Geçen haftaki yazım hatırlama üzerineydi. Siz kendi tarihinizi hatırlamazsanız devletin onu size mutlaka hatırlatacağını söylemiştim. Ve en büyük seri katiller devletlerdir demiştim bir başka yazıda da. Daha üç gün önce Meclis’te CHP’nin katliamları ve ölümleri araştırmak için verdiği önergeyi reddedenler bize unuttuğumuz şeyleri yeniden hatırlattı. Bir kısmımız bu ülkede yaşayan bazılarının siyasi geleneğini neredeyse unutmuştuk. Onların varlık nedenini ve işlevini şu ‘AKP belasını’ defetmek pahasına hatırlamak pek işimize gelmiyordu. Ama bizler unuttukça onlar hatırlatıyordu. Cinayet mahalini hiç terk etmemişlerin cinayetler araştırılsın denildiğinde el kaldıracağını mı sanıyorduk? Sanırım bazılarımız, evet öyle sanıyorduk. Yanıldık.

Türkiye milliyetçiliğinin baba isimlerinden Nihal Atsız 1941’de ne yazmıştı oğluna bıraktığı mektupta: “Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romanlar, yeni düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar, Amerikalılar yarınki düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Zazalar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler, Çingeneler içerideki düşmanlarımızdır”. Bir buçuk yaşındaki çocuğuna halkları düşman belleten bir zihniyetten türeyenlerin cinayet ve katliamlar araştırılsın dendiğinde evet diye el kaldıracağını mı bekliyorduk? Bazılarımız, evet öyle bekliyorduk. Yanıldık.

37 yıl önce Maraş’ta bir hafta boyunca devletin gözleri önünde Alevilere saldırmışlardı. Bir hafta boyunca 111 Alevi katledildi. 552 ev, 289 işyeri ve araç tahrip edildi. Katliamın planlayıcıları ‘devlet sırrı’ olarak gözümüzün önünde ‘saklandı’. Anne karnındaki bebekler öldürüldü, kurşunlandı.

Katliamın vahametini gösteren o fotoğraftaki doktor 33 yıl sonra Sedat Ergin’e konuşmuştu: “Tam üç gün üç gece ameliyathanede bütün gücümle çalıştım. Hastanenin bodrum katı ölüm tarlasına dönmüştü. Kurtarabildiğim yaralılar da oldu, kurtaramadıklarım da. Bir hastamı kanımı vererek kurtardım. Bu olayların acısı yıllarca bir zift gibi beynimden çıkmadı, çıkmıyor. Bazıları kurşun yarasıyla gelmişti, bazıları ise keserle, baltayla yaralanmış halde. Gördüğüm vahşet bugün de içimi acıtıyor.” “(Hamile kadına) Gelişigüzel ateş etmişlerdi. Bir kurşun kadının arkasından girip karnından çıkmıştı. Bir kurşun yandan girip çıkmıştı. İlk tetkikte bebeğin ölmüş olduğunu anladım. Biz anneyi kurtarmaya çalıştık. Çocuğu aldık. Bir kurşun bebeğin omuriliğinden vurup çıkmıştı.” Katliamı “Aleviler, diğer mahallelerde Müslüman kardeşlerimizi, kadınlarımızı katlediyorlar, camileri ateşe veriyorlar” diyerek başlatan ve katliamdan sonra katliamın bir numaralı sanığı Ökkeş Kenger’i arayarak “Senin adın solculara malzeme oluyor, değiştir” diyen devlet ‘yetkililerinin’ ‘küçük kardeşleri’ mi araştırma önergesine evet diyecekti, öyle mi sanıyorduk? Bir kısmımız evet, öyle sanıyorduk. Yanıldık.

1993’te Sivas’ta bir otele doldurdukları masum insanları “Allah Allah” diyerek yaktıktan sonra da aynı soğukkanlılıkla devletin bekası ve tahrik unsurlarıyla bütün bir katliamı aklamaya çalışanlar mı araştırma önergesine evet oyu verecekti, yoksa katliam davasının zamanaşımına uğrayıp düşmesine sevinen ve onu hayırlı olsun nidalarıyla kutlayanlar mı? Bir kısmımız verirler sanıyorduk. Yanıldık.

Daha kendi tarihindeki katliamların ve cinayetlerin hesabını vermemiş, vermemek için devlet kimse ona yanaşmış olanlar mı araştırma önergesini onaylayacaktı? Evet, bazılarımız öyle sanmıştık. Yanıldık.

Kuşkusuz yanılmak insanlığımızdandır. Unutmak da. Hatırlatmak ise beşerin en zayıf yeri devletin ve devletlülerin en güçlü silahıdır. Bazılarımız onları unutmuştu, onlar asli görevlerini çarşamba günkü oylamada yeniden hatırlattı. Biz hâlâ buradayız ve aynıyız dedi. Biz hâlâ kanın aktığı zaman ve mekândayız dedi. Siz ölülerinizi gömmeye gittiğinizden beri burada cinayet mahalini hiç terk etmeden, hâlâ sizi bekliyoruz dedi.