On yıl bitmiş. BirGün’de on yıldır düzenli yazıyorum.  BirGün’ün çıktığı Nisan 2004’ten başlayarak düzensiz yazılar da yazdım ama emeğin hallerini anlattığım bu köşede 20 Ocak 2005’te düzenli yazmaya başladım. Arada sırada yazdığım düzensiz yazıları da sayarsak 600’den fazla yazı yazmış olmalıyım. Düzenli yazmak zor iş olsa da yazılarımı aksatmamaya çalıştım. Bu köşeyi severek yazdım, yazmaya devam ediyorum. On yıl insan yaşamı için uzun bir kesit.  Bugün bu on yıllık kesit üstüne kısa  bir değerlendirme yapmak istiyorum.

BirGün’ün eski yazarlarından biri sayılırım. Neredeyse başlangıçtan bu yana devam eden birkaç yazardan biriyim. Gazetenin mutfağında değilim, “hariçten gazel” okuyan bir gönüllüyüm. Kendimi bir tür nöbetçi olarak görüyorum. Emeğin hallerini, hak arayışlarını ve mücadelelerini aktarmakla sorumlu bir nöbetçi. Umarım bir nebze bunu yerine getirebiliyorum.

Bu on küsur yıl boyunca BirGün’de çok şey değişti. Tiraj dalgalandı, önce geriledi, sonra epeyce düştü ve bugünlerde tekrar yükselerek eski seviyesine yaklaştı. Gazetenin logosu değişti, o ilk kırmızı beyaz logonun yerini, siyah kırmızı logo aldı. Sayfalar değişti. Rengahenk ve Dünya Yalnız Bizim Değil gibi özgün sayfalar artık yok. BirGün yazar kadrosu da epeyce değişti. İlk yazar kadrosundan bugün yazmaya devam eden sadece birkaç kişi var.  BirGün’ün ilk yazar kadrosunda Türkiye’nin entelektüel birikiminin önemli bir bölümünü görmek mümkündü. Gazeteciliğin duayenleri, alanının yetkin uzmanları vardı ilk kadroda.

Ayrılanlar oldu. Acemilikler, sakarlıklar, yanlışlar, yanlış anlamalar ve hatalar yüzünden hevesle coşkuyla başladıkları BirGün’den ayrılanlar oldu.  Bu ayrılıklar BirGün’ün ciddi kayıpları oldu. BirGün’ün başaramadıkları hanesine bunları yazmakta yarar var. BirGün’den sonra da yazdıkları mecralarda çizgilerini ve ilkelerini sürdüren demokrasi, özgürlük ve emek için yazmaya devam eden nice eski BirGün’cü var. Bırakanlar, yeni başlayanlar, yeniden başlayanlar, ara sıra yazanlar oldu.

BirGün’deki on yıllık yazı maceram içinde hatırladıkça içimi acıtan, hatta hicap duyduğum meseleler de var.  Bunlar biraz da Türkiye aydınının iktidarla imtihanı babında konular. Veya insanın kendisi ile imtihanı diyelim. Yıllarca BirGün’de yazan, mutfağında çalışanlardan bir bölümünün hazin öyküsünden söz ediyorum.  Muhalif, özgürlükçü, solcu bir kimlikten gelip muktedirin entelektüel muhafızlığı tercih edenlerden, yazarlık “kariyerlerini”  borçlu oldukları cenaha karşı pespaye tutum alanlardan söz ediyorum.  Adlarını anıp yazdıkları üzerinde durmayacağım. Sel gider kum kalır. Sadece onlarla bir dönem aynı gazetede yazmış olmanın talihsizliğini not etmek istedim.

BirGün’deki on yıllık yazı maceram, AKP döneminde emeğin hallerinin bir tür günlüğü gibi. Muhafazakâr ve neoliberal bir emek rejiminde emeğin sorunlarını, mücadelelerini not etmeye çalıştım. Bu dönem yanı zamanda Türkiye’de gazeteciliğin güç sahipleri ile ekonomik ve siyasal iktidarla bir imtihanıydı. BirGün bu imtihandan başarıyla geçti.

Bu ağır tahakküm ve kasvet döneminde gazete yapmak ve gazete yaşatmak zor iş. BirGün, zaman zaman yaşanan hatalara, eksiklere ve acemiliklere rağmen gazete olmayı başardı. Keşke öyle olmasaydı, keşke öyle yapılmasaydı dediğim pek çok şey oldu gazetede bu dönemde. Ama sonuçta BirGün gazeteciliğin hakkını vererek yapan, teslim olmayan ve gazeteciliğin bayrağını yere düşürmeyen birkaç gazeteden biri olarak, “halkın gazetesi” olarak kaldı.

BirGün sermayeden ve siyasal iktidardan bağımsız haber yapılabilen, yazı yazılabilen birkaç mecradan biri. Bunun günümüz Türkiyesi’nde nasıl kıymetli bir imkân olduğunu söylemeye bile gerek yok. Siyasal ve iktisadi güce karşı toplumu, emeği, yurttaşı, özgürlüğü ve demokrasiyi merkeze koyan bir gazete. BirGün her gün emek ve çalışma hayatı sayfası yapan ve bunu ısrarla sürdüren bir gazete. BirGün (biraz geç gerçekleşse de) sendikalı ve toplu iş sözleşmeli birkaç medya mecrasından biri.

BirGün’deki on yıllık yazı macerama baktığımda, yazmam gereken ama yazamadığım, atladığım, sıranın gelmediği pek çok yazı olduğunu söyleyebilirim. Ama “Yazarsam acaba yayımlanır mı, müdahale edilir mi?” dediğim hiçbir yazı olmadı. Sanırım BirGün’de yazmanın en güzel yanı bu.