Tarihin en uzun ekonomik durgunluğu, bir çıkış olanağı sunmadan ama her an yeni bir mali kırılma, depresyon riskiyle kalıcılaştı

“Öngörülemez istikrarsızlıkların” zamanı

ERGİN YILDIZOĞLU

ABD, istihbarat kompleksinin (CIA, FBI, NSA, DIA) en üst düzey görevlisi James Clapper, 9 Şubat salı günü, Senato İstihbarat Komitesi’ne sunduğu yıllık raporun açış konuşması dünya “jeopolitik mimarisinin” çok kritik bit noktada olduğunu vurguluyordu. Clapper, kimi ulus devletlerin parçalanmaya başladığın, kimileri için ciddi rejim riskleri oluştuğunu, kimilerinin de tehlikeli istikrarsızlık olasılıklarıyla karşı karşıya olduğunu, kaynak sıkıntısının silahlı çatışmaları beslediğini, göçmenler krizinin Avrupa’yı tehdit ettiğini, Afganistan’da bir siyasi çöküş olasılığını,40 ülkede teröristlerin aktif olduğunu, teknolojik gelişmelerin yeni güvenlik zaaflarını da beraberinde getirdiğin vurguluyordu. Clapper’e göre “öngörülemez istikarsızlığın artık ‘yeni normal’ olma durumu” devam ediyordu.

Ne yazık ki, bu tipin gözlemlerine katılıyorum. Gerçekten de, kapitalizmin, II. Dünya Savaşı sonrasında ABD hegemonyasında oluşan “küresel jeopolitik mimarisi”, Soğuk Savaş sonrası iç tutarlılığını kaybetme noktasından, mali krizle birlikte hızla dağılma aşamasına gelmiş durumda. Ancak, Clapper’in tek tek sıraladığı bu risklerin kesiştiği noktalara, örneğin Suriye platformuna, bakarak, daha fazlasını söylemek de olanaklı. Bu bağlamda, Clapper’in “öngörülemez istikrarsızlıklar dönemi” olarak nitelediği durumu düşünmeye yardım edecek beş kritik dinamik üzerinde durmaya çalışacağım.

Emek sermaye çelişkisi

Mali krizle birlikte, egemen sermaye (uluslararası yatırım bankaları, “hedge funds” vb..,) devletlerin de yardımıyla ayakta kalmaya çalışırken, toplumda üretilen değerlerin sermaye gelirlerine değer transfer edilen kısmında büyük bir artış yaşandı; gelir dağılımı iyice bozuldu, dünya nüfusunun en zengin binde birinin serveti en yoksul yüzde ellinin toplam servetine eşit hale geldi.

Gelir dağılımındaki bu derinleşme işçi sınıflarıyla sermaye sınıfları arasındaki sınıf mücadelesinde bir sertleşmeyi gündeme getirdi. Bu sertleşmenin yankılarını iki alanda görmek olanaklı. Birincisi, sermaye sınıfının entelektüelleri arasında, aniden gelir dağılımı tartışmalarına ilgi arttı. Bu entelektüeller gelir dağılımındaki bozulmanın kapitalizmi sorgulamaya kadar gideceğinin farkındalar, mali sermayeyi, bankaları, hem kapitalizmi stabilize edecek hem de bu gerginlikleri yumuşatacak yeni bir kriz yönetim modelini kabul etmeye ikna etmeye çabalıyorlar.

Kapitalizmin varsayıldığı gibi işlemediğini ilk önce eski FED başkanı Greenspan “realite benim ideolojimle uyumu değilmiş” ifadeleriyle itiraf etmişti. Geçtiğimiz haftalarda dünyanın en büyük yatım bankası Goldman Sachs yayımladığı bir raporda kar marjlarının zirve yaptıktan sonra rekabetin etkisiyle düşmeye başlaması gerekirken yüksek kalmaya devam etmesiyle, kapitalizmin verimliliğini sorgulatacak noktaya geldiklerini açıklıyordu.

Sınıf mücadelesini sertleşmeye başladığını gösteren ikinci alan ise ABD ve Avrupa’da yerli (ağırlıklı olarak beyaz) işçi sınıfının, merkez partilerden koparak sağ popülist, faşist eğilimli partilere, ABD’de Donalt Trump gibi sağcı demagoglara yönelmekte olmasıyla ilişkilidir. İşi sınıfının bir kesiminin İngiltere’de Jeremy Corbin, ABD’de Bernie Sanders gibi sol politikacılara ilgisi de giderek artmaktadır. Bu koşullarda, kapitalist sınıfla özellikle mali oligarşiyle doğrudan bağlantıları olan merkez partilerinin zayıflaması, kaygı konusu oluyor. Daha önemlisi bu kaygının Financial Times gibi yayınlarda, , “yerli işçi sınıfı küreselleşmenin nimetlerinden, yabancı işçilerin ekonomiye yaptıkları katkıdan yararlanamadı. Bunların her ikisi de büyük sermayenin hanesine yazıldı; işçilerin payına daha düşük ücretler, sosyal hizmetlerde gittikçe artan kesintiler kaldı” gibi bir söylemle, doğrudan sınıf çelişkilerine atıfla dile getirilmesidir.

