Daha yeni af çıkardınız, mafyayı, sözüm ona kader kurbanlarını, karılarını, kızlarını, kız kardeşlerini gözünü kırpmadan, çoğu kez de ‘namus’ bahanesiyle öldürenleri, tacizcileri, çocuk istismarcılarını ve daha bizim bilmediğimiz kimleri kimleri ‘baba şefkati’yle uğurladınız.

Önemsiz Günler ve Haftalar-8: İlhan Sami Çomak haftası

Böyle de hafta olur muymuş/Zerdüşt mü böyle buyurmuş/bu yazı okunur muymuş/İlhan Sami Çomak da kim?” Elbette olmaz böyle hafta! Hatta olmaz olsun böyle hafta! Fakat azizim, siz yaptınız! Yani bu hafta bu yazının değil, sizin eseriniz! 22 yaşında hapse attığınız bir genci, hiç aralıksız, molasız 26 yıldır içerde tutarsanız, hafta az bile, ona yıl filan düzenlemek gerekir! “Adaletin bu mu dünya?” desem Selda gibi, değil. Dünya bile bu kadar adaletsiz olamaz! Örgüt mü kurmuş, memleketi mi satmış, düzeni mi yıkmış, birini mi vurmuş, öyle bile olsa, seri katillerin dahi 5-10 yıl yatıp sonra aftan yararlandığı, hatta çıktıktan sonra kalan hesapları temizleyip yeniden içeri girdiği ve yeni bir afla da tekrar çıktığı vakaları bilmez değiliz! Daha yeni af çıkardınız, mafyayı, sözüm ona kader kurbanlarını, karılarını, kızlarını, kız kardeşlerini gözünü kırpmadan, çoğu kez de ‘namus’ bahanesiyle öldürenleri, tacizcileri, çocuk istismarcılarını ve daha bizim bilmediğimiz kimleri kimleri ‘baba şefkati’yle uğurladınız da, iş siyasilere gelince titrediniz, kendinize döndünüz ve yine ‘Devlet Baba’ kesildiniz!

İlhan Sami Çomak için çok yazdım, 8 şiir kitabı var, hepsi de içerde yazdığı, fakat dışardaki, özgür bir şairin şiirlerini aratmayan şahane mi şahane şiirler. Kitaplarını canım kardeşim Enver Ercan yayımlıyordu Komşu Yayınları’ndan, fakat o gidince… Son kitabını Manos yayımladı, şair C. Hakkı Zariç kardeşimiz herhalde diğer kitaplarını da yayımlamayı düşünüyordur. Nâzım Hikmet “Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler” şiirini sanki İlhan Sami için yazmış: “İçerde bir tarafınla yapayalnız kalabilirsin/Kuyunun dibindeki taş gibi./Fakat öbür tarafın/Dünyanın kalabalığına /Öylesine karışmalı ki/Sen ürpermelisin içerde/Dışarda kırk günlük yerde yaprak kımıldasa.” Şunları da öğütlemeyi unutmamış, ne de olsa şairin hası, mapusluğun ustası, “İçerde gülü, bahçeyi düşünmek fena/Dağları, deryaları düşünmek iyi./ Durup dinlenmeden yazmayı/Bir de dokumacılığı tavsiye ederim sana/Bir de ayna dökmeyi.”

Dokumacılık, ayna dökmek yeni cezaevlerinde yapılabilecek işlerden değil ama, durup dinlenmeden yazdı İlhan Sami Çomak. Başka şairler üzerine incelemeler yazıp, bunlarla ödül de almaya başladı. Sosyalist ceddimizin yaşadığı gibi tıpkı. “Doktor”umuz Hikmet Kıvılcımlı, hapishaneyi üniversiteye çevirmişti. İlhan Sami de adeta bir şiir evi kurdu içerde. Şimdi Norveç PEN Uluslararası Yazarlar Derneği onunla ilgili etkinlikler, okumalar, çeviriler, söyleşiler düzenliyor. Ben, pandemi nedeniyle iptal edilen ve yönettiğim şiir festivallerinde bu yıl yapamadım, çünkü festivaller yapılamadı, fakat gelecek yıl Çomak’la ilgili panel ve okumalar düzenleyeceğim. Yürüttüğüm şiir atölyelerinde, onun “Şiir Okumak Neye Yarar?” şiirini sürdüren şiir çalışmaları yaptırıyorum. Umarım sonbaharda atölyelerden 30 kadar şair arkadaşın katılımıyla oluşturduğumuz, İlhan Sami’nin bu şiirinin ‘imece’sini okuyacaksınız.

