İnsan hakları mücadelesinin dünü ve bugününü anlatan İnsanlığa Gönderilmiş Mektuplar belgeselinin yönetmeni Beysülen, “Milliyetçi ile muhafazakâr zihniyetten, insan hakları ve demokrasi çıkmaz” diyor.

On iki öyküde adalet arayışı

Işıl ÇALIŞKAN

Ülkemizde insan hakları için verilen mücadele beyazperdeye aktarıldı. Yapımcılığını Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV), yönetmenliğini Yusuf Kenan Beysülen’in üstlendiği “İnsanlığa Gönderilmiş Mektuplar” belgeseli, yaşanan acılar karşısında yas tutmakla yetinmeyip adaleti arayan 12 insanın öyküsünü konu alıyor. Belgesel, Cumartesi Anneleri ile sembolleşen kayıp yakınlarından vicdani retçilere, LGBTİ+ bireylerden insan hakları aktivistlerine süregelen sorunları mercek altına alıyor. “İnsan, haklarıyla insandır” sözündeki haklılığını kanıtlayan bu belgeseli, yönetmen Yusuf Kenan Beysülen’le konuştuk.

Belgeselin adını Cemal Süreya’nın insan hakları hareketinin üyelerinden gazeteci Emil Galip Sandalcı için kullandığı “İnsanlık adresine gönderilmiş bir mektup gibidir” sözünden aldığını biliyoruz. “İnsanlığa Gönderilmiş Mektuplar” ifadesinin sizdeki karşılığını dinlemek isteriz…
Değer yargıları ya da ahlak toplumdan topluma değişiklik gösterebilir. İnsan hakları ise evrenseldir. Değerlerle ilgilidir. Zamana ve mekâna göre değişmezler. Bütünselliği vardır; az ya da çok insan hakkı olmaz. Temel haklar da bunun omurgasıdır. Toplumdan ya da kişiden kişiye farklılık göstermez. Din, dil, ırk, bölge, sınıf, statüye göre değişiklik göstermez.

Felsefe, -genel anlamda-, bunu yüzlerce yıldır tartışıyor. Yani iyinin peşinde, iyi olanı açığa çıkarıyor ve uygulanabilirliği konusunda da yol açıyor. İyi olanı, iyi olan eylemi, hakikati, adaleti işaret ediyor. Ne yazık ki, felsefeden uzaklaştıkça, yani akıldan uzaklaştıkça işler daha fena bir hâl aldı. Elbette bunun bir nedeni var. Zenginliğine zenginlik katanlar, daha güçlü olma hırsıyla dünyayı saran zihniyet ve hükümetler bunun nedeni. Bilim ve teknoloji, insanlığa karşı, emeğe karşı, her türlü kimlik mücadelesine karşı kötü bir biçimde araçsallaştırıldı. Yani iyi amaçlar için kullanılmıyor. Ve kötülük; şiddetle, yıkıcı ve yok edici bir şekilde çeşitleniyor, çoğalıyor ve güçleniyor. Bu vahşi saldırıdan nasibini sadece insan da almıyor; hava, su, toprak, orman, iklim, hayvanlar, börtü-böcek, kısacası canlı-cansız ne varsa nasibini alıyor…

Herkes susarsa tahribat ve adaletsizlik yerleşir, olağanlaşır. Dünyanın neresinde verilirse verilsin, her hak mücadelesi aynı zamanda insanlığa karşı da bir sorumluluğun ifadesidir. Her bir insanın yaşadığı ihlal, aynı zamanda insanlığa yapılan bir ihlaldir.
Elbette; dünyayı, insanlığı sansar gibi saran bu anlayışa, bu vahşi saldırılara, bu sonsuz ihlallere karşı duranlar da var. Dünyanın her yerinde var. Türkiye’de de var. Kararlılık ve ısrarla mücadelelerini sürdürüyorlar. Sadece ihlale uğradıkları için değil, hakikati gördükleri için itiraz ediyorlar. Sadece bir alanda değil, ihlal olan her alanda mücadele ediyorlar. Bir direnç, bir umut, bir nefes alacak alan sağlıyorlar. Ve bu insanların verdiği mücadele, sadece kendilerini, ülkeleri sınırları içinde yaşayan bireyleri ya da toplulukları değil insanlık için de mücadele ediyorlar.

