İstanbul Merter’de çalışan tekstil işçisi Hidayet, “Sadece dezenfektan koydular ne ortam yıkanıyor ne de başka bir şey…Sadece takdir-i ilahi diyorlar” diyor

Önlem diyoruz ‘takdir-i ilahi’ yanıtını veriyorlar

UĞUR ŞAHİN

Koronavirüs günlerinde paylarına çalışmaktan başka bir şey düşmeyen tekstil işçileri ile inşaat işçileri zor günler geçiriyor. Sağlığını kaybetme riskine rağmen çalışmaya devam eden işçilerin, bu süreçte, ‘ücretli izin’ talepleri karşılık bulmadı. Bu nedenle emekçilerin koşulları daha da ağırlaştı.

Tekstil işçisi Yücel Güleç’e göre ‘tablo’ onlar için hiç açıcı değil. Zor şartlar altında ‘fizik mesafeyi’ koruyamadan çalıştıklarını aktaran Güleç, “Zaten tekstil emekçisi, çalışırken ne kadar mesafe koyabilir ki?” diye soruyor: “Bölümlere gidiyorsun, insanların dokunduğu şeye, mecburen sen de dokunuyorsun. Tekstil işçilerinin durumu çok zor. 136 kişi çalışıyoruz, sosyal mesafe hiç yok. Hatta bir arkadaşımızın BT’sinde korona çıktı, biz de gittik kan verdik, negatif çıktık. Sokağa çıkma yasakları dahil sürekli çalıştık. Firma özel izin aldı çünkü. Zaten yasak zamanı da herkes dışarıda, herkes çalışıyor!”

KARŞI ÇIKSAN ÜCRETSİZ İZNE ÇIKARTIRLAR

Güleç, “Evde kalmak, çocuklarımla birlikte olmak isterdim” ifadesini kullanıyor: “Biz evde kalamadık, öyle bir şansımız yok. Çalışmazsam kredi borçlarımı, çocuklarımın öğretim parasını ödeyemem. Eve gidiyorum, çocuklarım yakın olmuyor bana, uzak duruyorlar. Çünkü çalışıyoruz. Zaten ayrı odada kalıyorum. Firmaya karşı gelsem ücretsiz izne çıkartırlar. Bu korkuyla işe gidiyoruz.”

Güleç’in ardından tekstil işçisi Erkan ile görüşüyorum. Erkan’ın anlattığına göre hayatında pek değişen bir şey yok, “Çalışmaya devam ediyorum” diyor. Çalışma şartlarından laflıyoruz, şöyle cevaplıyor: “Açık söyleyeyim çalışmak bana güven veriyor. Çünkü çalışmazsam kredi kartlarımı ödeyemem. Ev geçindiriyorum. Sosyal mesafeye dikkat ediyoruz ama maske takmıyoruz. Patron ay başı gibi tatile girebileceğimizi söyledi, onu düşününce, ekonomik sıkıntıları düşününce bunalıma giriyorum.”

SABUN KAÇ PARA DİYE BENİ AZARLADI

Merter’de çalışan tekstil işçisi Hidayet’in anlattıkları ise oldukça çarpıcı: “Çalıştığım yerde hiçbir tedbir yok. Maskeyi bile zar zor verdiler. Günde bir tane hakkım var. Sadece dezenfektan koydular ne ortam yıkanıyor, ne başka bir şey… Sadece takdir-i ilahi diyorlar da bu virüs…Bir gün görevim olmamasına rağmen tuvaletleri yıkayayım dedim. Ustabaşı, ‘Sabun kaç para senin haberin var mı’ diye azarladı. Şartlarımızı siz düşünün.”

Hidayet şöyle devam ediyor: “İlk ilan edilen sokağa çıkma yasağında patron, ‘kapatın gidin’ dedi. Onun haricinde hep çalıştık, bir gün bile kapatılmadı. Gelmeyenin senelik izninden düşüyorlar zaten. Bu zamana kadar 4 arkadaşımız koronaya yakalandı. Çalışarak ölmek istemiyoruz.”

