“Unutulan Yıllar” adlı anı kitabında uzunca bir bölümü ikinci dünya savaşına ayırır Niyaz Berkes. Sanılanın aksine Nazilerin yenilgisinin kar kış koşullarından kaynaklanmadığını, Stalingrad önlerindeki Rus direnişi sonucunda dünyanın bir felaketten kurtulmadığını söyler. Asıl neden bambaşkadır Berkes’e göre. Koca bir Alman ulusu askeri rütbesi sadece onbaşı olan Hitler tarafında esir alınmıştır. Bu cahil, beceriksiz başkomutan yani başkan hem insanlığı, hem kendi ulusunu felakete götürmüştür.

Büyük generaller kolay yetişmez. Felsefe, ruhbilim, tarih bilmeleri gerekir; dahası, mutlaka zeki, yaratıcı olmak zorundadırlar. Askerlik işine “Savaş Sanatı” denmesi belki bundan. İnsanları öldürmenin sanatla ilgisi nicedir, bu ayrı tartışma konusu elbet. Ancak koca ordulara ölüm emri vermek ve bir ulusun geleceğini tayin edecek anlarda karar almak için bilgi, deneyim, birikim gerekir. Almanya dendiğinde; edebiyatın, müziğin, felsefenin, bilimin beşiği akla gelmesi beklenirken; sıradan bir askerin, hamasetle ve sadece kin dolu sözlerle esir aldığı bir ırkın aklımıza düşmesi bundan. ‘Irk’ vurgusunu elbet bilerek yaptım. ‘Üstün Irk’ olduğuna inandırılan bu insanlar, bir onbaşı peşinden koşup intihar etmişlerdir.

Tarih tekerrür etmez elbet. Olaylar; koşullarla biçimlenir ve biriciktir. Ancak kimi örnekler, kimi durumlarda benzer sonuçlar doğurur. Kitlelerin aydın düşmanlığı, düşünce sefaletinde uzlaşıp, bir hamaset taciri peşine düşmesi sıkça rastlanılan durumdur. Cehalet konforludur ve kitleyi korur. Kendini iyi ve değerli hissetmesini sağlar. Böyle durumlarda tiran durumu bir müddet idare etse bile er ya da geç felaket kaçınılmaz olur. Bayrak, millet, din ticareti yaparak; elindeki basın olanaklarıyla yalanları topluma boca ederek sonsuza dek sürecek hükümranlığını sürdüreceğini sanan zalim başkomutan/başkan, gün gelir hayatın akışında tarihin çöplüğüne gider. Ona alkış tutanlar, ardından pek de hayırlı söz etmezler. Halk çabuk unutur!

Böyle durumlar aydın sorununu gündeme getirir. Herkesin başını öne eğdiği, işine baktığı, “aman sende, dünyayı ben mi kurtaracağım” dediği zamanlarda susamaz aydın. “Dünyanın hali, memleketin hali” uyutmaz, düşündürür ve susmasına engel olur. Genellikle aydınların değerini, varlığını gölgelemek için iktidarlar yarı aydın, kafası karışık kimselerden faydalanır. Bu kişiler asla bir ilkeyi baştan sona savunamazlar. Kişilikleri uygun değildir buna. Bilgili olmakla, bilge olmak arasında nasıl fark olduğunu bilmem anlatmaya gerek var mı?

Berkes; “Unutulan Yıllar”da bir anısını paylaşır bizle. Akademik gerekçeyle parlak zekâlı, konuşması renkli bir arkadaşıyla bulunur bir sınav ortamında. Çevre tenhalaşınca, dönemin tanınmış önemli akademik kişisi Berkes’e eğilir ve şöyle der; “Niyazi bilir misin ben bir fikir orospusuyum. Bir orospu kim para verirse onunla yatmaz mı? İşte ben de onlardan biriyim. Yalnız parasını aldığımız iştedir fark” Berkes ne diyeceğini bilmez ünlü kişiye.

Lakin son şaşırması olmaz bu Berkes’in. Bir gün Kandilli’de sohbet ederlerken aniden telaşa kapılır bu ünlü kişi. “Az kalsın geç kalacaktım. İftara davetliyim” der. Apar topar fırlar yerinden. Daveti veren, Niyazi Berkes’in tabiriyle “din satıcısı rolü oynayan” Necip Fazıl Kısakürek’tir. Ünlü kişinin ne dinle, ne imanla ilgisi olduğunu daha önce hiç işitmemiştir Niyazi Berkes. Kim bu ünlü kişi diyeceksiniz? Yanıtlayayım: Kendine “Ben fikir orospusuyum” diyen ünlü kişi Burhan Belge’dir. Soyadı yabancı gelmemiştir elbet okurlara…

Bizde bu fikir ticareti yapanların kökü eskiye dayanır. Kim iktidarsa, kimde para varsa hemen öttürürler onun düdüğünü. Para şıkırtısı her şeyden güzel ezgidir onlar için. Kimi zaman Joe Biden’ın paçasına tutunur çırpınırlar, bazı zamanlar Merkel’e yalvar yakar olurlar, bir bakarsınız cemaatin Abant Toplantısı’nda boy gösterirler, en önde barış getiriyoruz diye akil akil koşarlar sonra duvara toslarlar, yetmez amma evet diye topluma iktidarın zokasını afiyetle yutturur, sonra zırlamaya başlarlar…

“Yahu kaç zamandır yazmıyorsun, ilk yazıda nedir bu öfke” diyen çıkar belki. Sert zamanlardan geçiyoruz. Tarih çarpıtılıyor, bugün kanlı, gelecek paramparça ve karanlık. Tüm bunları gerici gelenekten yetişmiş, dünyadan bihaber bir iktidarın, hele ki tek adamın yapması imkânsızdır. Eğer bu ‘fikir orospuları’ gönüllü bu işe soyunmasaydı, bugün bir Führer tartışmamız, hortlamış ‘Turancılık’ olmayacaktı.

Orospuluk deyince. Bu işi yapan kadınlardan özür dilemek gerekli… Seks işçisidir onlar ve aldıkları paranın karşılığını bedenleriyle, ruhlarıyla fazlaca öderler. Söz ettiğimiz dalkavuklar hiçbir şey vermez, hep alırlar, alamayınca da gürültü çıkarırlar. Oysa topluma tecavüzün baş sorumlusu onlardır. Hoş bizim memleket tecavüzcüyü değil, bu şiddete uğrayan kadını yargılamaya alışıktır!

Berkes’in kitabının adı “Unutulan Yıllar”. Dostoyevski dememiş miydi “İnsan öyle aşağılık bir yaratıktır ki her şeye alışır”. Alıştığımız, unuttuğumuz, kandığımız, kanmak istediğimiz için bu haldeyiz.

Bu dönemin “fikir orospularını” ben unutmayacağım, bilesiniz!