İnanmayın, aslında kimse çocuk sevmiyor. Bir deyişe göre, bahçeye tohum eken biri yarınlara inanıyor demektir. Bir çocuk dünyaya getirmek ise yarınlardan da ötelere inanmayı gerektirir. O yarınları şimdiden inşa gerektirir.

Omelas’ı* bırakıp gidemiyoruz Çocukları da kurtaramıyoruz

“Hoş geldin bebek
Yaşamak sırası sende...”

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü** kutlu oldu mu? Bazı çocuklar bu kutlamanın farkında mı?

Sabah uyanıp gözümüzü açtığımız anda, trafikte beklerken, çayımızdan bir yudum alırken geçen o kısacık zamanda, bir yerlerde bir sürü bebek doğar.
Evde, bir tarla kenarında, göçmen kampında, bir çöl çadırında, tuvalette gizlice, bir gecekondunun karanlık odasında, ya da bir hastanenin tam donanımlı odasında en iyi hekimler ve en son tıbbi yöntemler eşliğinde, etrafında gülücüklerle bir bebek doğar. İlk bebek de olsa, onuncusu da olsa yeni bir hayat yeni bir umuttur aslında. Hangi şartlar altında rahme düştü? Sevgi dolu bir aşk gecesi çocuğu mu, ya da kaza kurbanı tekne kazıntısı mı? Daha kendisi çocuk bir kadının, ne olduğunu bile anlamadan küçücük bedeninde hayat bulan bir bebek mi?

Hepsi unutulur, ilk nefes, ilk hıçkırık, dünyaya yumulu eller, yumulu gözler hayata açılır bir anda. Doğduğu durum kötü de olsa önemli olan geleceğidir diye kendimizi teselli edebiliriz. Doğduğu göçmen kampından, bırakıldığı camii avlusundan, karanlık gecekondu odasından sonra yolu nerelere evirilecektir? Ne değişecektir? Biz yetişkinlerin buna inandırıcı bir cevabımız var mıdır?

Bu çocuk iki yetişkinin edimi ve kararı ile hayat bulmuştur. Bizim katkımızla. Ne yaman bir sorumluluktur aslında. Çünkü artık ekonomi her şeydir ve güvendiğimiz dağlara karlar yağmıştır. Bazı ülkelerde ise doğup doğmayacağına bile anne yerine devlet karışır, hala daha tecavüz bebeklerine bile kürtaj yasaktır.

Havası, suyu azalan, kirlenen, talan edilen, çocukların bile savaşlara sürüldüğü 7,5 milyarlık dünyaya bir can daha katılmıştır, tebrik ederiz, cesaretimi, cesaretinizi kutlamalıyız.

Bu bebek, temiz hava, temiz gıda, temiz su isteyecektir. Büyümek, barınmak, gelişmek, öğrenmek, oynamak, üstelik te mutlu olmak ve yaşamak en temel hakkıdır. Sevgi bekleyecek, ana-babasına sarılıp uyumak isteyecektir. Her türlü kaygıdan, korkudan uzak, onu seven, koruyan, bakan yetişkinler isteyecektir. Bir ülke, bir yuva, bir okul, gelecek isteyecektir.

Birleşmiş Milletler “theworldcounts.com” verilerine göre her gün yaklaşık 350 bin bebek doğmaktadır. Gene bu bilgilere göre bebekler hava, çevre, kimyasal ve endüstriyel kirlenmeye daha anne karnında iken maruz kalıp, hayata kirlilikten etkilenmiş olarak başlamaktadır. WHO (Dünya Sağlık Örgütü) verilerine göre dünya nüfusunun yüzde 91 sağlık sınırlarının üstünde kirlenmiş hava solumakta.

İnsanlık sağlığını kaybetmiş durumda. Savaş, kıtlık, ekonomik nedenlerle de insanlar sürekli yer değiştirmeye zorlanmakta, zorlu göç yollarından sağ çıkanlar yaban ellerde yeni bir hayat kurma savaşında. Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünya çocuklarının 37,9 milyonu da doğduğu toprakların dışında başka bir ülkede yaşamakta. Kendi güneşinden, denizinden, anadilinden uzakta.

Biz ve ‘en az’ üç çocuğumuz kalkınma istatistiklerinde sadece birer sayıyız...

Sağ olsun, Allah başımızdan eksik etmesin devletler, bazı temel güvenceler sağlama dışında detaylarla pek ilgilenmezler. Ben yaptım oldu derler.

Aslında ‘yapmadıklarına’ bakarsak, çocukları da pek sevmezler. Onlar aslında sadece genç nüfus çok olsun isterler, ekonominin çarkları dönsün yeter.

Dünya nüfusu; bu gün için yapılan tahminlerin üç misline çıkarak 7,5 milyar olmuştur. Çok eski değil, daha 1950 yılında 2,5 milyar olan nüfus yarım yüzyılda neredeyse üçe katlanmıştır. Oysa dünya aynı dünya, sadece azalan doğal kaynaklarıyla.

