü. Her zaman gençleri cesaretlendirmek isteyen olağanüstü bir insandı - Doktora tezlerini, kitaplarının taslağın taslağını okumayı, hatta bu kitaplara önsöz, giriş yazmayı kabul ederdi. Zamanı konusunda çok cömertti. Gençler için hep zamanı vardı ve yeni nesil düşünürlere ve militanlara yardım etmenin önemli olduğunu hissederdi. Kendi yapıtları konusunda çok üretkendi ve Marks’ı anlamaya kendini adamıştı, özellikle sermaye konusunda. Marksizme dogma muamelesi yapmayan, fikirleri ve Marks’ın yöntemine dayalı dünya anlayışımızı zenginleştirmeye, evrimleştirmeye, geliştirmeye çalışan çok az kişiden biriydi.”

Daha fazla cesaret

“Samir’in ‘Kapitalizmin insanlık tarihinde bir parantezden başka bir şey olmadığı'nı hatırlamamız konusunda ısrar etmesinden etkilenmiştim. Gerçek bir değişim istiyorsak, 'cesaret, cesaret ve daha fazla cesaret’ göstermemiz gerektiği konusunda inatçıydı. Tamamen anti emperyalist olmak tamamen anti kapitalist olmamız gerektiği anlamına geliyordu. Engin bir uluslararası katkısı vardı. Önde gelen Afrikalı teorisyenlerden biriydi, sadece Afrika halkının özgürleşmesine değil, aynı zamanda uluslararası özgürlük mücadelesine katkıda bulundu. Fikirleri son derece etkiliydi, etkili olmaya devam edecek.”

Lau: İyimserliği bulaşıcıydı

The Global University for Sustainability (Sürdürülebilirlik için Küresel Üniversite) kurucu üyesi Lau Kin Chi, Samir Amin’le yakın çalışan isimlerden biri. Amin’in Direktörlüğünü yaptığı Dünya Alternatifler Forumu’nda Direktör Yardımcısı görevini yürüttü. Samir Amin’le son görüşmesi hastane odasında oldu: “Dünyanın krizlerine her zaman bilge ve isabetli analizler yapardı, aynı zamanda zorlukları hesaplar ve hareketlere öngörü ve stratejiler önerirdi. İyimserliği bulaşıcıydı, her zaman eylem ve umut fırsatlarına işaret ederdi. 8 Ağustos 2018 hazin bir gündü. Ölümünden dört gün önce, Paris'te bulunan Broca Hastanesi’nde, Remy Herrera’yla birlikte Samir’i ziyaret ettik. Samir küresel bir “ulusötesileşme” (transnationalization) ağı için uğraşıyordu. Bunun dünya “enternasyonalizmi”yle ilişki bağlamında tanımlamasını isteyince, aynı anlama gelen iki farklı kelime dedi. Bunun uzun bir yol olacağını, fakat temelin atılması gerektiğini, sosyal hareketlerin öncü olması gerektiğini söyledi. Çin’e olan sevgisinden ve Çin’in Zimbabwe ve diğer Afrika ülkeleriyle stratejik işbirliği ortaklığını güçlendirme ihtiyacından konuştuk. Ayrılırken, Samir yatağından kalktı. Çıplak ayakla, koridor boyunca benimle yürüdü. İki hafta içinde onu yeniden görmeyi planlamıştım, fakat o kucaklaşma son veda olacaktı. Samir Vietnam ve Küba’yla birlikte Çin’in 1949’dan itibaren gidişatını en iyi bağlantısızlaşma modeli olarak görüyordu. Çin'in toprak reformundan köylüler için kazanımların korunması gerektiğini, küçük köylü tarımının gıda egemenliğini sağlama almak için teşvik edilmesi gerektiğini, demokrasinin sosyal ilerlemeyle birlikte yürümesi gerektiğini, finansal küreselleşmenin büyük bir tuzak olacağını ve kaçınılması gerektiğini, Çin’in, ABD, Avrupa ve Japonya oligarşik ‘triad’ına karşı gelmek için Küresel Güney’le enternasyonalist ortaklığını ve dayanışmasını yenilemesi gerektiğini vurguladı. Samir, Çin’den yoldaşlar Wen Tiejun, Wang Hui, Dai Jinhua ve Huang Ping’la derin bir arkadaşlık geliştirmişti. Samir son nefesine kadar cesur bir düşünür ve militan olarak kaldı.”

olumunun-ikinci-yilinda-dostlari-samir-amin-i-anlatti-son-nefesine-kadar-militandi-767618-1.
Lau Kin Chi: “Samir 2012’de Çin’in Chongqing kentinde İkinci Sürdürülebilirlik için Güney Sosyal Forumu’na (SSFS) katılmıştı. Öncesinde Yangtze Nehri’nde tekne turuna çıktık, Üç Boğaz Barajı ve Çin’in gelişimi üzerine tartıştık.”

