Ona çözebileceği sorunlar verin

Başta hayat pahalılığı olmak üzere Türkiye’de çözülmesi gereken pek çok sorun var. Ancak gündemi bir süredir gerçekte var olmayan bir “sorun” işgal ediyor.

Erdoğan, “Bugün Türkiye’nin gündeminde başörtüsü diye bir mesele artık kalmamıştır” diyor. Öylesine ilginç bir durum var ki, başörtüsü hem artık sorun olmadığı dile getirilerek hem de hâlâ hakiki bir gündemmiş gibi konuşuluyor.

Çünkü AKP’ye, muhafazakâr ajitasyonla kendine bağlı tutmayı hedeflediği tabanın dikkatini ekonomiye kaydırmayacak bir “yara” lazım. Önünde muhafazakâr jargona sarılarak 50 yıllık ezberini kullanmak gibi bir seçenek varken, Erdoğan neden yeterli düzeyde beslenemeyen çocukların bodur kalmasına yol açan ekonomik sorunları izah etmek istesin?

İktidar bloku, olmadığını söylediği başörtü sorununu çözmek için Anayasa değişikliği planlıyor. Konuya büyük iştahla atlayan Erdoğan, işin içine aileyi de kattı. AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan, “Erkek erkeğe ve kadın kadına evlilik dayatılırcasına gündem oluyor” diyerek aile ile ilgili yapılacak düzenlemenin çerçevesini aktardı. Oysa Anayasa’da eşcinsellere evlilik hakkı zaten tanınmıyor.

Yani marketlerinde tereyağına alarm takılan Türkiye’de, olmayan başörtüsü sorununu çözmek ve yasal zorunluluk nedeniyle zaten heteroseksüel birlikteliklerden oluşan aileyi ‘eşcinsel dayatmalardan’ korumak amacıyla anayasa değişikliği tartışılıyor.

3 SANDIK İHTİMALİ

Meclis’te AKP ile MHP’nin toplam vekil sayısı 334. Anayasa değişikliği için en az 66 vekilin daha desteğine ihtiyaçları var. 360-400 arası bir oy çıkarsa referandum gündeme gelecek.

Değişiklik yapılamazsa, “Zillet İttifakı” mütedeyyin kesimin kazanımlarına karşı tavır almış gibi bir hava yaratılacak. Olur da Anayasa Meclis’te alınan kararla değiştirilirse, bu gelişme de iktidar tarafından “tarihi bir kazanım” olarak ambalajlanacak.

Erdoğan 7 Kasım’daki kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada, prensip olarak temel hak ve özgürlükleri halk oylamasına götürmeyi doğru bulmadıklarını ancak Meclis’te anayasa değişikliğinin kabul edilmemesi ve başka bir mecburiyetin ortaya çıkması durumunda onun gereğini yapmanın da ‘boyunlarının borcu’ olduğunu söyleyerek referandum kapısını açık tuttu.

Referandum konusunda kritik bir nokta var. Kanuna göre halk oylaması, anayasa değişikliği teklifi Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonraki 60’ıncı günü takip eden ilk pazar gününde gerçekleştiriliyor. AKP’nin olayı bir varlık-yokluk savaşına çevirmek için referandum gününü seçime denk getirmeye ne kadar hevesli olacağını tahmin etmek zor değil. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Bu tamamen Meclis’teki yasalaşma süreciyle ilgilidir” diyerek söz konusu seçeneğin devre dışı olmadığını deklare etti.

Bu arada kulislerde, Yüksek Seçim Kurulu’nun “usul” ve “seçim ekonomisi” bahanesiyle başörtüsü referandumunun cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleriyle aynı gün yapılmasına karar verebileceğinin konuşulduğunu da not edelim. YSK kararlarına itiraz edilemiyor. Yani bir referandum niteliğinde olacağı söylenen 2023 seçimleri, şimdilik çok yüksek bir ihtimal olarak gözükmese de gerçekten bir referanduma dönüşebilir.

CHP VE MUHAFAZAKÂRLAR

Kılıçdaroğlu, muhafazakâr kesimi CHP’ye yaklaştırmak için bazı adımlar atıyor. Başörtüsü de bunlardan biriydi. Aslında bu stratejiyi anlayabilmek mümkün. Eğer bir parti ya da lider, seçimi kazanmak için kendi organik kitlesini aşan bir seçmen desteğine ihtiyaç duyuyorsa, bu desteği sağlamak için çaba yürütür. Fakat bu çaba iki yönden tartışılabilir.

Birinci nokta, CHP’nin bu mesele özelindeki taktiksel kararı. CHP, muhafazakâr kesimlerle arayı ısıtma konusunu kendi örgütlenme çalışmaları kapsamında değerlendirebilir ve bu hedefe özel bir plan oluşturabilirdi. Ancak bunun “yasal güvence verelim” şeklinde Türkiye’nin çözülmemiş bir sorunuymuş gibi sunulması, AKP’nin eline güçlü bir silah verilmesiyle sonuçlandı.

İkinci nokta ise çabanın içeriği, yani ideolojik karakteri. Türkiye’de toplumun “muhafazakârlar-seküler kesimler” şeklinde ikiye bölündüğünü kabul eden bir anlayış var. Toplumu oluşturan bireylerin ekonomik varoluş koşullarını dışlayan ve onları salt kültürel kimliklerine göre değerlendiren bu akıl, bilhassa içinde bulunduğumuz derin ekonomik kriz ortamında sürekli olarak AKP’nin değirmenine su taşınmasına neden oluyor.

Eğer seçimi muhafazakârlık kazandıracaksa, Erdoğan’ı yenmek zor. Muhafazakârlara şirin görünmek mümkün ama sempati kazanmakla oy kazanmak aynı şey değil. Fakat sınıfsal bir yaklaşımla oyun başka bir yerden kurulabilir. Böyle bir siyasi programla var olan geometri değiştirilebilir ve bugün kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan kesimlerin iktidar partisinden uzaklaşması sağlanabilir.

“Aynı gemideyiz” söylemini yıkmak için, önce gemilerin farklı olduğunu anlatmak, bir azınlığın gemisinde neden bu kadar çok mal-mülk biriktiğini sorgulatmak, halkı yaşanan yoksulluğun ve ülkedeki gelir adaletsizliğinin politik kararlarla ilişkisini kurmaya yöneltmek ve tüm bunların da ötesinde daha adil bir paylaşım düzenini vaat etmek gerekmez mi?