“Bugün görüş gündür/dost kardeş bir arada” dediği gibi Ahmed Arif’in, bugün müstakbel ve mevcut keller günüdür, adı üzerinde babalar günüdür. Eh kelleri sevmek için de bundan uygun gün bulunmaz! O nedenle lütfen bugün kelinizi seviniz! Kendinizi sever gibi, kedinizi sever gibi kelinizi de seviniz ki, kel sevmenin bambaşka bir aşk olduğunu da hissedebilesiniz!

Önemsiz Günler ve Haftalar -5

KEL HAFTASI

Hani nerdeyse “Kel kel kel vatandaş, koş, kelin iyisi burada! Kel kel!” diye, pazarcılar gibi, coşmuş biçimde bağırmak, bağıra çağıra “Her eve bir kel!”, “Bu kel her eve lazım!’” demek de isterim. Çünkü bugün, yani bu pazar, haziranın üçüncü haftası olmak sıfat ve itibariyle de, kel günü, keller günü. Yoo, öyle “Kele her gün babalar günü” filan demeyin, rica ederim. Bir defa kel dediğin “N’apalım başa gelen çekilir!” deyip, kelliği bir kader olarak kabul edip, öyle yaşamaz! Hatta o bu zihniyete kökünden karşıdır! Kellik, “Başımın üstünde yeri var” diyenlerindir, onlara mahsus bir iyiliktir, açık havadır, yazdır, çiğdemdir, ışıktır, sabaha kadar feneri sönmeyen karpuz sergisidir, parktır, salıncaktır, bayramyeridir, kalp gibi bir şeydir, anlamdır, çevredir, doğadır, gönül yeridir. Kel olmak, çocukluğa yer açmaktır, kel olmak, sıkıcı büyüklerden kaçmaktır, kel olmak, gülmek, eğlenmek, başta kendisiyle dalga geçmek ve keliyle övünmek demektir. Biz kime kel diyoruz öyleyse, “Alnım açık, başım dik!” denildiği gibi, “Alnım açık, başım kel!” diye, ağız dolusu gülerek, yürek dolusu sevinerek ve gözler dolusu parlayarak konuşana. Peki, kimdir o konuşan? Elbette, bedeniyle, boyuyla posuyla, yürüyüşü duruşuyla, gözüyle kulağıyla, saçıyla başıyla ‘kıl’ kadar derdi olmayan! Kel olmaktan utanan, bunu sorun eden, başında kavak yelleri ya da rüzgâr gibi taşıyamayan, kel denilmesine kızan kompleksli şahsiyetlerin kellikle alakası olsa olsa kelalaka olur, o da sayılmaz! Kel deyince kendisini kelaynak gibi hisseden keller lazım bize! Kelliğini kafasında bir çiçek, bir fikir, bir mefkure, bir kitap ve nihayet bir şiir gibi taşıyanlarla ilgiliyiz.

“Bugün görüş gündür/dost kardeş bir arada” dediği gibi Ahmed Arif’in, bugün müstakbel ve mevcut keller günüdür, adı üzerinde babalar günüdür. Eh kelleri sevmek için de bundan uygun gün bulunmaz! O nedenle lütfen bugün kelinizi seviniz! Kendinizi sever gibi, kedinizi sever gibi kelinizi de seviniz ki, kel sevmenin bambaşka bir aşk olduğunu da hissedebilesiniz! Kel sevmeyen, kelden, kellikten ne anlar ki? Bir keli sevdim, kele gönül verdim demeyen, aşkı, sevmeyi ne bilir? Kel sevmek iyidir, iyi gelir, sevene gönenç, kele övünç verir! Biz çıkalım kerevetine!

Kelin içinde şaka da vardır, gülüş de, sevinç de, öyleyse bize de bu masaldan erinç düşsün… Diyelim ama masalı da burada bitirmeyelim! Peki ne yapalım? Babalar günü iyi de, hepi topu bir gün, bence babalar gününü de içine alan haftayı Kel Haftası olarak duyalım, duyuralım. Topu taca değil, kele atalım! İşte o kellerden birini, “Hamil-i kel yakınım olur” diyerek size takdim etmekten bahtiyarlık duyarım. O kel benim babamdır, adı Hasan’dır, daha doğrusu Kel Hasan! Ben kellikte onun üstüne tanımam ve dahi kelliğini de adeta yazlığı gibi bu kadar benimsemiş, onu püfür püfür başında ve dilinde ve gülüşünde ve kalbinde ve gözlerinde sevgiyle taşıyan bir adam da tanımadım daha! Tanıyacağımı da sanmam! Görmesek de artık kelini sevemesek de, o kel bizim babamızdır ve kendini herkese, torunlarına da “Ben dedeniz, Eskişehir Sanayi Çarşısı’ndan Çeşmemeydanlı Kel Hasan Ergülen” diye tanıtan adamdır. Böyle kel, dostlar başına!

Kaportacıydı, sosyalistti, hümanistti, karagözlüydü, orta ikiden terkti, okumayı çok severdi, okutmayı daha çok sevdi, ne tanrıya, ne iktidara, ne patrona ne varlıklıya, ne faşiste, ne yobaza, kimseye eyvallah etmedi, 6 çocuğunu da ele güne muhtaç etmedi, ölümü de gülle, gülerek karşılamadı, ama canım annem Nazlı Gül’ün bahçesinde karşıladı, ben onu peygamberlere, erenlere, ermişlere, evliyalara değişmem, ondaki iyiliği herkesin görmesini isterdim, çünkü başka kimsede görmedim, daha da görmem! Canım babam, dünya seni görmeliydi, kel görmeliydi!

