Diyeceksiniz ki, "Yahu be adam, bunlar eskide kaldı, şimdi kim başkaları için bir şey yapar ki?" Olsun, siz böyle de düşünseniz “benim hâlâ umudum var” ve dünya icat çıkaranların yüzü suyu hürmetine hâlâ dünya! İcat çıkaranlarla da rüya oluyor!

Önemsiz Günler ve Haftalar-14

BU HAFTA İCAT ÇIKARMA!

Başlığa bakmayın, icat çıkarın! İcat çıkarmazsak canımızı çıkaracaklar çünkü, çıkarıyorlar da! ‘Eski köye yeni adet getirmeyin!’ diyorlar, kendilerine uymayanları ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmak’la suçluyorlar, milletin adabına, töresine halel getirirseniz başınıza da iş getirirsiniz diyorlar. Ezcümle, dalgamızı bozmayın, pişmiş aşa su katmayın, yolumuza taş koymayın…Daha ne desinler, hepsini diyorlar. Bizim bilmediğimiz hepsini, hem bilmeyiz hem de bilmek istemeyiz, biz çünkü ‘başka bir âlem istiyoruz!’ İsteriz.

İcat çıkarmak, başımıza iş açmak, iş çıkarmak, bela getirmek, dert, sorun yaratmak, sonunda da keyif kaçırmak demek. Üç kuruşluk keyfimiz vardı, onun da içine ettiniz, demek… Diyorlar! Oysa bilmiyorlar, icatsız yaşanmaz, yaşanmıyor. İcat çıkarmak lazım! İcat çıkarırsak düzelir memleket, iyileşir hayatımız, sevinir dünya! İcat çıkarmak, aşkını tazelemek gibi her dem hisli, her dem yeni, her dem taze bir ışık! Işık, çünkü, icat çıkaranlar olmasaydı karanlıkta kalırdık! Şimdi de pek ileri sayılmayız ama, daha da geride kalırdık!


İcadın ışığı üstümüze olsun, yüzümüze vursun, memleketin en ücra köşelerine dek gece gündüz aydınlatsın dursun! Aydınlatsın ki gönüller ışısın, içimize su serpilsin, biz de bir kereliğine geldiğimiz şu dünyada, onun buyruğuna, bunun fetvasına, şunun yasağına aldırmadan güzel güzel yaşayıp eyleyelim. Yoksa kendi karanlığından ürken, korkan, rahatsız olan herifler güruhu, karanlığı ancak tüm ülkeye, bölgeye, hatta dünyaya yayarlarsa mutlu olacaklar, gurur duyacaklar!

Onlara inat… diyecektim ama vazgeçtim, kibirden filan değil, hem neyin kibri olacak ki, ama hayatı bir tür hapishane olarak gören kendini de ne olarak görür? Elbette mahkûm… değil! Ya?

Gardiyan olarak görür, şimdi infaz memuru diyorlar ama, aslen gardiyan! Çünkü bu hapishaneden kurtulmak gibi bir derdi yoktur, tam tersine, ne kadar çok çile çektirirse gardiyanlık görevini de o oranda yapmış, hatta mesleğinde yükselmiş olur! Çile çekerse demiyorum dikkat, çile çektirirse diyorum! Bize göre öyle, ona göre cennete girmek için yapması gereken şey! Çile çekmek yetmez çile çektirmen gerek!

İcat çıkardılar, 1789’da Fransız İhtilali’ni gerçekleştirdiler, eşitlik, kardeşlik, özgürlük, barış kavramları yayıldı dünyaya. 1917 Ekim Devrimi’ni de yine icat çıkaranlar yaptı, koskoca Rusya, Çarlık rejiminden Sosyalist bir cumhuriyete geçti. Neredeyse 100 yıl olacak, Mustafa Kemal Paşa icat çıkarıp inat etmeseydi, Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi? Ya Mao, dünyanın en kalabalık nüfusunu, büyük bir köylü toplumunu icat çıkarıp ardına düşürmeseydi, Çin uyanabilir miydi? Küba’da Fidel Castro ve ‘Commandante’ Che Guevara icat çıkarmasaydı, Amerika’nın burnunun dibinde sosyalist bir devrim olası mıydı?

Memlekete bakalım: Köy Enstitüleri'nden Halkevleri'ne eğitim ve kültür yuvaları kurulmamış olsaydı, yani eski köye yeni adet gelmeseydi, Cumhuriyet bu kadar yaşayabilir miydi? Ya Cumhuriyet Devrimleri, yenilikleri olmasaydı, her şeyi bir yana bırakalım, kadınlar dünyaya çıkıp hayatlarını yaşayabilir miydi? Gezi olmasaydı, HES’lere karşı çıkılmasaydı, zeytin ağaçları, Kaz Dağları, santrallere karşı sokağa çıkılmasaydı, feminist gece yürüyüşlerinde kadınlar seslerini çıkarmasaydı, İstanbul’a sahip çıkılmasaydı, yani icat çıkarılmasaydı, az da olsa demokrasi bilincinin gelişmesi, yurttaşların siyasete katılımcı müdahalesi, yeniden parlamenter sisteme dönüş umudunun yeşermesi söz konusu olabilir miydi?

