İstanbul’un en güzel kaçamaklarından birini...

İstanbul’un en güzel kaçamaklarından
birini yapmak yerine uykuyu seçen
eylemdaş arkadaşım,

Tamam, sen de haklısın. Önce Çamlıca’ya gidecektik kahvaltıya, sonra plan değişti. Sana da haber vermek için yarım saat aradım ama ulaşamadım. E ne yapsaydım, kahvaltıya mı gitmeseydim?
Bir gün önce Express’in nisan-mayıs sayısına göz gezdirmiştim. Bilirsin ben gazeteleri, dergileri biriktirir ve öyle okurum. Derginin ana konusu ‘Çocuk Avı’ydı. Doğu’da, Adana’da, İzmir’de, orada, burada birçok çocuğun hapishanelere atılma hikâyelerini işliyordu dergi. Hem de bir sürü hikâye. Sokaktan çevrilip hapse atılanlar mı istersin, babasının hâlâ ziyaretine gidemediği hapisteki kızına yandığı hasreti mi dersin, hepsi o sayıdaymış (94)  meğer. Biraz geç de olsa okuyuverdim geçtiğimiz cumartesi. Birkaç sayfa sonra da ‘Mısır Çarşısı Bombacısı’ yaftasıyla dolaşmak zorunda kalan, defalarca suçsuzluğu kanıtlansa da her seferinde yeniden dava açılan ‘Pınar Selek’le ilgili, arkadaşlarının neler anlattığını okudum. Kan donduran cinsten, inanması güç bir hikâye daha karşımdaydı. Sonra Medya Tava’dan takip ettiğim Taraf gazetesindeki kriz de ilgimi çekti. Ankara Büro ile Ahmet Altan’ın sürtüşmeleri ve bir şekilde eli sopalı öğretmen misali, Altan’ın altı gazeteciye kibarca kapıyı göstermesini bir de senden dinlemek istiyordum. İşte bunların tümünü konuşuruz, bendeki bilgileri sana aktarırım, senden de sizin cenahtaki gelişmeleri öğrenirim diyordum. Ama sen kalkamadın bile uykudan be adam. Neyse…
Biz de yönümüzü Karadeniz kıyılarına çevirip, siyasi hareketlilikten biraz olsun uzaklaşalım istedik. İstanbul’a bu kadar yakın olup, aynı zamanda da bu kadar uzak kalabilen Garipçe’ye doğru yol aldık. Yıllardır gideriz bilirsin, sen de zamanında hayran olmuştun. Hem ‘Asmaaltı’na, hem de rüzgârına bayılmıştın. Bugünlerde arabadan geçilmiyor Garipçe. Onca ahşap ve köhne evin arasına son model araçlar hiç de yakışmıyor aslında. Asmaaltı bildiğin gibi yine püfür püfür. Ahmet yine arı gibi çalışıyor. Geçen yıla göre indirim de yapmışlar, işlere yansımış tabii ki. Haliyle kriz teğet geçmeyince, çözüm üretiyor arkadaşlar. Hemen merhabalaştık, “neredesiniz yahu” deyip başladı sohbete. Mekân eskisine göre biraz daha büyümüş. Mıhlama desen harikulade! Hatırlarsan, birkaç hafta önce ormanda denemiştin de becerememiştin yapmayı. Hiç uğraşma, buradaki kadar güzel olmayacağı belli!
Çaylarımızı yudumladıktan sonra, rüzgârın bizi tokatlaması için surları yarım yamalak kalan, kaleye çıktık. Ne fayda, güneş fena halde yokluyordu bizi. Mahallenin genç delikanlıları Karadeniz’in sularına koyvermişlerdi kendilerini. Fazla duramadan aşağıya indik. Garipçe içe dönük, dışarıya ise nispeten kapalı kalan nadir Karadeniz köylerinden biri olarak hâlâ olduğu yerde duruyor. Sonbaharda yine gideceğim, bu sefer treni kaçırma arkadaşım!
Ardından Kilyos’a doğru yol aldık. Yol öyle güzel ki on yedisine gelmiş gencecik fidanlar gibi dimdik duruyor çam ağaçları. Gencecik, yemyeşil, umut dolu! Serin mi serin havasına, alabildiğine uzun ve gidilesi yoluna, adının içindeki gizeme aldanarak vardık Kilyos’a. Sahil tüccarlarının kişi başı 25 TL (yazıyla yirmibeş) ücretle denize adam alması küfrümüzün ana konusuydu. Deniz ve sahil kiralıktı basbayağı! 25’i veren girebiliyordu denize, veremeyen bakakalıyordu öylece. “Ya havle” deyip bir kampta oturduk birkaç saat. Sonra keşmekeşin ta göbeğine, İstanbul’un kendisine doğru trafiğin içinden ufak ufak yol aldık.
Çam ormanlarının içinden geçerken, yol kenarlarında kırılmış, kökünden sökülmüş birkaç çam fidanı gördüm. Geçtiğimiz cumartesi günü Radikal’de Yıldırım Türker’in “İmkâna Tutuldum” yazısı Gülten Akın’a ithaf edilmişti. Bu yazının ‘Pazar’ versiyonu ise yine Türker tarafından sanırım 2003 yılında yayımlanmıştı. Her ne kadar ısıtılıp yeniden sunulsa da hatırlamak güzeldi bu yazıyı. O yazı bilinçaltımdaki yerini almış olacak ki, Gülten Akın’ın Erdal Eren’e yazdığı şiir geldi aklıma, yerde yatan on yedilik delikanlı çam fidanlarını görünce…
“büyü de baban sana büyü de büyü
baskılar işkenceler kelepçeler gözaltılar zindanlar alacak
büyü de baban sana büyü de büyü
büyüyüp de onyedine geldiğinde
baban sana idamlar alacak…”