İlhan Sami Çomak artık serbest bırakılmalı, bahar geçti, yaz geçti, güzüne geldi şair. 22 yaşında içeri girdi, şimdi 47 yaşında, “ömrümün yarısı gitti talana” dese az gelir! 1986’da ülkesi Nijerya’ya Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran ve övünmek gibi olmasın, Türkçeye şiirlerini ilk kez 1983 yılında Tuğrul Tanyol’la benim çevirdiğimiz büyük şair, insan hakları savunucusu, aktivist Wole Soyinka’yı hatırlıyorum. Nijerya’da idam cezasıyla yüz yüze gelmişti!

İlhan Sami “Senin ağzın suyu anlatan bir şeydir/incecik/Omzuna güzel bir kuş konmuş da/ürkerek ağzını yanında taşırsın” diye yazmıştır. “Karanlık bu! Karanlık bu!/Eski merdivenlerden inip çıktığım karanlık/Hayvan ölülerinin gözlerine yakın karanlık/Işık denince kolum bükülüyor/Dağlarım, ırmaklarım, unuttuklarım kavuşsun sana” demeyi bilmiştir. “Beni bir göz gibi beklemeye yaz/çünkü gitmek şiir yollar düzyazı” diyerek de, şiirin de aslında bir kuşun uçuşunu taklit ettiğini, şiirin, sözcüklerin kanatları olduğunu, kanatlanmış yazı olduğunu bildirmiştir.

İlhan Sami Çomak, bırakılıncaya dek her yıl bir hafta onun adıyla anılsın, yazılsın, okunsun, yaşansın, ona mektup yazılsın, paneller yapılsın, söyleşiler düzenlensin. 1 Mayıs’lar, 8 Mart’lar ve diğer güzel günlerimizde, Suruç, Ankara Tren Garı Katliamı, Madımak Katliamı gibi anmalarda şiirleri pankartlara yazılsın, konuşmalarda okunsun. Şiirlerinden şarkılar yapılsın, albümler çıksın, meydanlarda söylensin… Ezcümle İlhan Sami de, şiirleri de kuş olsun, özgürlüğe uçsun artık! Yeter be!

(Bu haftanın şiiri Süleyman İleri’den, İlhan Sami’nin “Şiir Okumak Neye Yarar?” şiirinden hareketle yazıldı.)

OĞUZ ATAY HAFTASI

İlhan Sami Çomak Haftasıyla aynı ay içinde olması şart değil, hatta birkaç ay arayla olsa iyi olur. Yoksa millet ‘yahu her hafta bir yazar, bir şair, bu ne?’ diye isyan filan eder! Aman diyim, sonra bir de kültür zehirlenmesi filan yaşanır, memleketin hali de koronadan beter olur, neme lazım? Zaten biri hapisteymiş, birini de kimse anlamıyormuş, bize reva mı bu zulüm diye de sokaklara dökülürler… Oğuz Atay Haftası da öneriyorum, evet. Niye derseniz, geçen yıl Tutunamayanlar’ı, bu yıl da Tehlikeli Oyunlar’ı yeniden okudum da ondan. James Joyce’un Ulysses’inin Türkçedeki muadili olarak, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı gösterilir, biliyorsunuz. Her ikisi de okuması şart olan, hemen her kuşak okur tarafından o dilin ‘kült’ kitapları olarak satın alınan, hevesle başlanan… Fakat yine pek çok okur tarafından biraz ağır, karışık ya da ‘Öz Türkçesi’yle diyelim, ‘soyut’ bulunan bu yapıtlar, Necatigil’in “çünkü bazı şiirler bekler bazı yaşları” dizesi eşliğinde, o yaşlar gelinceye kadar yorulmasın diye kitaplığın bir gözüne bırakılır. Bırakılış o bırakılış…

Ben okudum. Sabırlıyımdır. Hayatta pek az kitabı ve filmi yarım bırakmışımdır. Eski görgü, eski bakış, eski saygı diyelim, artık emeğe mi, acemiliğe mi, ustalara mı saygı, her neyse. Hayır, çok seçici olduğumdan da değil. Tabii klasikleri, kült yapıtları, avangard yazarları bir gereklilik olarak da okuyorum, yazı yazmak için de, ama hiç bilmediğim, adını ilk kez kitabı yüzünden duyduğum pek çok yazarı, şairi de okuyorum. Bunda merak, keşif, coşku duygusu da var, mesleki mi demek gerek, bir de ne yazılıyor, nasıl yazılıyor vaziyeti de. Hem bunların hiçbiri olmasa, şiir ve deneme yazmıyor bile olsam, dünyadaki en güzel şey okumaktır, yalnızca bu nedenle okuduğumu söylemem en iyisi, en doğrusu.

