Kriz sonrasının uluslararası politika seçenekleri üzerinde önemli bir sentezin Yılmaz Akyüz tarafından yapıldığını düşünüyorum. Akyüz’ün

Kriz sonrasının uluslararası politika seçenekleri üzerinde önemli bir sentezin Yılmaz Akyüz tarafından yapıldığını düşünüyorum. Akyüz’ün bu katkısı, 2009-2010’da yayımlanan dört çalışmasında içeriliyor. Bunlardan biri Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), diğer üçü ise Cenevre’deki South Centre tarafından yayımlanmış. (Akyüz halen bu Merkez’in özel ekonomik danışmanıdır.)
Yılmaz Akyüz, bu türden bir sentezi yapmaya en yatkın iktisatçılardan biridir. 1983’te 12 Eylül rejimini tarafından Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki öğretim üyeliğinden uzaklaştırıldıktan sonra UNCTAD’ın (Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın) iktisatçılar kadrosuna katıldı. Yirmi yıl sonra bu uluslararası kuruluşun “Küreselleşme ve Kalkınma Stratejileri” dairesinin direktörlüğünden emekli oldu. Onbeş yıl boyunca UNCTAD’ın yıllık “Ticaret ve Kalkınma Raporları”nın ana redaktörlğünü yaptı. Bu raporlar çok önemli araştırmalardır. Uluslararası ekonomik ilişkilerin eşitsizlik, bağımlılık yaratıcı, sömürüye dayanan, krizlere yatkın yapısal özelliklerini, güncel olguların ışığında inceleyerek IMF/Dünya Bankası perspektiflerinin tam karşıtlarını oluşturmuşlardır.
Bu birikimiyle, Akyüz’ün dünya ekonomisinin bugünkü krizine ilişkin değerlendirmelerini bekliyorduk. Sözünü ettiğim çalışmalar bu beklentiyi karşıladı.
• • •
Kriz sonrasındaki politika seçenekleri sentezinin, krizle ilgili bir ön-çözümlemeye dayanması gerekir. Akyüz’ün çözümlemesi (özetle) aşağıdaki öğeleri içeriyor:
•Kriz, Amerika’dan kaynaklanmıştır. Yirmi yıl önce başlayan radikal bir finansal serbestleşme süreci FED’in son yıllardaki gevşek para politikalarıyla beslenmiş ve Amerikan ekonomisini sürdürülemez bir balonlaşma dalgasına teslim etmiştir.
•Bu balonlaşmalar Amerika’yı üretim potansiyelinin çok üzerinde kaynak tüketmeye sürüklemiş; dış açıkların kesintisiz tırmanmasına; sürdürülemez küresel dengesizliklere yol açmış; sonunda patlamıştır.
•Çin, petrol ihracatçıları, Japonya, Almanya ve çevre ekonomilerinin çoğu, ABD’den kaynaklanan dengesizliklere, artan boyutlarda dış fazlalar vererek ayak uydurmuşlardır. Bu ekonomiler, çoğu dolarlı varlıklardan oluşan rezerv biriktirerek ve ABD’ye sermaye ihraç ederek, gayri menkul ve finans piyasalarındaki balonlaşmayı beslemişler; Amerikalıların tasarruf oranlarının sıfırlanmasını (tüketim artışlarını) mümkün kılmışlardır.
•Küreselleşme, dünya ekonomisinin tüm ana bloklarında, sınıflar arası güç dengesini sermaye lehine (emek aleyhine) dönüştürmüş; milli hasılada ücret payı aşınmıştır. Bu özellikler dünya ekonomisine eksik-tüketimci bir sapma getirmiştir. Bu nedenle, kriz sonrasında dünya ekonomisinin kalıcı bir büyüme patikasına geçmesi için bu bölüşüm ilişkilerinin değişmesi gerekmektedir.