İcat çıkarmak elbette oturduğun yerden, parmağını şıklatarak olacak sihirli bir şey değil. Katılım istiyor, omuz istiyor, dayanışma, güç birliği gerekiyor, icat çıkarmak isteyenin bazen canı çok sıkılıyor bazen canı çıkıyor, ama haksızlığa, eşitsizliğe, yoksulluğa, adaletsizliğe, sömürüye, yağma düzenine, baskıya, faşizme ve gericiliğe karşı her şey çaba istiyor, akıl, yürek istiyor.

Başlığa aldırmayın demiştim ya yazının başında, onu ‘bu hafta icat çıkarma haftası!’ diye okuyun, çıkaracak bir icat mutlaka vardır, görürsünüz. Hangi hafta olduğu önemli değil, ama yılda hiç olmazsa bir hafta, icat çıkarmasanız bile, icat çıkaranlara katılın, destekleyin! Nâzım Hikmet’in dizelerine kulak verin: “Benim sizden kendim için/istediğim hiçbir şey yok” diyordu ya koca şair, ”Çocuklar öldürülmesin/şeker de yiyebilsinler”. İcat çıkarmak da öyle, kendinden çok, hatta kendini pek de düşünmeden başkaları için, memleket için, ezilenler, yoksullar için, dünya için bir şeyler yapabilmek… Diyeceksiniz ki, "Yahu be adam, bunlar eskide kaldı, şimdi kim başkaları için bir şey yapar ki?" Olsun, siz böyle de düşünseniz “benim hâlâ umudum var” ve dünya icat çıkaranların yüzü suyu hürmetine hâlâ dünya! İcat çıkaranlarla da rüya oluyor!

BİR HAFTA DA ‘HUUU KOMŞU’ DİYELİM!

Selamlar içinde bir güzel selamdır ‘Huuu’. ‘Günaydın’ gibi, ‘merhaba’ gibi güzeldir, ‘Pazarola’ demek gibi özeldir, denize açılanın, balığa çıkanın ‘vira bismillah’ diye başlaması gibi tazedir. Huuu komşu, kadın selamıdır, bütün selamlardan daha güzel olması da bundandır, içten, neşeli, iyimser, açık, güneşli…Evet buldum güneşli bir selamdır ve ne zaman birinin ‘huuu komşu’ diye seslendiğini duysam, çocukluğum aklıma gelir. O aklıma gelince de yolu yok, mümkünü hiç yok, tren sesleri gibi çocukluğumun geçtiği mahalle de gözlerime ağlamak getirir!

Tamam bir haftayı da en zor haftaya, itiraf haftasına ayıralım, belki en sonunda, ama itiraf edeyim ki, çocukluk, gözyaşları filan yoktu aklımda, huuu komşu haftasını yazmaya başladığımda. Evlerden, orada oturanlardan başka komşularımız da vardır çevremizde. Ağaçlar, hayvanlar, tabiat. Onlara seslenelim, huuu komşu diyelim, hal hatır soralım, sormakla kalmayalım, nasılsınız, nicesiniz diyelim, demekle kalmayalım, onların bize söyleyemediğini biz anlayıp, sezmeye çalışalım. Çok mu zor, bence değil! İnsanların temel gereksinimleri neyse hayvanların, bitkilerinki de hemen hemen aynıdır.

Beslenme, barınma, yeme-içme, ısınma, sevme-sevilme, bakılma, sağlıklı olma… Ağaçlar, çiçekler, kediler, köpekler, kuşlar huuu komşumuzdur bizim!

Kurtuluş yok tek başına denildiği gibi, tek başına iyileşmek de olmuyor, iyiyim sanıyorsun sanmasına da hasta bir dünyada ne kadar iyi olabilir insan ve ne kadar sürebilir bu hal? Bunları diyecektim, aslında çoğunu da dedim. Başka bir hafta uzatalım bunu.

Şimdi gözyaşlarımızı izleyerek çocukluğumuzu bulalım ve onun kapısını çalalım: Huuu komşu, ben geldim! Hakikaten şimdi bunu ben yazdım ama kendi yazdığıma da hislendim! Oluyor bazen. Daha hisli durumlar olmadan öneriye gelelim.

Yılda bir hafta, daha insanca bir yaşam, daha güzel bir dünya için, çocuklarımıza da yitip giden şeyleri göstermek için, çocukluğumuzun geçtiği köylere, kasabalara, kentlere gidelim, hâlâ duruyorsa oradaki eski evimizi, komşu evleri, oralarda yaşayanları görelim, anıları tazeleyelim. Anıları tazelemek, çocukluğu tazelemektir ve çocukluğu taze olanın günü de, selamı da taze, yeni, güneşli, pırıl pırıl olur. Tazelendiği sesinden belli olur: Huuu komşu!

Longplay

Pazartesi öğle sonrası
Şehrin plağına iğneyi değdirdim
Mısırcının maşasını vuruşu
‘Scooter’ın taşa eziyeti
Biten suyla plastiğin kıvrılışı
Yayan yapıldak ıslık çalan elleri küçük çocuk
Zem Zem otobüsleri camilerin altında Abla dükkanları
Suya yürüyen merdiven köprüye hızlı tren
Sahile dikenli tel Haliç’e alüminyum duvar
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın…
Demek yerine taksiye el ettim.

Pazartesi bir geceüstü
Altı üstü Emin Kul vapuruna atladım
Şehrin plağını değiştirdim

Ayça Erdura