Sektörde yaşananları yorumlayan DİSK’e bağlı Tekstil Sen İstanbul Şube Başkanı Asalettin Aslanoğlu’na göre tekstil işçileri çok düşük ücrete çalışıyor. Bu yüzden çoğunun birikimi olmadığına dikkat çeken Arslanoğlu’na göre işçiler kötü koşullarda çalışmaya devam ediyor: “İlk andan itibaren fabrika yönetimleri ile konuştuk. Yetkili olduğumuz yerlerde işçileri ücretli izine ayrıldık. Vaka çıkan yerlerde vakalar takip edildi, fabrika tatil edildi. Yetkili olduğumuz yerlerdeki bir fabrikada üretim müdürü hariç can kaybı söz konusu değil. O fabrikayı da tatile soktuk. Diğer yerlerde ise şunu gördük; Allah’a emanet… O kadar düşük ücret alıyorlar ki kenarda paraları yok. 40 katır mı, 40 satır mı tercihine kaldılar. Kapandığı zaman aç kalıyorlar, kapanmazsa ailelerine virüs götürme korkusuyla çalışıyorlar. Önlem alınmadan devam edildi. Kötü koşullarda çalışmaya devam ediyorlar.”


FATURA DA KİRA DA BİRİKTİ, ÖDEYECEK GÜCÜM KALMADI

Tekstil işçileri gibi inşaat emekçilerinin durumu da iyi değil. O işçilerden biri de Selahattin Kaya… Koronavirüs sürecinde ücretsiz izne çıkartılan Kaya, bugünlerde kara kara düşünüyor. Üstelik Kaya’nın rhangi bir yan geliri de yok ve kirada oturuyor. Kaya, “Ücretsiz izne çıkartıldım, iki aydır ücretsiz izindeyim ve benim tek gelirim maaşımdı” diyor ve ekliyor: “Kiram da birikti, faturam da birikti. Ödeyemiyorum. Karın tokluğuyla bekliyorum, sadece aç kalmıyorum.”

Kaya, iş bulamadıkça evde kalabiliyor. Şöyle anlatıyor yaşadıklarını: “Korona sürecinde evde kal diyorlar, ücretli izine çıkartmaları gerekiyordu ama ücretsiz izne çıkartıldım. Ben inşaatçıyım ama iş bulamadığım için bir fabrikada işe girmiştim. Şimdi bekliyorum öyle. İkitelli’de oturuyorum, burada oturan birçok arkadaşım virüse yakalandı. Çoğu da yaşamını yitirdi. Misal Hasan [Oğuz] benim arkadaşımdı, onu da kaybettik. Ücretsiz izne çıkartılırken bilgi de verilmedi. Zaten patronlar zarar etmesin diye işçilerin hayatını hiçe sayıyorlar.”

onlem-diyoruz-takdir-i-ilahi-yanitini-veriyorlar-737158-1.

PATRONLARA KÂR İŞÇİLERE ‘ÖLÜM’ DÜŞTÜ

Dev Yapı İş Genel Başkanı Özgür Karabulut salgın günlerinde işçilerin durumunu şöyle değerlendiriyor: “İlk günden itibaren siyasi iktidarın tavrı patronları korumaya yönelikti. Bütün adımlarını da patronların kârlarını korumaya dönük attılar. Patronlar kârlarına kâr katarken işçiler düşen ölümdü. Hiçbir önlem alınmadan bizler ölümüne çalıştırıldık. Hâlâ daha da devam ediyoruz. Oysa işçilere ücretli izin verilmeliydi. ‘Çarklar durmasın’ dediler. Onlara açlığa reva gördüler. Sadece İstanbul’da 60-70 bin olabilir işsiz kalan sayısı.”


ŞANTİYEDE ÖLEN OĞUZ’UN NİŞANLISI: ONLARIN CANINA KAST ETTİLERonlem-diyoruz-takdir-i-ilahi-yanitini-veriyorlar-737159-1.

