Almanya’nın Hannover şehrinde doğmuş, halen Berlin’de yaşayan Deniz Utlu, arada kalmışlık, savrulmuşluk, tutunamamışlık duygusunu iyi anlatıyor. Almanya’ya umutla gitmiş yitik kuşakları biraz daha anlayabiliriz belki

Onlar savruldular fakat hâlâ oradalar

AYNUR KULAK

Yeraltı edebiyatı bilinmez dehlizlerde ilerler ama büyülü de bir tarafı vardır. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabını okuyanlar bilir: Çok gerçekçi olmasına rağmen hikâyenin o büyülü yanları kitabı asıl etkili kılan unsurdur. Büyüsü gizeminden, tüm ayrıntıları hemen açık etmemesinden, okuyucunun hayal gücüne kendisini bırakmasından (her yer zifiri karanlık da olsa) kaynaklanır. Kendi kendine yetebilen bir gücü vardır yeraltı edebiyatının. İster alıp okuyun, ister okumayın bununla çok ilgilenmez. Rafta olması, orada durması, hikâyesinin yazılmış olması önemlidir.

Ayrıntı Yayınları tarafından yayınlanan bir Deniz Utlu kitabı Savrulanlar’daki Elyas gibi. Elyas için de bir hikâyesinin olması değil; başına tüm o şeylerin gelmiş olması, o an orada olması ve başına gelecek veya gelmiş olan şeyin ömrünü tamamlaması önemli. Duygusal bağ kurmaksızın yaşayıp gitmek; gerekirse kaybolmak, yerin altına girmek, odasının kalın perdelerini çekip iki üç gün uyumak… Elyas bir yeraltı insanı; kimseye benzemeyen, kimseyle aynı olmayan kişi.

“Bütün bu dışarıdaki insanlar. Hepsi birbirine benziyordu; bedenlerinde aynı organlar çalışıyordu; karaciğer, böbrek, kalp, bağırsaklar, kalpte kan ponpalanıyordu, bağırsaklarda bok vardı. Diğer her şey anlamsızdı. Ellerim ceketimin ceplerinde, bükülmüş dirseklerimle ve hızlı adımlarla yürüyordum; birine omuz atma isteğiyle, şu et yığınlarından herhangi birine…Sonunda hepsi aynı, sonunda en iyi arkadaşın onlardan biri, onlardan daha kötü, sonunda yollar ayrılır, babalar geberir, anneler yalnız kalır, Naziler yönetime gelir, oyun bu, sıçayım bu işe! Birdenbire sarılarak olduğum yerde kaldım. Adamın biri kafalar tam toslayacakken son anda durdu. Burunlarımız neredeyse birbirine değiyordu, göz göze geldik. Kaşları kara ve gürdü. Çocuklarını veya köpeğini dövdüğünü canlandırdım gözümde. Adam kafasını salladı ve yoluna devam etti.”

Yeraltı biraz da ait olamamak demek. Hiçbir şeye ait olmamak. Bir vatana, bir aileye, bir sevgiliye, bir eve… Sahip olduklarımızı şöyle bir düşünürsek liste uzayabilir. Elyas’ın da ait olduğu veya tam tersinden düşünürsek sahip olduğu herhangi bir şey yok. Almanya’ya yerleşmiş, Almanya’da yaşayan ikinci kuşak Türkler’den olan Elyas bazen ailesinde, bazen arkadaşı Veit’te kalarak; Veit, Lara, Cemal Abi üçgeninde günlük hayat da öylece takılarak günlerini geçirmektedir. Tam anlamıyla savrulmuş yitik bir kuşaktan bahsedilmekte aslında. Üstelik Berlin Duvarı yıkılmış. Almanya’nın doğusu ve batısı ortadan kalmış fakat ne Türk ne de tam anlamıyla Alman olabilmiş ‘öteki’ kuşak hâlâ var. Bölünmüş olan bu kuşak kendini bir şekilde bir yere konumlamak zorunda ne kadar da yitik bir kuşak olursa olsun. Bunun için en iyi yer yeraltı tabii.

“Bazen seni bedeninden üfleyip çıkartan olaylar oluyor. İnsanlar senin var olduğunu sanıyorlar ama aslında yoksun. Diyorlar ki: “Ne kadar güçlüsün, nasıl yapıyorsun bunu?” Ama sen yoksun. Ve sen de orada olmadığını tekrar orada olana kadar bilmiyorsun - ancak dört yıl sonra- Senin becerilerine hayran olanlar olgunlaşmış oluyorlar, hayatın içindeler. Sen ise kaldığın yerdesin, bedeninden fırladığın zamanki, zamanın duruverdiğindeki, uyuyakaldığındaki yerde. Diğerleri hayatın içinde duruyorlar. Sen geri geri sürünüyorsun. Bedeninin içine. Bedense artık başka bir biçimde.”

Elyas kökleri Türkiye ile Almanya arasında bölünmüş; tüm hayatı Almanya’da geçmiş, ana dili Almanca olan; gelecekten bir beklentisi, geçişle bir ilişkisi olmayan bir göçmen. Ve hiç beklenmedik bir zamanda Aylin giriyor hikâyeye. Kökleri Türkiye’de hayatı Almanya’da gitgide azalan bir başka göçmen.

İkisi de kök salmak istiyor aslında. İki karakterin de en çok istediği şey köklenmek. Ama nasıl? En iyisi yeraltı mı? Öylesine sıkışmış ve bu sıkışmanın sonucu olarak savrulmuş bir hikâye okuyoruz ki hiçbir yere ait olamayan bu ikinci kuşak Almancılar köklenmek için yeraltını seçiyorlar.

Elyas yer yer aşırı öfkeli, yer yer çok düşünceli, bazen tamamen uykuya teslim, uyandığı zaman kavgacı, hayata tutunamamış. Kötücül bir ruha sahip Elyas Berlin sokaklarında köklerini, kökleneceği bir yeri, sevgiyi, kendini ait hissedeceği birini arıyor. Aylin mi o kişi?

Hayata boş vermiş Elyas ve dostlarının, yıkılmış bir duvarın ve tüm hayallerin, bütün bunlara direnircesine yıkılmamış fakat savrulmuş bir kuşağın hikâyesini okuyoruz Savrulanlar’da. Kendisi de Almanya’nın Hannover şehrinde doğmuş, halen Berlin’de yaşayan Deniz Utlu’nun o arada kalmışlık, savrulmuşluk, tutunamamışlık duygusunu bu sebeplerden dolayı çok iyi anlatabildiğini söyleyebiliriz.

Deniz Utlu Almanca olarak kaleme aldığı bu hikâyeyi iyi ki yazmış. Bizler Almanya’ya bir umutla gitmiş o yitik kuşakları biraz daha anlayabiliriz belki. Onlar savruldular fakat hâlâ oradalar.