• • •
Krizden çıkış için son zamanlara (örneğin IMF’ye) egemen olan politika önerileri, kriz-öncesinde dünya ekonomisine damgasını vuran küresel dengesizlikleri tersine çevirmeyi öngörüyor. Kısacası, ABD tasarruf oranlarını artıracak (tüketimi kısacak); buradan kaynaklanan talep daralmasını ihracat artışlarıyla telafi edecektir. Amerikan ihracatının genişleyebilmesi için, öncelikle Çin iç pazara dayalı bir genişleme politikası izlemeli ve yerli parasını (renminbi’yi) değerlendirerek dış ticaret fazlasını daraltmalıdır. Bu senaryonun herkesin lehine sonuç vermesi beklenmektedir.
Akyüz’e göre bu öneriler yanıltıcıdır. Özetleyelim:
•Çin’in ihracat büyüme hızını eski tempolarda sürdürmesi, bugünkü ortamda başkalarının ihracatı aleyhine gerçekleşecek; çeşitli direnmelerle karşılaşacak; korumacı tepkilere yol açacaktır. Kriz sonrasında Çin, yatırımları yukarıya çekerek iç talebi pompalamış; ancak tehlikeli boyutlarda âtıl kapasite oluşturmuştur. İç talebi kalıcı olarak yükseltmek için, gelir dağılımını emek lehine dönüştürmek; ücretleri, sosyal harcamaları yukarı çekmek gerekecektir. Bu makul yolun izlenmesi ise, Çin’i dünya ekonomisinin “lokomotifi” yapamaz; zira, Çin’de iç tüketimin ithalat gereksinimi diğer büyük ekonomilere göre çok düşüktür; yüzde 8 civarındadır. Örneğin ABD’de iç tüketim 100 dolar azalırsa, ithalat 24 dolar düşecek; Çin’de aynı miktardaki tüketim artışı ise ithalatı sadece 8 dolar yukarı çekecektir. Amerika’da tüketim düşmesini izleyen talep daralmasının dünya ekonomisini küçültmemesi isteniyorsa, başka ülkelerde ithalat artışları gerekecektir.
•Bu da dış fazla veren tüm ülke gruplarında ithalat artışlarını gerekli kılıyor. Bu “görev”, özellikle Almanya’ya ve Japonya’ya düşüyor. Bu ekonomiler ihracat önceliğini terk etmeli; ücretleri, tüketimi, dolayısıyla iç talebi pompalamalıdır. Ne var ki, bu ülkeler bu türlü bir “uyum” sürecine direnmektedir. (Örneğin Almanya, kamu açıklarını daraltmanın baş partizanı olmuştur.)
•Çin’in yerli parasını (renminbi’yi) değerlendirmesi ise, dünya ekonomisinin büyüme hızını yukarı çekmez. Zira, döviz kuru hareketleri dünya ekonomisi için ek talep yaratmaz; sadece, toplam ithalat talebinin ülkelere dağılımını (örneğin Çin’in aleyhine, Hindistan’ın lehine) değiştirir.
•Kronik dış açık veren çevre ekonomileri ise, her durumdan zararlı çıkacaklardır. Bugünlerde bunların çoğu “eskisi gibi devam” senaryosu içindedir: Batı’daki parasal genişleme ve düşük faizler, bu ülkelere dönük spekülatif para hareketlerini kamçılamakta; yeni bir balonlaşma bu kez çevre ekonomilerini tehdit etmektedir. ABD ile Çin-Avrupa-Japonya arasında yukarıda özetlenen doğrultuda gerçekleşecek bir “uyum” ise, dünya ekonomisindeki finansal ortamı daraltacak; (Türkiye gibi) yapısal dış açık veren ülkelere dönük dış kaynak akımlarını ve büyüme hızlarını köstekleyecektir.
• • •
Yılmaz Akyüz’ün kuşbakışı özetlediğim katkılarına, bunları yayımlayan uluslararası kuruluşların web sitelerinden ulaşılabilir. Ancak, daha da iyisi, bir kitap boyutuna ulaşmış olan bu çalışmaların Türkçeye kazandırılmasıdır.
Değerli meslektaşım, arkadaşım Yılmaz’ı böyle bir girişime teşvik etmek isterim.