Prashad: Yönümüzü bulmamıza yardımcı oldu

Tricontinental Enstitüsü Direktörü, Marksist Tarihçi Vijay Prashad ise Samir Amin’den öğrendiklerini şu sözlerle anlattı: “Samir Amin’le pek çok konferans ve toplantıda karşılaştım. Zekâsıyla büyüleyen bir adamdı, gençlere karşı cömertti ve azimli bir rehberdi. Samir’den konjonktürü nasıl takip edeceğimi, bir Marksist olarak politik açıdan nasıl düşüneceğimi öğrendim. Örneğin, Çin ve küreselleşme üzerine kısa makaleleri, diğer kesinliklerin çöküşünü gördüğümüz zamanlarda, benim neslimin yönünü bulmasına yardımcı oldu.

Samir’in başlıca kitapları - başta Dünya Ölçeğinde Birikim- emperyalizmin coğrafyasını ve ulaşılabilir ve gerekli (bağlantısızlaşma gibi) politikalar üzerine düşünmenin gerekliliğini öğretti. Onun bilgeliğini özlüyorum.”

***

Başkaya: Yaşamını halkların kurtuluşuna adadı

Türkiye’nin önde gelen düşünürlerinden, Özgür Üniversite’nin Kurucusu Fikret Başkaya, Samir Amin’in yakın dostu ve Türkçe çevirmeniydi. Başkaya, 1970 yılında Tilburg Kongesi’nde tanıştığı Amin’i anlattı:

Yıl 1970, Eylül ayı. Fransa’da doktora öğrencisiyim. Bir öğleden sonra fakültenin ana giriş kapısına yapıştırılmış büyük bir afiş gördüm: Tilburg Kongresi: 1970’lerde Kapitalizm… Nerdeyse beş kıtadan o dönemin en seçkin Marksist teorisyenleri davet edilmişti… Kongreyi düzenleyen de Tilburg üniversitesi… Hemen bir birkaç arkadaşla temasa geçtim ve Tilburg’un yolunu tuttuk. Tilburg Almanya sınırında küçük bir Hollanda kenti. İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler kenti tamamen tahrip etmiş, Kilise hariç nerdeyse yıkılmadık bina kalmamış… Ve savaştan sonra yeniden inşa edilmiş sevimli bir kent… Orada gördüğüm ilginç bir şey de evlerde perde yoktu…

olumunun-ikinci-yilinda-dostlari-samir-amin-i-anlatti-son-nefesine-kadar-militandi-767619-1.
Fikret Başkaya ve Samir Amin 2011’de Senegal’de düzenlenen Dünya Sosyal Forumu’nda…

Üç gün boyunca bir salondan ötekine koşuyorum. Olabildiğince çok temas kurmaya çalışıyorum. Konferans sonrasında bazılarıyla mektuplaştım. Bana kitaplarını gönderenler oldu… İnsan yaşamında kritik anlar vardır. Doğrusu Tilburg Kongresi benim için bir “kırılma anıydı” desem abartma olmaz… Paris’e döndüğümde Samir Amin’in, Dünya Ölçeğinde Birikim (Accumulation à l’Echélle Mondiale) kitabı yeni yayınlanmıştı. Satın aldım ve bir solukta okudum… Müthiş etkileyici bir kitaptır… İşte Samir Amin’le tanışmam Tilburg Kongresi sayesinde oldu… Geride yaklaşık 50 yıllık bir dostluk var… Dünya’nın birçok yerinde bizzat Samir Amin tarafından düzenlenen ya da onun da katıldığı bir çok konferans, kongre, sempozyumda birlikte olduk. 1997’de Kahire’de Dünya Alternatifler Forumu (World Forum for Alternatives) kuruldu. Ben de kuruculardan biriydim… 2013 yılında Cezayir’de bir sempozyum düzenlemişti. Ben de bir bildiri sunmuştum. Bir yıl sonra da ODTÜ’deki bir sempozyum için Türkiye’ye gelmişti… Onunla uzun bir söyleşi de yapmıştım. Ankara’da üç gün birlikteydik… Onu Ankara Kalesi’ne götürmüştük… Ertesi yıl şu anda adını hatırlamadığım bir Afrika ülkesindeki etkinliğe davet etmişti ama maalesef sağlık nedeniyle katılamamıştım… Geride kalan yaklaşık dört-beş yılda dünyaca ünlü çok değerli dört dostumu kayıp ettim ama hiçbiri beni Samir’in kaybı kadar yaralamadı… Kelimeler Samir Amin’i anlatmak için kifayetsizdir… O sadece bir Marksist teorisyen, yorulmaz bir militan değildi… Harika bir insandı… Tüm yaşamını ezilen ve sömürülen halkların kurtuluşuna adamıştı… Müthiş bir örgütçüydü… Sosyalizme daha lise yıllarında tanışıyor ve Mısır Komünist Partisi’yle temasa geçiyor. Entelektüel Yolculuğum adlı eserinde: “Sosyal realitenin Marksist tahliline, çok erken, lise ve üniversite öğrenim yıllarında katıldım ve sosyalizmin kapitalizmin her türlü kötülüklerine, iğrençliklerine karşı yegâne kabul edilebilir ve gerekli cevap olduğunda daha o zaman inandım” diyor… Mısır’da bir Fransız lisesinden mezun olduktan sonra, iktisat eğitimi için Paris’e gidiyor. Doktora tezini 1956’da yazıyor ama Süveyş Kanalı Krizi yüzünden, İngilizler ve Fransızlar Mısır’a savaş açınca ülkesine dönüyor, tez savunması bir yıl gecikiyor… Herhalde Samir Amin daha doktora teziyle ünlenmiş bir düşünce ve eylem adamıdır… Benim 1970’de okuduğum ‘Dünya Ölçeğinde Birikim’ onun doktora tezinin kitaplaştırılmış versiyonudur… Samir, doktora teziyle ‘dünya sistemi’ tezini ilk ortaya atan teorisyendir…

