Onlar gider tersine… Tiyatro gider Mersin’e…

Tuncer Yığcı

“Kapılar tutulmuşken/ (…) yollar kesilmişken…” yolumuz Mersin’e düştü.

Büyük Rus tiyatro adamı Yuri Lyubimov, “Kutsal Ateş” kitabında tiyatro sanatçılarının meslekî yürüyüşün belli bir aşamasında durup, kat ettikleri yolu temize çekmelerinden, yeni yollar, yorumlar aramaları gereğinden bahisle, tiyatro insanlarını bitmez tükenmez bir çabayla kendilerini tazelemeye davet eder. Yaşadığı hayatın içindeki baskıları, sürgün yemiş bir sanatçıyı düşününce inadına umuda, ışığa tutkun oluşuna saygı duymamak mümkün mü? Oysa nazeninlerin geleneği, çabuk yıkılmayı, kolay vazgeçmeyi, emekli olup bir Ege kasabasına yerleşmeyi gerektirir.


Ülkemiz tiyatrosunun geride bıraktığı kamu tiyatrosu yaşantısının inişli çıkışlı düzlemi, eşi bulunmaz dersler barındırıyor. Kendi sanatsal pratik ve deneyimine yaslanmanın yeterli sayıldığı Darülbedai-Şehir Tiyatrosu etkinliğinin içinden bir yasanın çıkarılamayışı ilk ders olabilir rahatlıkla. 1931 yılında “Hamlet”in Ankara turnesinde Atatürk-Muhsin Ertuğrul buluşmasıyla başlayan, Konservatuvarın kuruluşunu izleyen Tatbikat Sahnesi-Devlet Tiyatrosu sürecinin 1949’da, Hitler’in alt edilmesiyle, dünyada ve ülkemizde esen demokrasi rüzgarlarının hikmeti olarak 5441 sayılı Devlet Tiyatrosu kuruluşu hakkında kanun “mucizesi”, aradan geçen yetmiş yılı aşkın sürede başka mucizeler de olur beklentisi yaratmış olmalı.

Üç günlüğüne gelip, Murat Atak liderliğinde ikinci yılını yaşayan Mersin Şehir Tiyatrosu’nun beş oyununu izledikten sonra, genç oyuncu dostlarla, yaratıcı ve idarî destek birimlerinde çalışan arkadaşlarla tanışıp söyleştik. Olacak şey değil. Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı için matematiği iyi bir mühendisi tercih etmemişler. Opera solisti Bengi İspir Özdülger, tiyatronun her ihtiyacını yerine getirmek üzere bu görevde. Belediye Başkanı Vahap Seçer, açık çeki koymuş tiyatronun önüne ve eklemiş: “Dileyin benden ne dilerseniz.”

Geç saatte kendimi attığım otel odasında başımı yastığa koyduktan sonra uyku tutmadı. Yolun başındaki tiyatro beni yolun başına götürdü. O zamanki enerjimi, ideallerimi, hayallerimi hatırlattı. Kişisel olarak vardığım aşamayı, onca engel ve baskının bende neleri değiştirip dönüştürdüğünü, kurumsal olarak o muazzam pratiğin neden yasal güvenceye bağlanamamış olduğunu sorguladım. Kendi deneyimimize yaslanmayışımıza, başkalarının eline bakmamıza hayıflandım. Üç kuruş etmeyen iç kavgalara kahroldum.

Sanat uzun, hayat kısa. Bu uzun yolun içinden devşirdiklerimizi yolun başında olanlarla paylaşmadıkça o yol yürüdükçe uzayacak. Tiyatro sanatının, kamusal görevini sürdürürken, hayatını güvence altına alacak, kişisel yönelimlerin yaratacağı boşluklara düşmesini engelleyecek yasa ihtiyacının zaman geçirmeden kurgulanması ve yürürlüğe sokulması, kuruluş yasasının yetmiş yılı aşkın bir süre önce bize verdiği en acil ödev.

Bu ödevi yapamazsak sınıfta kalacağız.