“On Body and Soul”/  “Beden ve Ruh” üzerine

ECE CİHAN ERTEM

Ildiko Enyedi’nin 2017 Berlin Film Festivali’nde “Altın Ayı” ödülünü alan filmi Beden ve Ruh, modern insanın yasadığı temel bir bölünmeye işaret eden ve esasen isminde yer verdiği ayrımın sonlanışını anlatan, adeta bir “tamamlanmanın”, bir “birbirini bulmanın” hikâyesi. Bu birbirini bulma hali filmlerde pek de kullanılmayan iki düzlemde ve mekânda meydana geliyor, bilinçüstünde bir mezbahada ve bilinçaltında iki kişinin rüyalarındaki karlı bir ormanda. Filmi izlerken, iki “bir araya geliş” dikkatimi çekmişti, bu değerlendirme de onlar üzerine olacak. İlkin, ayrıksı duruşlarıyla toplumdan kendilerini izole etmekte ortaklaşan ama aynı zamanda birbirilerinden de oldukça farklı iki kişinin bir araya gelişi uzerine birkaç kelam etmek istedim (Bu bağlamda rüyalar üzerine çalışan psikiyatrist Carl Gustav Jung ve dünya sinemasının asperger sendromuna olan ilgisi üzerine serbest çağrışımlarımın izleri de yazıda görülebilir) İkinci olarak da bu yazı modern toplumlarda hem birbirlerinden hem de hayvanlardan neredeyse tamamen kopmuş insan toplulukları ile ilintili birkaç yorumda bulunuyor. Diğer bir deyişle, filmde betimlenen insan ve hayvan ilişkisi üzerinden arzu ile sevginin ya da beden ve ruhun sıra dışı bir şekilde bir araya gelişine odaklanıyor.

Enyedi, filmi için iki sıra dışı karakter seçiyor. Endre ve Maria, bir aşkın yeşermesi için tuhaf sayılabilecek bir yerde, bir hayvan kesim alanında tanışıyorlar. Mezbahanın finans müdürü olan Endre’nin sol kolunun sakatlığı, duygularının katılığı ile örtüşüyor; kalite kontrol uzmanı Maria’nin ise iş arkadaşları tarafından alay konusu olan sosyal ilişkilerdeki “iğretiliği” bize beyazperdenin çok sevdiği özel insanları, asperger sendromlu (olduğu sanılan/savlanan) karakterleri hatırlatıyor. Genellikle Otizm spektrumun altında incelenen asperger sendromu semptomları, Maria’nin filmdeki davranışları ile örtüşüyor, kesin olarak belirtilmese de ya da tam anlamıyla adlandırmak mümkün olmasa da Maria’nin sosyal iletişimden kaçınması, soyut düşünce ve mecazi anlatımda başarılı olmaması, (bir kalite kontrol uzmanı olarak oldukça işine yarayan) çok keskin gözlem yeteneği, aklına geleni doğrudan ifade etmesi, kendisine dokunulmasından hoşlanmaması ve hatta Endre’ye aşık oluncaya dek kendi vücuduna dokunmamış olması, parkta sevişen sevgilileri gizlenmeden ve hiç çekinmeden izleyerek tensel teması öğrenmeye çalışması aşka hazırlanışın çabaları olarak görülebilir. Maria, Endre’ye aşık oluncaya dek müzik dahi dinlememiştir, müzik yoluyla duyularını canlandıracağını düşünür, sevebileceği bir aşk şarkısı bulabilmek için neredeyse bir gününü CD/DVD satan bir dükkanda geçirir, ve sonunda filmin muhteşem tema müziğini bulur.1 Bütün bunların dışında Maria, tıpkı pek çoğumuz gibi, büyümek istemeyen bir çocuk gibidir. Bir yetişkin olarak çocuk terapisti ile görüşmesi ve rutinlerini bozmak istememesi, yeni olanı kabullenmekte zorlanması ve yetişkin olmaya dair bilinçdışı korkuları ile ilişkilendirilebilir. Maria, aşık olduğu kişi ile konuşmalarını mutfaktaki tuzluklarını konuşturarak zihninde canlandırırken, gerçek hayatın provasını oyun yolu ile yapmaktadır. Maria’nin ilk kez deneyimlediği aşkının reddedilmesine toleransı oldukça düşüktür, onu ölüme kadar götürebilir, keza film dışına çıkacak olursak günümüz ilişkilerinde de bireylerin reddedilme korkusu, yaşarken öleyazma sanrısı yaratabilir ve aşkın önüne set çekebilir.

