En sıradan izleyiciye bile, mümkün olan dünyaların en iyisinde yaşamadığını hissettirebilmeliyim.

Metinomani mi Ceylanomani mi?

En sıradan izleyiciye bile, mümkün olan dünyaların en iyisinde yaşamadığını hissettirebilmeliyim. Louis Bunuel
Şu ana kadar Nuri Bilge Ceylan üzerine övgü dolu yazıları yıllarca yazanlar, ya da benim hiç katılmadığım nedenlerle geçmişte kendisine yergide bulunanlar ve Nuri Bilge taraftarlığını herhangi bir üretimde bulunmadan cefakarca yapanlar arasında benim gördüğüm şey:
Nuri Bilge Ceylan’ı anlamıyorlar, -eğer varsa- yaratıcıya dair esaslı bir şey söylemiyorlar.

Bu tartışmalar belli oranlarda bana futboldan hemen hiç anlamayan Fenerbahçe/Galatasaray taraftarlarının futbol tartışmalarını, daha çok da atışmalarını hatırlatıyor: Ne olursa olsun üste çıkmak hedefiyle tartışmanın da futbolun da içine etmekle meşguller çünkü.

1960’lı yıllarda Metin Erksan’ın filmleri kimi eleştirmenleri pek heyecanlandırırmış: Bu insanlar da öyle bir etkisi olurmuş ki Erksan’ın en yakın arkadaşı olan yönetmen Halit Refiğ bunlara Metinomaniye yakalananlar adını takmış. Erksan’ın filmlerinde bizim sinemamızda hiç görülmeyen ve başka yönetmenlerin hemen hiç girmediği sapkınca sahneler vardır, hele ateşli intikam duygusu bir başkadır bu filmlerde.

Erksan bir grandiyöz kişilikti, dengede durmazdı, konuşurken de çok büyük konuşurdu, kendi kendini gaza getirir ve birden rakibinin üzerine çullanırdı. Erksan’ın sınırlı sayıda o yıllarda yazdığı yazılara baktığınızda da bunu görürsünüz. Dönemin önemli bir eleştirmenin gözüyle Erksan “muvazenesiz” idi, ama bizzat işte bu, dengesizliği ve hırsı ve tutkusu onu bir başka yapıyor, pek çoklarının gözünde Erksan’ı gerçek bir auteur haline getiriyor ve seyri hiçbir yönetmenin vermediği hazzı yaşatıyordu.

Günümüzde ise tuhaf bir Ceylanomaniye rastlıyoruz. Bence aralarında tuhaf ilişkiler var, hem de sandığınızdan daha fazla. Ceylan’ın filmlerinde tek bir olumlu karakter yoktur, bazılarının çok fazla söylediği haliyle “filmlerinde oynattığı anne ve babası” bile ne yazık ki olumlu ve iyi karakterler değil, daha çok eksantrik kişiler olarak renkli biçimde verilir.

Aksine Ceylan’ın filmlerinde olumsuz ya da “kötü” karakter biçim değiştirmiştir: Erksan’da “kötü” karakter, tutkusuyla, kendisine yapılan ters ve kabul edilemez bir hareketle, aşağılanmayla, kadere isyanla ama hep tutkulu olduğu için, samimi olduğu için, sonuna kadar gitme yanlısı olduğu için, kaybeder. Zamanla geri döndüğünde hınçla hesaplaşmaya girişir. Ama hiçbir zaman soğukkanlı, aklıyla ve hesaplı/planlı bir şekilde bunu yapmaz. Hatta kendi mahvolması pahasına hesaplaşmaya girişir.

Peki, Erksan’a göre Nuri Bilge Ceylan’da işler nasıl değişir? Ben çok basit görüyorum bunu, Ceylan soğukkanlı, planlı ve hatta zaafları çok iyi kullanan bir kötü yaratmıştır: Polisiyenin unutulmaz dersi, “intikam yemeği soğuk yenir” görüşüne sıkı sıkıya bağlıdır. Dikkat ediyorum Ceylan’ın filmlerinde bir yanı olumlu gösterilen bir karakterin, her zaman için devamında burnu sürtülür ve o karakterin olumlu yönü tersyüz edilir.

Meselaları ben mi sayayım siz de görüyor musunuz? Örneğin, Kış Uykusu filminde Aydın karakteri şu ya da bu nedenle Atı serbest bırakır, doğaya bırakılır. Ama nedense yönetmen rahat etmez, Aydın’ı ava çıkartır, tavşanı vurdurur ve elinde tavşan otele getirir.

Şunu hiç unutmuyorum, Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde “kötülük” ya da “rakibe hücum” çok başat bir biçimde yapılıyor: Ceylan’da kötülük özellikle ve bilinçle karşı tarafın zaafı kullanılarak ve ona bir albeni gösterilerek yapılıyor. Dahası sonuçta fenalık geldiğinde ise yapan kişi nedense hiç “vicdan azabı” çekmiyor! Hatta bu insanlar yaptıkları kötülükten sonra arkada iz bırakmaktan ya da bununla yüzleşme zemini yaratmaktan da itinayla kaçınıyorlar.

Şunu şaşkınlıkla söyleyeyim: ilk kez bir Nuri Bilge Ceylan filminde sulu-gözle ağlayan bir kadın gördüm, hem de sesli. İklimlerde Ebru Ceylan’ın gözünden yaş geliyordu, ama için için ağlıyordu ve yüreği yangın yeriydi, büyük bir sessizlik içinde ve hayatına devam ederken. Kış Uykusu filmindeki ağlayan kadını inandırıcı bulmadım, hatta kötü çekilmişti, inandırıcı değildi. Aynı şekilde anladığım kadarıyla Uzak’ta Yusuf karakterinin o ağır tartışmanın ardından oyuncak askerle çıktıktan sonra “ağlayan hali”ni de acı bir şekilde “gülen hali”ni de Nuri Bilge çekmiş, acı ve hıçkırırcasına gülen halini kurguda koymuştur. Das Böse’nin mükemmel değişimi bazılarını mutlu ediyor ki onların eleştirenlere karşı tavrı çok net: anlamıyorsunuz, sen ne anlarsın?

Zaten şu tuhaf duruma ne demeli? Filmde üçlümüzün aralarındaki üçlü ve ikili tartışmalardaki acılık seyircide hayıflanmaya değil, 7-8 kere gülmeye yol açıyor, ama bu mutluluk gülmesi değil, heyecan hiç değil, o zaman ne gülmesi? Hiç Nuri Bilge filminde ağlayan insan görmedim, ama sinirden ağlayacak gibi olan ve “küfredeceğim, ama şimdi bunun yeri değil” diyen çok insan gördüm. Haydi hayırlısı, memleket için şenliklere vesile olsun…