Bir de eskiden okur olduğum için, çoğu yapıtı da, özellikle bizim edebiyatımızdan, çıktığı zaman okumuşumdur. Füruzan’ın Parasız Yatılı’sından (1971), Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ne (1973), Adalet Ağaoğlu’nun Yüksek Gerilim’inden (1974) Bilge Karasu’nun Göçmüş Kediler Bahçesi’ne (1979), Kemal Tahir’in Devlet Ana’sından (1967) Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ına (1972).

Tutunamayanlar iki cilt olarak, Hayati Asılyazıcı’nın Sinan Yayınları’ndan çıkmıştı. 1986 gibi hala kitapçıların fırsat köşelerinde rastlanırdı. İletişim Yayınları tarafından basılmasıyla, Oğuz Atay efsanesi de oluşmaya başladı. Sonra da Tutunamayanlar’ı okuyanlar/okumayanlar yarım bırakanlar/bitirenler, Tutunamayanlar’ı sevenler/Tehlikeli Oyunlar’a bayılanlar, Tutunamayanlar’ı kararında/Tehlikeli Oyunlar’ı uzun bulanlar gibi bildiğimiz, duyduğumuz okur kutuplaşmaları yarattı. Yani memlekette kutuplaşmayı ilk başlatan düşündüğünüz gibi mevcut cumhurbaşkanı değil, romanları üzerinden Oğuz Atay’dır!

Yıllar önce memleketi olan Kastamonu’da Oğuz Atay Günleri yapılırdı, etkinlikler, ödüller… Acaba diyorum şimdi memleketimizin en kült, en avangard, en anlaşılmamış, en sevilen, en çok başlanan, yarım bırakılan, üzerine en çok yazılan, tartışılan, konuşulan ve ne yazık ki genç yaşında yitirdiğimiz romancısı Oğuz Atay için her yıl bir hafta ayrılsa da, millet her şeyi bırakıp o hafta Atay kitapları okusa, başladığını bitirse, okuyan bir daha okusa, öyküleri, oyunları, günlükleri de hatırlansa, oyunlar, filmler, belgeseller gösterilse. Bilenler bilmeyenlere anlatsa. Yıldız Ecevit, Cevat Çapan, Selçuk Orhan, Sefa Kaplan gibi Oğuz Atay üstüne yazanlar, Atay muhipleri de üniversitelerde, parklarda, her yerde çıksalar anlatsalar… Tutunamayanlar ve Tehlikeli Oyunlar okuma atölyeleri açılsa! Selim Işık, Hüsamettin Albayım, Hikmet Benol, Turgut Özben başta olmak üzere roman kahramanları canlandırılsa, kendilerini kendilerinden dinlesek… Fena mı olur yani?

Şiir Okumak Neye Yarar?

-İlhan Sami Çomak’ın bıraktığı yerden-

Redif olur şairlerin buluşması şiirde

Saklı izleğinden yinelenen sözcüğün, firar ermeye yarar

Vardiya çıkışı eve koşmak sevinci volta

Eğilip düşünün avluya açılan kapısını onmaya yarar

Kayısı çekirdeğinden, teneffüs zilinden imgeler gelecek görüşüne

Alıp onları hücrene hayatlar etmeye yarar

Biberiye, papatya, ısırganotu al günaşırı

Sindirime, kalbe ve mavi kırları yelken pencerende açmaya yarar

Geciken mektubun yarası için için yarar

Selamları, öpücükleri güvercin sızına sürmeye yarar

Benim gençliğimden alsınlar saçlarını okşamaya

Issızlığının oyasına gergef olmaya yarar

İstesen de umuda bükülmeyiverir bazı geceden günler

Uçmayı eğirtip kumrulardan yakana iliştirmeye yarar

Birkaç beyit ağlıyorum buraya, senin satırlarına

Bu bağbozumunda, içimizin üzümünü bir şaraba ezmeye yarar

Birinin açtığını öteki kapar

Yar, yara, yarar

Kaleminin dokunduğu kağıdından öperim, sağlıcakla kal

Şairlere bir demde cem olmak yarar

SÜLEYMAN İLERİ