Hakikat bütündedir

Samir Amin için ‘yaşayan Marx’tı demekte bir sakınca yoktur. O da Marx gibi sadece bir iktisatçı, bir tarihçi, bir filozof, bir sosyolog… değildi. Bunların üstündeydi veya bunların hepsiydi… Marx’tan hareket etmek ama onda durmamak gerektiğine inanıyordu… Gerçek bütündedir, hakikât bütündedir tespitinden hareketle, ‘sosyal düşüncenin’ kompartımanlara ayrılmış olmasının mahzurlarına dikkat çekiyordu. Avrupa merkezciliğe bayrak açmıştı. Avrupa merkezli ideolojik yabancılaşmanın ‘Üçüncü Dünya’da yarattığı ideolojik tahribata dikkat çeken Eurocentrisme’i (Avrupa Merkezcilik) yazmıştı…

Üçüncü dünyanın, (şimdilerde Güney denilen) azgelişmiş ülkelerin kapitalizm dahilinde ‘kalkınmalarının’ imkânsızlığını daha doktora teziyle ilan etmiş bulunuyordu. Ona göre yakalamak, emperyalist Batı gibi olmak mümkün değildi. Kopuş (huruç) tezi’ni o amaçla formüle etmişti… ‘Dörtlü Çete’ de denilen, Bağımlılık Okulu’nun (Samir Amin, Andre Gunder Frank, Immanuel Wallerstein, Arghiri Emmanuel) dört teorisyeninden biri ve başlıcasıydı… Kitapları onlarca dile çevrildi ve defalarca basıldı… Dünya’da adımını atmadığı, ilgilenmediği bir ülke yoktu demek bir abartma olmaz… Ölümünden iki ay kadar önce Çin’deydi. Orada yaptığı konuşmayı internette bulabilirsiniz… Ben de bazı kitaplarını ve makalelerini Türkçe’ye çevirdim… Yazılarını bana iletme nezâketini gösterdi hep…

Yorulmaz bir devrimciydi

Elbette Samir Amin’in hayatını, sosyal düşünceye, ezilen halkların ve sömürülen sınıfların mücadelesine yaptığı katkıları, böyle kısa bir yazıda anlatmak mümkün değildir. O bir entelektüel, bir eylem adamı, yorulmaz bir devrimciydi… Bir ‘uzman’ değildi… “Ben hiçbir zaman entelektüel mücadeleyi politik mücadeleden ayırmadım. Hep entelektüel mücadelenin politik bir mücadele olduğunu düşündüm ve düşünmeye de devam ediyorum. “Apolitik” düşünce yoktur. Apolitik de kendine göre bir politikliktir. Bu ikisini hiç ayırmadım ve bu konuda Marksizm beni rahatlatıyordu, zira Marksizmde teori ve pratik birbirlerinden ayrılmazlar. Pratik olmadan teori yoktur, teori olmadan da pratik yoktur. Netice itibariyle bu noktada entelektüel faaliyetleri politik faaliyetlerden ayırmadım” diyordu. (Samir Amin- Ezilen Halkların Sömürülen Sınıfların Organik Aydını, Demba Moussa Dembele, çeviri Fikret Başkaya, Özgür Üniversite Kitaplığı, s. 112) Ölümünden birkaç yıl öncesinden beri “İşçilerin ve halkların enternasyonalini“ oluşturmak için yoğun çaba içindeydi… Yazık ki ömrü vefa etmedi… Ama başlattığı çalışma yol almaya devam ediyor. Bu yazıyı Samir’in ölümünün hemen ardından yazdığım kısa yazıdan bir alıntıyla bitirelim: Gerçi Samir, aramızdan ayrıldı ama insana yaraşır, sömürünün, baskının, sosyal eşitsizliğin, her türden ayrımcılığın olmadığı, özgürlüğün, sosyal eşitliğin, insan emansipasyonunun gerçekleştiği, yaşanabilir bir dünya yaratma mücadelemiz için devasa bir entelektüel miras bıraktı. Bize düşen, onun bıraktığı yerden yolumuza devam etmektir… İşte o zaman Samir bizde yaşamaya devam edecek…