Daha az temiz hava, daha az temiz su, daha az temiz gıda. Çevre kirliliği, doğa talanı?... Had safhada! Gelir dağılımı?... Uçurum!

Hükümetler yaşlı nüfusu da sevmezler. Bugün Avrupa en yaşlı, Afrika en genç kıta konumunda. Her ülke de kendi sürdürülebilir demografik gelişimi için gerekli doğum oranları hesapları, nüfus tahminleri ile hesaplar yapmakta. Çocuklarımız kalkınma ve refah yolunda sadece birer istatistiktir. Sosyal güvenlik sistemlerinin sigortası genç çalışan nüfustur.

Türkiye, yaşlı nüfus oranı eskiye göre artmış olsa da, hala Avrupa’nın en genç nüfuslu ülkelerinden. TÜİK verilerine göre 2017 yılında 2,07 olan doğurganlık oranı, 2018 yılında daha da gerileyerek 1,99 olarak açıklanmıştır, kadın başına iki çocuktan az. Bu da nüfusun yenilenmesi için gerekli görülen 2,10 altında kaldığından, bizim ‘tek çocuğa ancak bakabiliyoruz’ gerekçemiz, devletimizin kalbini kırmıştır. Kadınlardan; bu tam zamanlı, maaşsız, güvencesiz, emeklilik hakkı olmayan, ömür boyu yürek ağızda ‘annelik’ konusunda daha yüksek bir performans beklenmektedir. Üremek birinci vazifemizdir.

Sermaye de bebeklerle farklı açılardan ilgilenir. Bazıları daha da tehlikelidir. Uzak ülkelerde ucuz iş gücü, yeni tüketiciler, güçlü genç askerler, insan kaçakçıları için küçük bakireler lazımdır. Ayrıca evde çocuğu yemek bekleyen ana-babalar daha itaatli çalışanlardır, kaybedecek çok şeyleri vardır.

İstismara en uygun gruptur. ‘Rekabet gücü’ sen nelere kadirsindir. Eski Yeşilçam filmlerinde patronun, ağanın tacizine ses çıkaramayanlar, parasını alamayan, sigortası yapılmayanlar da bu gruptandır. Öğrenilmiş çaresizliğimizdir.

Çocuklara ‘yarınlarımız’ deriz, ama yarının inşasına bu günden başlamak gerekir. Sorumluyuzdur, veballeri boynumuzdadır.

Ülkemiz ve dünya çocukları, Çocuk Hakları Sözleşmesinde yer alan en temel hakların birçoğundan mahrumlar. UNICEF 2019 Dünya Çocukları Durum Raporu’na göre dünyadaki 5 yaş altındaki her üç çocuktan biri yetersiz beslenme nedeni ile gerekli gelişimini sağlayamıyor. 5 yaş altı her üç çocuğun ikisi gerekli vitamin ve proteini alamadığı için “gizli açlık” çekiyor. Rapor, çeşitli verilerle, tüm dünya çocuklarının, temiz, bol, çeşitliliği sağlanmış ve sürdürülebilir gıda erişim hakkı ile; küreselleşme, şehirleşme, iklim değişiklikleri ve çevre kirliliği sonuçlarına dikkat çekiyor. Buna karşılık gelişmiş ülkelerde ki çocukların büyük bir kısmı da; yıllardır manipüle edilen, yüksek kar peşinde ki gıda sektörü ve işlem görmüş gıdalar yüzünden, obesite sonucu; kalp, diyabet, kanser gibi hastalıklara açık yetişkinler olma tehlikesi altında büyüyor.

Dünya hırsımız ve ellerimiz altında can çekişiyor. Milyarlar kazanan şirketler, devletin izni ile bacasına filtre takmıyor. Yer altı suları her gün bin bir türlü sanayii artığı, tarım ilacı ile zehirleniyor. En verimli topraklar beton altında kalıyor.

İnanmayın, aslında kimse çocuk sevmiyor. Bir deyişe göre, bahçeye tohum eken biri yarınlara inanıyor demektir. Bir çocuk dünyaya getirmek ise yarınlardan da ötelere inanmayı gerektirir. O yarınları şimdiden inşa gerektirir.

*Amerikalı yazar Ursula K.Le Guin’in “Omelas’ı Bırakıp Gidenler” öyküsündeki inanması zor güzellik ve zenginlikteki, ütopik/distopik kentin ismi.

** İlk kez, 1959 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Çocuk Hakları Bildirisi yayınlamış, daha sonra 1989 yılında da Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edilerek, 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü olarak ilan edilmiştir. Türkiye, azınlıklarla ilgili 17., 29. ve 30. maddelere kendi yorumunu yapma hakkını saklı tutma kaydı ile bu sözleşmeyi 1990 yılında imzalamış, 1995 yılında yürürlüğe girmiştir.

cukurda-defineci-avi-540867-1.