Yeni bir mali krizin ilacı yok

Mali krizi izleyen 8 yıl boyunca, mali sermaye, krizin yükünü devletlerin hazinesine geçirerek, kendisine dayatılan düzenleme, denetleme çabalarına direnerek ayakta kalmayı başardı. Ancak ne kriz başladığında 800+ triyon dolar civarında dolaşan küresel borç yükü anlamlı bir oranda tasfiye edilebildi, ne de merkez bankalarının mali sermayeyi kurtarma paketleri ekonomilerde bir canlanma yaratamadı. Tarihin en uzun ekonomik durgunluğu, bir çıkış olanağı sunmadan ama, her an yeni bir mali kırılma, depresyon riskiyle kalıcılaştı. Küresel kapitalizmin bu durumunu, son dönemde iki gelişme daha da kırılganlaştırdı. Birincisi Çin kapitalizminin ekonomik büyüme (sermaye birikim) modeli sınırların ulaştı, hızla, kaçınılmaz olarak biriken borçlar üzerinden bir krize girmeye başladı. İkincisi, “küreselleşme” sürecinde merkez ülkelerin sermaye ve mal fazlasını emen “Yükselen piyasalar” bu işlevlerini kaybettiler. Bu ekonomilerden hızlı bir sermaye çıkışı yaşanırken büyüme oranları da hızla düşüyor.

Tüm bunları son derecede patlayıcı hale getiren iki etken var. Birincisi, merkez bankalarının mali krize karşı hareket geçirdikleri, parasal genişleme, sıfıra yakın faiz politikaları yeni bir mali krizde kullanılamayacak biçimde tükendi. Kısacası alet çantası boş. İkincisi mali piyasalardaki gerginlik, güvensizlik, ani bir jeopolitik dalgalanmayı, hemen mali piyasalara taşıyacak düzeyde.

Kısacası yeni bir mali kriz olasılığı yüksek. Olası mali krizin artık bir ilacı yok; patlak verdiğinde tetikleyeceği depresyon sınıf çelişkileri üzerinde son derecede patlayıcı etkiler yapmaya aday. İngiltere’de Muhafazakar Parti’nin eski başkanı W. Hague’im deyimiyle, “aşırı akımlar iktidardan bir mali kriz uzakta”...

Emperyalist ülkeler arası gerginlikler

I. Dünya Savaşı’na giden süreçte büyük güçler arasında dünyanın topraklarını paylaşma yarışı vardı. Hegemon İngiltere hegemonyasını korumak için, yükselmekte olan, kapitalizmi kıtasal bir ölçekte işleyen ABD, tüm dünyaya imparatorluk perspektifinden bakarak, küresel stratejiler geliştirmeye çalışıyorlardı. Almanya, İtalya, Japonya, hızla gelişen kapitalizmlerine yeni değerlenme alanları açmak yeni topraklar edinmek, İngiltere’nin yönettiği “jeopolitik mimarinin” dışına çıkmak çabası içindeydiler.

Bu çelişki, hem sömürgelerin yeniden paylaşılmasını gündeme getirdi, hem de rekabet eden ekonomilerin devletlerinin iç pazarlarını korumak için önlemler almaya başlamasıyla küreselleşme sürecini geri çevrilmeye başladı. Bu çelişkinin öncesinde de büyük depresyonun (1873-99), uzun durgunluğunun, hızlı bir finansallaşmanın olduğunu anımsamak yararlı olacaktır.

Bugün de benzer bir dinamikle karşı karşıyayız, ABD ve İngiltere, hatta Avrupa ABD’nin kurduğu ve yakın zaman kadar yönettiği “jeopolitik mimariyi” korumak isterken, Rusya, doğrudan askeri reflekslerle, Çin de ekonomik kaynaklarına dayanarak, Afrika’da Ortadoğu’da, Latin Amerika’da yeni etki alanları elde ederek sorguluyorlar. Şu sırada paylaşım savaşı, nüfuz alanları savaşı olarak Ortadoğu’da odaklanmış durumda ama hızla Kuzey Afrika’ya uzanma belirtileri sergiliyor. Bu konuda IŞİD gibi hemen herkesin kendi manevralarını açıklamak için uygun bahane olarak kullandığı bir yapının varlığı, getirdiği istikrar bozucu etkiler de çok yardımcı oluyor (buradan IŞİD aslında bir komplodur sonucu çıkarmıyorum).

5 ekolojik teknolojik çarpan

İklim krizi beraberinde getirdiği su gıda kıtlığı, tedariki sorunları, göçmenlik krizine yol açan büyük nüfus hareketleriyle yukardaki bütün etkenler hızlandırıyor. Aynı anda, sermayenin kar, devletlerin güvenlik, silahlanma gereksinimleri doğrultusunda hızlanan teknolojik gelişmeler beraberinde, kullanana sahte bir güven duyusu veren daha ölümcül silahlar, daha etkin gözleme izleme disiplin - cezalandırma araçları, daha istikrarsız, denetimden kaçtığında toplumsal yapılar üzerinde yaşamsal etkiler yapabilecek, nano robotlar, yapay zeka, genetik mühendislik, yapay virüsler gibi riskli teknolojileri de getiriyor.

Tüm bunlardan kapitalist uygarlığın potansiyellerini kaybettiği, çürüdükçe canavarlaştığını, yeni bir küresel paylaşım savaşının, bu savaşa eşlik edecek faşist rejimlerin ama şiddete dayalı devrimlerin de artık düşünülemez olmaktan çıktığı sonucuna ulaşabiliriz.