Önce Baydemir’e tehditvari Öcalan eleştirisi geldi, sonra da Orhan Miroğlu’na PKK bağlantılı tehdit.

Önce Baydemir’e tehditvari Öcalan eleştirisi geldi, sonra da Orhan Miroğlu’na PKK bağlantılı tehdit.

Bunlara  AKP tabiî çok sevindi; ama, daha da çok, AKP’nin semirtilmiş kıtaları ‘her dem taze’ siviller.

“Silahlar sussun” demek, pratikte, “PKK silah bıraksın” demeye geliyor. İyi, bıraksın da, seni, silah bırakma da dahil, herhangi bir konuda Kürt olarak konuşabilir hâle getiren, daha da önemlisi Kürtlüğünü gizlemek zorunda olmaktan çıkartan, sözünü şu ya da bu ölçüde ka’le alınır kılan, T.C.’nin hidayete ermesi mi, yoksa o “sussun” dediğin silahlar mı?

‘Kürt açılımı’, en büyük oyundu. Böyle bir laf edeceksin, ama içini de tümüyle boş bırakacaksın. Önce ‘hangi Kürtler’, sonra ‘Kürtler adına kim’,  yani temsil sorunu ve Kürtleri birbirine düşürmek.

Öcalan’la görüşmeler yaparken, en silahsızlara en büyük mezalimi yaparak, söz sahibi olabilmek için silaha sarılmayı teşvik etmek; asker ya da gerilla, bu ülkenin çocukları birbirlerini  öldürsünler de, ülkenin korsan kapitalistleri askerden kaçırdıkları  yavrucuklarına gemicikler satın alsınlar.

Şiddetten, silahtan yana olan, AKP. Silahsız siyasetin önünü kapatan, AKP: Yüzde 10 barajı aracılığıyla, temel vatandaşlık hakkımızı, yani eşit seçme ve seçilme hakkımızı gasp etmekte ısrarlı. KCK operasyonu aracılığıyla sivil siyaseti cezalandırıyor; buna karşılık Öcalan’la görüşüyor, silahlara  hükmeden o olduğu için, silah bıraktırsın diye: AKP’nin yaptığı her şey, silahlı siyaseti/siyaset için silahlanmayı, sonuç olarak da kan dökülmesini kural hâline getirme yönünde.

Uğur Kaymaz’ı, Diyarbakır ve Batman’da Uğur’dan da küçük çocukları  “kadın, çocuk demeyin” talimatı üzerine katledenler, Hrant Dink cinayetinin göz göre göre önünü açıp sonra terfi ettirilenler, hep AKP’nin polisleri.

1 Mayıs gelirken, Başbakan “ayaklar baş mı olacak” diyerek polis şiddetinin önünü açıyor. Yere düşmüş bir insanın suratına tekme atmak, yerdeki bir kız çocuğuna beş altı kişi hep birden girişmek, her şeyden önce şerefsizlik. Ama bundan da beteri var; o da “poliste/hükümette kabahat yok, esas sorumlu anayasadır” diyerek iktidar yalakalığı yapmak. Ve bunu yapan, hukukçu, öğretim üyesi, gazeteci vb…

Bunlar arasında, işi, yumurtalı protestocuları “ya yumurta birinin gözüne gelip de kör olmasına yol açsaydı” diye suçlamaya kadar vardıranlar var; gazeteciymiş…, Pek radikal bir ‘ileri demokrat’ olarak (siz, ‘yetmez, ama evet’çi olarak okuyun) “Türkiye zaten demokratik bir ülke hâline gelmedi ki, niye polisin orantısız/haince güç kullanmasına bakıp da hükümeti suçluyorsunuz” diyecek kadar, sadece ar damarı değil, kafası da tümden çatlamış/çatlak olanlar var.

Hükümet, etnik-mezhepsel temelde açılım şenlikleri/seferberlikleri düzenleyerek, vatandaş kavramını işlemsel olmaktan çıkartmanın peşinde. Bu şekilde, insanları sömürenlere karşı birleşmek yerine kendi aralarında parçalanıp birbirleriyle savaşır hâle getirmelidirler ki, siyasal temsilcisi oldukları korsan kapitalizmin hükümranlığını sürdürülebilir kılsınlar.

Mevcut iktidar, tam tamına Yeni Dünya Düzeni’nin yerli kahyası. Bu iş için kendisini biçilmiş kaftan kılan ise, kendisinin ‘insan’ kavramına ulaşamamış arkaik zihniyeti: Demokrasi diye ulaşabilecekleri ve de bizleri götürmek istedikleri nokta ise ‘çok-hukukluluk’ formülü altında  ‘inancına göre yaşama özgürlüğü’; yani, Aztek isen, hasat bereketli olsun diye kabilenin en güzel/genç bakiresini kurban etmek; Hindu isen, yengeni ölen ağabeyinin cesediyle birlikte canlı canlı yakmak ya da daha beş-altı, bilemedin 10-12 yaşındaki kız çocuğunun saçını örtmek; ki, burada söz konusu olan, o yaştaki çocukları bile birer cinsel obje, potansiyel bir seks partöneri olarak görmeye dayanan pedofilik hezeyanların kutsal inanç kisvesi altında meşrûlaştırılması.

AKP’nin sorunu, doğrudan doğruya, meşrûiyet: Seçmenlerin sadece dörtte birinin, oyların da yine sadece üçte birinin oyuyla Meclis’in üçte ikisini kapatıp, buradaki çoğunluğu sayesinde ‘millî irade’yi ipotek altına alırken, bütün milletvekillerinin kaderini de tek bir kişinin (parti lideri) iki dudağı arasına hapseden bir iktidarın demokratik meşrûiyeti, iki kişilik bir darbe konseyininkinden bile iki kere daha zayıf; ülkeyi götüreceği yer ise, sonunda bir iç savaş ve/veya parçalanma bulunan bir diktatörlüktür