İnsanlığa Gönderilmiş Mektuplar belgeselinde Türkiye’de insan için, insanlık için, dünya için mücadele eden hak savunucularından yalnızca 12’sinin hikâyesi var. Ve ihlallere karşı, kötülüğe karşı mücadele eden; adalet ve hakikat peşinde koşan her bir hak savunucunun mücadelesi de bence insanlığa gönderilmiş bir mektuptur.

Cumartesi Anneleri ile sembolleşen kayıp yakınları, vicdani retçiler, LGBTİ+ bireylerin ve insan hakları aktivistlerinin de aralarında bulunduğu 12 kişinin hikâyesiyle karşılıyorsunuz seyirciyi. Bu 12 konu, nasıl bir seçkiyle bu belgeseldeki yerini buldu?
Genel Sekreteri Coşkun Üsterci’nin adını anmak isterim. Bu çalışmada bize katkıları büyük oldu. Hak savunucularını, Türkiye İnsan Hakları Vakfı belirledi. Hak savunucularının belirlenmesinde bazı kriterin öne çıktığını söyleyebilirim. Ülkemizde en kritik, görünen ve en yoğun yaşanan ihlallerin olduğu alanlarda kazanım sağlayan, umut veren alanlarda; kamuoyunda çok ön plana çıkmamış, bilinmeyen, kararlı ve ısrarcı isimlerin tercih edildiğini görüyorum.

Hepsi birbirinden hassas konuları beyazperdeye aktarırken nasıl hassasiyetleriniz oldu?
Öyküsünü anlattığımız aktivistler, acılar yaşadılar ve bu acıların tarifi, sınırı yok; çok büyük mücadele de verdiler. Hâlâ veriyorlar da. Bunlar gözümüzün önünde, yanımızda oldu, oluyor. Ben bu sürecin içindeydim, içindeyim. Yani demokrasi ve insan hakları mücadelesi veren bir kuşağın içinden gelen birisi olarak, ağır insan hakkı ihlallerinin tanığıyım.

Ama, objektif olmaya gayret ettik. Objektif derken, öyküleri yabancılaştırmadık. Anlatımlarının ya da arşiv görüntülerin üzerine bir kelime koymadık. Duygu ve düşüncelerimizle başka bir şekil vermedik öykülere. 12 insanı, uzun bir dönemi, bir mücadeleyi bütün hatlarıyla olmasa da belgelemiş olduk.

on-iki-oykude-adalet-arayisi-953183-1.
Yusuf Kenan Beysülen

Fotoğraf: Mehmet Özer



DEVLET VAR VATANDAŞI YOK

İktidar açısından insan hakları konusunu nasıl değerlendirirsiniz?
İnsan hakları sorunu, ya da ihlal, devletle vatandaşı arasındaki sorundur. Devlet var, vatandaşı yok. Olan bir şey yok ki, korunsun. İktidarın söyleminde sürekli nefret var. Şiddet, baskı ve ayrımcılık var. Demokrasi ve insan hakları adına bir şey var mı? Bence yok. Her gün biraz daha geriye gidiyoruz. Biraz değil, hızla geriye gidiyoruz. Bunun sonu ya da dibi var mı? Bence o da yok. Farkında mısınız, “var” dediklerim olmaması gerekenler; “yok” dediklerim de olması gerekenler. Olmayan bir şey için korumadan bahsedemeyiz.

Yanlış hatırlıyor da olabilirim, Berlinguer’in, “Milliyetçilik kan ve gözyaşı demektir” gibi bir sözü var. Dünyanın her yerinde böyledir. Kısacası milliyetçi ve muhafazakâr zihniyetten, insan hakları ve demokrasi çıkmaz. Bununla geçmişte çok iyi yüzleştik. Tartışmaları hâlâ sürüyor. Deneyimler de önemli. Önümüze bakmalıyız; yolumuz uzun ve zorlu…

Belgeselin önümüzdeki süreçteki yolculuğunda hangi duraklar olacak?
29 Kasım’da İstanbul’da yapıldı. 30 Kasım’da Diyarbakır’da bir gösterim oldu. 9 Aralık İzmir, 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde Ankara’da, 17 Aralık’ta Van’da gösterimler olacak. Antalya’dan bir gösterim talebi var. Almanya’da çeşitli kentlerde gösterim yapılması için davet aldık. Ama kesinleşen henüz bir şey yok.