Yol, dünyayı aşar, dünyayı aşmak içindir. Yol yeryüzünü açar. Yola girmek, ortak olmaktır, yeryüzünü birlikte açmak, yeryüzünü her şeye, herkese açmaktır. Paylaşmak, bölüşmek, ortak olmaktır.

Önemsiz günler ve haftalar-24

MUSAHİP HAFTASI

Musahip demek, yol kardeşi demek. Kızılbaş-Alevi kültürünün, yolun erkanın temel kurumlarından biri, belki de başlıcası. Yolun kendisi bir bakıma. Yol, dünyayı aşar; dünyayı aşmak içindir. Yol yeryüzünü açar. Yola girmek, ortak olmaktır, yeryüzünü birlikte açmak, yeryüzünü her şeye, herkese açmaktır. Paylaşmak, bölüşmek, ortak olmaktır. “Canlar canını buldum/bu canım yağma olsun” diyen Türkmen kocası Yunus da kaç nefes yılı durduğu Tapduk’un dergahında bu yolu sürmemiş midir) Nazım Hikmet’in Sultanahmet Cezaevinde tozlu tarihten capcanlı şiire kazandırdığı Şeyhimizin kitabında bulduğu, tozlarını üfleyip ruhunu koyduğu, küllerini ayaklandırdığı kitapta yazan da budur. Hüseyin Peker “İnsan, Arkadaşınındır” demişti, başka kimin olacaktı dedim demedim, buna “İnsan Kardeşinindir” duygusunu da eklemek istedim. Arkadaşının, kardeşinin, yoldaşının, yol kardeşinin, musahibinin, insan yeryüzünündür, o sonsuz kolektifin ruhudur, insanıdır, dalıdır, ovasıdır, göçebesidir, yaylasıdır, yolcusudur.

1416’da Osmanlı’ya ayaklanan din alimi Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin’le, 1936’da hapishanede, Diyanet İşleri Başkanlığı da yapan ilahiyat profesörü İbrahim Yaltkaya’nın kitabıyla tanışır Nâzım Hikmet. Varidat’ı da yazan Şeyh Bedreddin için yazdığı destan, benim için Nâzım Hikmet’in Divan, halk ve modern şiiri ‘mecz edip’, okuyanı da ‘mest ettiği’ en sıkı, en şahane kitabıdır. Elbette ayaklanmanın kendisi, içeriği, istekleri, talepleri, komünal bir toplum arzusu da benim için kitaba güzellik ve haklılık kazandıran başlıca ögelerden. Çelebi Sultan Mehmet tahta çıkmış, hünkardır. İnce uzun boylu Börklüce Mustafa ile kartal gagalı Torlak Kemal, İznik sürgünü Bedreddin’e bakmaya doyamamaktadır. Birazdan ‘mübalağa cenk olunacak’tır: “Aydının Türk köylüleri/Sakızlı Rum gemiciler/Yahudi esnafları/on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafa’nın/düşman ormanına on bin balta gibi” dalacaktır. “Boşanan yağmur içinde gün inerken akşama”, on bin yoldaştan iki bini kalacaktır, ama o ‘Karaburun mağlupları’ artık hep yoldaş, yol kardeşi, musahip diye anılacaktır, davaları davamızdır, ortaktır, ortaklaşmacı bir yaşam kurmaktır o günden beri: “Hep bir ağızdan türkü söyleyip/hep beraber sulardan çekmek ağı/demiri oya gibi işleyip hep beraber/hep beraber sürebilmek toprağı/ballı incirleri hep beraber yiyebilmek/yârin yanağından gayrı her şeyde/her yerde/hep beraber/ diyebilmek/için”.

Börklüce Mustafa’nın musahibi Torlak Kemal olsun, Aydın’ın Türk köylüsünün musahibi Sakızlı Rum gemici olsun, Yahudi esnafın musahibi Ermeni kuyum ustası olsun, Kürt işçinin musahibi Laz balıkçı olsun…Hilmi Yavuz’un şiirindeki “Bedreddin” de “ovaların ve kartalların musahibi” olsun. Değil mi ki o “bize buğdayın ateşini/gözlerin timarını/ve hüznün varidatını anlat”andır.

