Emekçilerin öz-örgütlerinin, sosyal hareketlerin doğrudan belirlediği doğrudan ilişki içerisinde bulunduğu, ezilenlerden

Emekçilerin öz-örgütlerinin, sosyal hareketlerin doğrudan belirlediği doğrudan ilişki içerisinde bulunduğu, ezilenlerden yana bir siyasetin varlık gösterememesi, siyasetin kendisini belirleyememesi yalnız ve doğrudan örneğin işçilerin fabrikalardaki çalışma koşullarının kötülüğü sonucunu doğurmuyor. Ödenmeyen ücretler, bitmeyen fazla mesailer, insan muamelesi görmeye hasret kalmak değil yalnız. Kendi toprağında işçileşmek, kendi ürettiğin sütün maliyeti dikkate alınmaksızın tekeller tarafından fiyatının düşürülmesi de değil yalnız. Özörgütlerin, ve ezilenlerin kendi belirledikleri siyasetin yokluğunun sonuçları sadece İstanbul’da Tuzla tersanelerinde ölüm, sellerde servis araçları içerisinde boğulma, Bursa’da yangın Bükköy’de maden göçüğü, tarım işçilerinin traktör kasalarındaki can pazarı gibi sınıfsal ayrıma dayalı sistemli bir katliam da değil sadece.

Gözü aç doymak bİlmez para hIrsI herhangİ bİr sInIrI yok!
Bahsedeceğimiz şey “kentsel dönüşüm” hani şu “yoksulları gecekondudan kurtarma” ve de “medeni konutlara yerleştirme” hevesi. Ne güzel ne insancıl bir amaç! Ama bütün bu “hümanizma” bu “hissiyat” için önce acıyacak birilerinin olması lazım değil mi? Ama Allaha şükür sermaye ve iktidar eliyle acınacak durumda olanların sayısı her geçen gün artmakta. Dolayısıyla iç rahatlığı ile “merhamet” gösterebilirler. Ama bu görünen yüz, öte yanda gerçek var. O yan, bu sistemde bu en naif acıma hislerine bile yer olmadığını açıkça gösteriyor.
Yapı şirketlerinin “ajanları” bir yeri gözlerine kestiriyorlar. Sonra gidip sahibi kimmiş öğreniyorlar; kamumu, özel mi? Sonra gidip belediyeden imar durumunu öğreniyorlar. Eğer rant yüksekse girişiyorlar. Gereğinde imar planlarında “gerekli” düzenlemeler yapılıyor belediye meclislerinde. Bilin bakalım hangi şirketler palazlanıyor, tercih ediliyor ihalelerde. Evet yanılmadınız. İktidara yakın şirketler. Zaten bu şirketlerin gerek “politik” gerekse “tamamen duygusal ilişkileri” var iktidar belediyelerle yahut bizzat siyasi iktidarın kendisiyle.
Rantsal dönüŞüm!
Kentsel dönüşüm mü? O bu işleyişin devasa hali. Kentsel dönüşüm deyince rant katlanıyor fakat bu yoksulları “insana yakışır konutlarda yaşatma” maskesi en azından bazıları için inandırıcı oluyor. Hedef bölge bazen kentin hemen kenarında, bazen kentin tam göbeğinde ama illa da yoksulların yaşadığı bir semtimiz olmak durumunda. Neden? Çünkü yoksulların emekçilerin ezilenlerin cefası işyerlerinde ya da işsizlikte bitmemeli. Neden? Çünkü yoksul olmayan bir aileyi apar topar sokağa atamazsınız, atsanız da bunu meşrulaştıramazsınız. Neden? Çünkü “planlama” denilen şey objektif değil siyasi bir alandır ve yoksulların kendilerin bu alanda temsil edecek ne yeterince güçlü öz-örgütleri ne de siyasi örgütleri vardır.

Ayazmalılar ayazda kalmaya mahkÛm mu?
Örneğin İstanbul’un dibinde Küçük çekmece’de/Ayazma’da önce yoksul mahalleliye mektup yollarsınız belediye başkanı olarak. Dersiniz ki hepinizi daha iyi konutlara yerleştireceğiz. Hak sahibi olmak için su, elektrik faturanızı getirin yeter. Yani anlayacağınız işin başında orada yaşamak yetiyormuş yeni “insani” konutlarda hak sahibi olmaya, uygun koşullarla ev sahibi olmaya, gibi bir hava oluşur. Ayazma’da kiracı olarak yaşayan 18 aile 2,5 sene evlerinin enkazı arasındaki barakalarda beklerler. Belediye kiradaki mağdurların bir kısmına kira yardımı yapar 1 sene, Aralık ayında keser bu yardımı. 22 Şubat’ta konutlar için kuraya çağrılırlar. 12 Nisan’da da bankaya sözleşmeye. Ama anlaşılır ki verilen sözlerin hiç biri tutulmayacak. 10 bin ile 15 bin lirayı bulan peşinatlar ve 350-450 TL lik taksitler istenir 2.5 yıldır barakalarda yaşamaktan başkaca çaresi olmayan 18 aileden. Daha önce Bezirganbahçe’deki konutlara yerleştirilenler olmuş, bu ailelerden peşinat istenmemiş ve de taksitleri daha düşük tutulmuştur. Ancak bu ailelerin seçilme kriteri nedir? Bunu ne bu 18 aile ne de onlarla birlikte bu mücadeleyi veren mimarlar, şehir plancıları, aktivistler biliyor. Bu kriter yalnız belediye ve hempalarının malumu. Şimdi bu aileler ve bu mücadelenin içindekiler soruyor: Eğer 18 ailenin kuraları ve bankadaki sözleşmeleri bir önceki projenin devamı ise Bezirganbahçe’deki konutlara yerleştirilenlerden niye farklı? Yok, eğer bu yeni proje ise hak sahipliğini neye göre belirledi belediye. TOKİ’de belediyede bu konutları oraya diken şirketler de projelerini çizenler de bu işin sorumluları. Dolayısıyla bu cevabı borçlular.
Ayazma’dan Emek SİnemasI’na!
Bu arada sorumluluk demişken, bu Ayazma köyünün bir “Ayazma Kentsel Tasarım Projesini” de MİM Yapı çizmiş. Tanıdık mı geldi? Peki Fatih Kesgün desem? Hani şu yüzünde müstehzi bir gülüşle panele katılan “zat-ı muhterem”. Hani şu Emek Sineması’nı “olduğu gibi” 9 kat (!) yukarı taşımaya namzet Süpermen!.. Hani şu son anda Emek Sineması’nın projesi “yüksek yerlerden” gelen talimatlarla ellerinde bulan Mim yapı! Anlaşılan o ki egemenler önce emekçiye sonra da “Emek”e girişmişler elbirliği ile. Belki de tıpkı onlar gibi “Emek”in mağdurlarının ve “Ayazma”nın mağdurlarının aynı safı tutmasında bir “hayır” var, elbirliği ile!