Endre de tıpkı Maria gibi insanlardan uzak, sosyal sayılmayacak bir yaşam sürmektedir. Örneğin Endre’nin tek yakın akrabası yalnızca bir sahnede gördüğümüz kızıdır, onunla ilişkisinin de pek samimi olduğu söylenemez. Endre’nin iş arkadaşları ile de oldukça yüzeysel bir ilişki kurduğunu söyleyebiliriz. Endre kendi deyimi ile “aşk defterini” çoktan kapatmış biridir, Endre’nin felçli kolu, katılı kalmış yüreğini simgelerken, bu katılığı çözmeye başlayan tek şey her gece rüyasında gördüğü, yakınlaşmaya çalıştığı bir diğer geyiktir. Endre rüyasında kendisini de geyik olarak görmekte ve diğer geyik ile tıpkı gerçek hayatta Maria ile olduğu gibi önce ona sadece bakarak tanışmaktadır. Öte yandan, gerçek hayatta korkular, kaygılar, utanç ve suçluluk hisleri devreye girer, geyiklerin doğrudan kurduğu yakınlık insanlarda epey dolambaçlı bir hal alır. İşte burada yönetmen bir işyeri psikoloğunu devreye sokar ve işyerinde yaşanan bir suç olayının ardından, herkese uygulanan klasik karakter analizi testlerinden birini yaparken, bütün çalışanlara rüyalar ile ilgili de bir soru sorulur. Bu soruya tıpatıp aynı cevabı veren Endre ile Maria’nin, tanıştıklarından bu yana her gece aynı rüyayı gördükleri ortaya çıkar, rüyalarında her ikisi de kendilerini ormanda birlikte dolaşan iki geyik olarak görmektedir. Filmde, iki kişinin günlerce aynı rüyayı görmesi, filmin bir yanıyla sihirli, mucizevi bir şekilde karakterlerin hayatlarını aydınlatması öte yanıyla da kişilerin yaklaşmakta olan aşkı sezgisel bir biçimde algılamalarıyla ilintili görülebilir. Diğer bir deyişle, kanımca yönetmen karakterlerin kendilerini aşka hazırlayışlarının rüya yoluyla da olabileceğini, kişilerin bilinçaltı hazırlıklarının rüya yoluyla görünür oluşunu betimlemiştir, bu filmin alametifarikası, bu filmi özel kılan yanı budur.

Bütün bunlara ek olarak, modern dünyada insan ve hayvan olmak üzerine de bir şeyler söylüyor “Beden ve Ruh.” Aşka dair hazırlığını bilinçaltı bir düzlemde geyikler ile özdeşleşerek yapan iki insanın, Endre ve Maria’nin, her gün insanların onların etinden beslenmeleri için hayvanların kesimine ve akan hayvan kanına şahit olması filmin işaret ettiği ironik bir karşıtlık. Modern hayvan endüstrisine dair en çarpıcı sahneleri sanırım bu filmde gördüm ve et endüstrisinin hayvanlara ettiği eziyeti yeniden düşündüm, tahminimce bu filmi izleyip bu konuyu düşünmeyen kişi sayısı çok azdır. İnsan ve hayvan başlığının ikinci yönü de yukarıda biraz değindiğim, arzu ve aşk kavramlarına dair. Ruhların tanışmaya erindiği ve insanın arzusunu kurduğu sosyal yapıların içerisine hapsettiği modern toplumlarda kişilerin iki geyik gibi dolayımsız bir şekilde bir araya gelebilmesi mümkün mü? Ya da beden ve ruhun birlikte sevmesi olası mı? “Aspergerli” Maria ve kendisini “sakat ve yaşlı” gören Endre’yi birleştirebildiğine göre yönetmenin bu sorulara cevabı hiç şüphesiz “Evet.” olacaktır.

Bitirirken, filmle ilgili son bir sembole daha değinmek ve bir de eleştiride bulunmak isterim. Filmde cep telefonu ögesinin aktif kullanımı, kapitalist dünyada yaşamlarımızın, bazen pamuk ipliği ile teknolojiye bağlı olduğunu resmediyor. Yine de filme göre akıllı telefonsuz ve sosyal medya kullanımı olmaksızın aşk hâlâ mümkün. Yönetmenin, bu filmde çok klasik bir romans resmetmediği açık ama yine de yaşça daha büyük bir erkek ve genç kadın klişesine düşmesi ve karakterlerin hepsinin alışılagelmiş heteroseksüel ilişkiler yaşaması, yönetmenin kurduğu sıra dışı aşk hikâyesine çok sıradan bir çerçeve çiziyor. Son tahlilde Enyedi, rüya ile gerçeğin yanısıra Maria ile Endre’nin bedenlerini ve ruhlarını birleştiriyor. Yaşadığımız çağın kapitalist düzeninde beden ile ruhun birleşebileceğine dair seyircilere ümitvar bir selam veriyor ve filmi mutlulukla bir bağlantısı olan güneşli bir kahvaltı sofrasında bitiriyor. Beden ve Ruh bu yaz gösterimde olacak, keyifle izleyeceğinizi umarım.

Dipnot:

1. Laura Marling’ in 2010 yılında Virgin Records tarafından yayımlanan “I Speak Because I Can” albumunden “What He Wrote” adlı şarkı