Biz de musahip olalım. Musahip, arkadaşlık eden, sözü sohbet, güzel olan kimsedir. Kızılbaş-Alevi inancının gereğidir musahiplik, yol kardeşliği de; can kardeşliği, can yoldaşlığı da diyebilirsiniz. “Buyruk” ya da “Menakıb-ı Evliya”ya göre yalnızca Alevilere özgüdür, yolun gereğidir ama, kardeş olmak, can olmak için neye gerek vardır ki? Ne soya gerek vardır ne kana ne bağa. Her inanç, her kültür fazla olandan, süslü, ağır olandan, gereksiz sıfatlardan kurtulmalıdır. En çok da “özde ben bir insan olmaya geldim” diye hal beyan eden bir inancın gereksinimi vardır buna. Bir de değişime, dönüşüme açık, ilerlemeye eğilimli, yepyeni bir yeryüzü tasavvuruyla yaşayan ve ‘Bedreddini’ coşkularla yeri, göğü, suları turnalar gibi döne döne tavaf eden, semah kuran bir kültürse bu.

Musahip olmak, dayanışma içinde olmaktır, toplumsal dayanışmadır. Sonsuza dek kardeş kalmaktır, birlik, dirlik içinde yaşama isteğidir. İki canın kardeşliğinden doğal ne vardır? İki kardeşin evlerini, yurtlarını, mallarını, mülklerini birbirlerinin bilmelerinden güzel ne vardır?

“Yârin yanağından gayrı” her şeyde, her yerde, hep beraber demenin erdemi nerede vardır?

Kendimize yol kardeşi bulalım, ayla güneş gibi, gökyüzüyle derya gibi uzakta da yakın olalım, hal diliyle birbirimize kefil olalım, başımıza bir hal geldiğinde yakınlarımız, çocuklarımız birbirimize emanet olsun.

Musahiplikten başlayalım, aşinalığa varalım, Şah Hatayi’nin nefesine kulak yetmez, gönül verelim, “Aşina dedikleri zahiri batın/Aşina sevmeye vardır niyetin/Gel Hakk’ı seversen musahip tutun/Aşina sevmeye vardır niyetin” diyelim, dileyelim “Boz Atlı Hızır” gelsin, bizi elimizden tutsun, biz de herkesi bir tutalım, musahip tutalım. İkrarımızdan dönmeyelim, dağlar, taşlar, ağaçlar şahidimiz olsun, ay ve gün, gece ve gündüz şahit olsun, kardeşlerimiz erenler cemine gelen yeni canlardır, biz de onları canımıza saklayalım, candan saklayalım. Yolumuza süreğimize göre ‘musahiptir musahibin yarısı/ikisi de bir elmanın yarısı’dır diyelim. “Dil ile sufilik olmaz/Hali gerek yol ehlinin” ne demeye geldiğini bilelim.

Bedreddini olmak, musahip olmakla bir. Tamam Alevi olmayalım, Kızılbaş olmayalım, Bektaşi olmayalım, Bedreddini olmayalım, sosyalist olmayalım. Sular gibi akıcı, rüzgâr gibi geçici, yaz gibi uçucudur hepsi de, akar, geçer, uçar, gider. Kadim olan kardeşliktir. Sular Bedreddini, ağaçlar Kızılbaş, göller Alevi, yazlar Bektaşi ve gökyüzü sosyalist değil ki, hem niye olsunlar, onlar birbirlerinin musahibi, hal dili, yol dili olmuşlar, kalkmış yeryüzüne gelmişler, “muhannetlik kalmayana” bir sofrada buluşmuşlar, hepsi birbirine kefil, hepsi birbirine emanet olmuşlar. Suyun, göğün, dağın, ovanın, börtüböceğin, yaprağın, gecenin, otun çimenin musahipliğiyle tabiat olmuşlar. Biz nerden geliyoruz, tabiattan elbette. “Anamız amele sınıfıdır”, koca anamız tabiattır. Tabiat cemdir, musahip kapısından geçene açıktır o cem.

Ezcümle, “bu bir demdir gelir geçer”, dünya geçer, o cem sürer, süreğimiz bir olmak, birlikte sürmektir bu cemi. Muhabbettir. Eyvallah. Tabiatın cemine, gerçeğin demine hu!

TÜRKÜ TAŞIYICI

Karşı sokağa taşındım.
Kedi hanımlar ve kedi beyler var. Buradalar ve çoklar.Sanırım herkes iyi biri.
Yaşlanabiliriz birlikte demek ki.
Ümit edememekten korkmayabilirim mesele.
En çok bundan korkuyorum.
Önce kitapları taşıdım.
Taşıyan çocuklardan biri, yemek molasında birini seçti.
Seçilmiş biri olduğunu öyle anladım.
Yanmadığımızı sandığımız yangınlar var,
Doyduğumuzu sandığımız tokluklar.
Babaannemle yaşadıklarımızdan çok uzaklar.
Çocukluğum başucu kitabım gibi son günlerde.
Kiracı gözlerimde katarakt ve kulağımdaki enfarktüse rağmen melodi aynı;
“Uçan da kuşlara malum olsun”.

Arzu Armağan Akkanatlı