Gözlerimizi saklayarak yazıya dönüyor ve bu haftanın artık ‘Kel Haftası’ olarak tüm dünyada kutlanmasını diliyoruz. Bu hafta keller yürüyüşünden festivallere, dinletilerden koşulara, her şey ama her şey keller için olmalı ve kellik, bu haftadan başlayarak, her an her dakika, övünmek gibi olmalı! Kel Haftası, Gel Haftası! Bir, iki, üçler, yaşasın keller!

GİBİ HAFTASI

Tamam, hemen itiraz etmeyin, sonunda büyük olasılıkla haklı çıkacaksınız, haklılığınızı baştan da teslim edebilirim, ediyorum. Ben de size katılacağım, evet. Fakat biraz konuşalım. Yani, gibi haftası nedir, ne yenir ne içilir o haftada, kime gidilir, kimlerle konuşulur, nerelere seyahat etmek gerekir, gerekir mi, yoksa evde oturup sakince beklemek mi gerekir, yoksa yoksa herkesin işinde gücünde, evinde okulunda, yolda kırda olduğu o olağan zamanlarda olduğu gibi mi olmak gerekir?

Bir defa adet olduğu üzre, hemen internete başvurup gibi araması yapılır. Yapılınca da karşınıza çıkan ve benim önermeme hiç gerek yok, hem adından hem de yazarından dolayı ilginizi çekecek olan o benzersiz Gibiciler kitabı şöyle bir kolaçan edilir, etrafta kimse yoksa okumaya başlanır! Kolaçan şaka ama okumak güzel! Zira Feyyaz Kayacan derler bir âdem, ne öyküler, şiirler ve Çocuktaki Bahçe diye bir roman yazmıştır ki, tüm yapıtları Türkçenin ‘İnci Mercan Gök Boncuk Müzesi’nde dünya durdukça durası gerekir! Gibiciler de (1967) bu nadide parçalardan bir öykü kitabıdır. (Bu arada ‘kolaçan’ da çok güzel bir sözcük, sözlük ‘kökü bulunamamıştır’ diyor, neyse beterin beteri var. Örneğin bir kitap satış sitesinde, Türkiye’de Demokrasinin Serüveni adlı bir kitabın altında, ‘stokta yok’ yazıyor. İronik mi, hayır, kronik ironik bir durum!)

Gibi Haftası yapalım mı? Özlüyor gibi, seviyor gibi, inanıyor gibi, ağlıyor gibi, seviniyor gibi, paylaşıyor gibi, öğretiyor gibi, yazıyor gibi, çalışıyor gibi, canını dişine takmış gibi, karşı çıkıyor gibi, takmıyor gibi, gözü başkasını görmüyor gibi, elini taşın altına koymuş gibi, hiçbir özveriden kaçınmıyormuş gibi, anlıyor gibi, laikmiş gibi, işçi kardeşlerimizi düşünüyormuşuz gibi, çek kanka farkında değilmişiz gibi! Daha ne gibiler var da haftaya sığmaz!
“Bizi gibiciler bizi!” diyelim, geçelim öyleyse. Eh zaten, her şeyin gibisini yaptığımız, olduğumuz, uğraştığımız günler yetmiyor da bir de haftasını mı kutlayacağız? Daha neler, ne gibiler! Ayrıca ehemmiyetle hatırlatmak isterim ki, Önemsiz Günler ve Haftalar kitabındaki 52 haftanın hepsini kutlanması maksadıyla yazmıyorum. Bazen de ibret alınsın, unutulmasın, gereksizliğinin farkına varılsın diye yazdığım haftalar da oluyor. Tıpkı Gibi Haftası gibi. Öyleyse kutlu da mutlu da olmasın gibi!

UYANSAN

Uyansan şimdi gökyüzü kapısı aralanmıştır
Bahar elinin bir ucundan diğerine sığdırmıştır güneşi
Sözü azalmışsa da bakışlarda tamamlanan
Kırk yıllık sevdalar açmıştır dallarda
Tomurcuklar yerine aşk büyütmüştür bahar

Uyansan şimdi ilk çırpınışlarını duyardın günün
Rüzgârın sessizliğinden bilirdin ki mevsimlerden yaz
Bir anne seslenirdi sonsuz anne sesinde
Bir o kadar gülüş bir o kadar acı toplanıp dağılırdı
Göğün sessizliğine açan güllere yetişirdi ellerin

Uyansan şimdi senin olmayan kuşlar toplaşıp
Dansla bırakırlardı vedalarını ellerine
Ellerine bakardın hayatın; sararıyor soluyor kırılıyor
İnce yerlerinden ağlıyor sonbahar ağlama desen de
Yazı bitirmek kolay olmuyor aşkın dilinde

Uyansan şimdi ömrünün ilk sabahı gibi
Gece beyazı örtmüş üstüne bir dost eli arıyor
Kendi yalnızlığında sanki hiç sevmemiş gibi uzak
O ağlıyor sen ağlıyor buz tutmuş elleri
Kırılmış, yok olmuş iki dostun yüreği…

Ve dünya senin sessizliğinde
Acılarına bir sığınak arıyor
Seçil Hidayet Öztürk