Sen ve ben sevgilim… Son güne kadar gezip tozup kıkırdayıp altı ayı bir geceye sığdırma azmiyle sabaha kadar finallere çalıştığımızdan...

Sen ve ben sevgilim… Son güne kadar gezip tozup kıkırdayıp altı ayı bir geceye sığdırma azmiyle sabaha kadar finallere çalıştığımızdan, ipi kopmuş panjur gibi düşen göz kapaklarımızı biraz olsun aralayabilelim diye girdiğimiz, kağıt bardakta zift kahve sırasında tanıştık.

Üç kuruş öğrenci harçlığının götürebileceği en güzel, en pis, en sıcak, en kızartma yağı kokulu barında, sulu biralarımızı onlarca yıl fıçılarda dinlendirilmişçesine keyif içinde yudumlarken, kulak zarını bombalayan amfilerin üzerine çıkıp boğazı yırta yırta söylediğimiz o şarkının sözlerinde buluştuk.

• • •

Makarnanın yenmedik şeklini bırakmadığımız, yumurtaya alerjimiz olmadığı için rabbimize dualar ettiğimiz, ketçap ve yoğurdu dolabın baş köşesine yerleştirdiğimiz günlerin sonunda, anne yemeği diye inleyen benliğimizi, büyük bir heyecanla ortasına fırlattığımız şehirler arası otobüs terminalinde konuştuk ilk. Sen ve ben sevgilim, 18 yaşımızın zina günlerine işte böyle böyle adım attık.

HSYK’yi kim ele geçirmiş diye merak ederken takıldı aynı gazeteye gözlerimiz. “Hukuka giriş 1”, deyince sen, 1 saat güldük öyle aptal aptal. Kitapları dirseğimize sehpa yapıp dersi ektik. Sinemaya gidip öpüştük karanlıkta. Bisikletiyle gazete dağıtan gazeteciyi kimin, neden öldürdüğünü konuşamadığımız iletişime giriş dersinde, çıkışta biletsiz gireceğimiz konserin hayalini kurduk.

• • •

Ne boktan zamanlar, diye söylendikten sonra, çocuklarımızdan daha ileri zamanları yaşıyor olabileceğimizi düşünerek küfrettik. Temel gıda gibi sarıldığımız akıllı telefonlarımızdan sosyal medyaya göz attık. 4 yaşındaki küçük bir kızın ‘yarı çıplak bale yapmasını’ kendine dert edinen mahluk bize bir bardak daha içirdi. Gençliğimizin capcanlı öfkesini sağanak yapıp yağdırdık.

Ağacı kesmeyin, katliama bakmayın dediğimiz için devlet ve onun işbirlikçi dinci-faşist taşeronları tarafından dövüldüğümüz okulumuzda, birbirimizin ağzından burnundan akan kanları silerken aşık olduk. Halkların katilleriyle, halkların kardeşlerini bir tutan rektörümüzün kulaklarında maytap patlattık. Keyfimiz yerine geldi. Sen sevgilim, ki değildin henüz ama olacaktın birazdan; midemizi delme sınırına yaklaşan çayla birlikte hızla politize oluyorduk. İsveç’te doğsak şimdiye çoktan bakan olmuştuk.

• • •

Umutsuz olmak için genç, öfkeden patlayacak kadar sevdalıydık hayata. Elden ele çoğalan karanfil gibi sevdik birbirimizi. O gün, seviştik. Sabahına zina, dedi müftü. Yasak. Tartışılacak hiçbir yönü yoktur. “18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 17 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsah gözyaşlarıdır.” Müftü; valisinden emniyetine, rektöründen belediyesine bir salon insana bizi anlatmış. İçimiz aşkla dolu sanıyormuşuz, meğer şeytan boşaltmış. “Ama” demişiz. Sormuşuz, soruşturmuşuz. Kendimize şirin haramlar hediye etmişiz.

Sen ve ben sevgilim... Birbirimize tapularımızı vermeden, dudaklarımızı uzattığımız için bebeğe tecavüz edenle bir tutulmuşuz. Sevmişiz, sevişmişiz çok şükür. Türkiye için elzemdir. Doğru bilgi, sevenler tarafından verilmezse işte çevremizde yanlış bilgilendirmelerden kaynaklanan durumları görüyoruz. Türkiye’de bunu, bir sevgiyi baskı aracı gibi yansıtma çalışmalarını, kabul etmemiz mümkün değil.

• • •

Sevgili okuyucu, bana biraz müsaade... Dükkân iki hafta kapalı. Sağlıcakla...