Hasan Oğuz, patronların kâr hırsı nedeniyle ölüme itilen işçilerden yalnızca biri. Galataport şantiyesinde yaşamını yitiren Oğuz’un nişanlısı Gurbet Acar gözyaşları içinde konuşuyor: “Sistem onları köleleştirdi, zorla işe götürerek onların canına kast ettiler”

İşçiler, defalarca önlem alınmasını istedi, alınmadı. Hatta iş bıraktılar, umursanmadılar. Bir işçinin testi ‘pozitif’ bile çıktı; kulaklarını tıkadılar…

Nereden mi bahsediyorum? Tabii ki de kayıtlı 3 binin üzerinde işçinin çalıştırıldığı Galataport’tan…

Şantiyede oldukça kötü şartlarda ter döken emekçilerden olan Dev Yapı-İş Temsilcisi Hasan Oğuz, çalışırken kalp krizi geçirdi. Hemen hastaneye kaldırıldı, yoğun bakımda tedaviye alındı. Ancak Oğuz, hayata tutunamadı. Ölüm raporunda ise ‘bulaşıcı hastalık’ ifadesi yazılıydı. Zaten tüm belirtileri de koronavirüsü işaret ediyordu. Şantiyede çalışmalar Oğuz’un ölümü üzerine durduruldu.

Bu noktada aslında yanıtı belli bir soru açığa çıkıyor: Hasan’ın katili Covid-19 mu, yoksa “Çarklar dönecek” diyenler mi?

33 yaşındaki Hasan Oğuz nişanlıydı. Evlilik hazırlıkları yapıyor, bunun için çalışıyordu. Geride bıraktığı nişanlısı Gurbet Acar’a neler hissettiğini soruyorum. Şöyle yanıtlıyor: “Sistem onları köleleştirdi, zorla işe götürerek onların canına kast etmiş oldular. Bu durumda ne söylemek doğru olur bilmiyorum çünkü hâlâ olayın şokunu atlatmış değilim. Çok zor şartlarda çalışıyorlardı, hijyen falan yok. Toplu taşıma aracı kullanıyordu. Onlar için ayrı bir servis aracı olsaydı, gerçi ne kadar etkili olurdu bilmiyorum ama riski en aza indirgemiş olabilirlerdi. Bu tüm işçiler için de geçerli. Hasan, birkaç arkadaşının pozitif çıktığını söylemişti ama orada tedbir alınmıyordu. Normalde nasıl işe gidiyorsa, aynı tempoda işe gittiğini söylüyordu.”

İNSANIN HAYATINA MAL OLUYOR

Acar, gözü yaşlı şekilde sonlandırıyor sözlerini: “Oradaki doktorlar da bilinçli insanlar değil. Bu çocuk kalp krizi geçirmesine rağmen doktor bunu fark edemiyor. 2 günlük rapor veriyor, gönderiyor. Sonra fenalaşıp düşünce arkadaşları tarafından revire götürülüyor. Bu kadar bilgisiz doktorların toplu alanda çalıştırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Böyle bir durum insanın hayatına mal oluyor.”


AŞIDAN, ÖNCE VARSIL ÜLKELER Mİ YARARLANACAK?
Şirketlerin insafına bırakılmaması gerek

Dünya çapında koronavirüs bulaşan insan sayısı 5 milyon 790 bini geçerken, bu süreçte 357 bini aşkın insan yaşamını yitirdi. Vakaların üçte ikisi Avrupa ve ABD’de görülürken, Covid-19 pandemisine dair gündeminin en fazla tartışılan konularının başında aşı çalışmaları geliyor. Peki, Covid-19’a karşı bulunacak ilaç veyahut aşıya dünyadaki herkes eşit şekilde erişebilecek mi? Aşıdan ilk önce varsıl ülkeler mi faydalanacak? BirGün Bilim yazarı, Sinir ve Genetik Bilimci Doç. Dr. Çağhan Kızıl ile hem bu sorulara yanıt aradık hem de ülkenin mevcut koronavirüs tablosunu konuştuk:

►İktidarın açıklamalarıyla nedeniyle toplum bu süreçte ciddi rehavete kapatıldı. İlk olarak Türkiye’deki pandemi tablosunu yorumlamanızı istesem ne söylersiniz?onlem-diyoruz-takdir-i-ilahi-yanitini-veriyorlar-737160-1.

Tabloyu şöyle tanımlayabiliriz: Başlayan, artan, biraz azalma gösteren fakat kontrol altına alınamamış, hâlâ artışı devam eden ve tedbirlerin doğru alınmaması nedeniyle yayılmaya devam eden bir salgın… Günlük çıkan vaka sayıları teste oranlandığında yüzde olarak artış gösteriyor. Bu, ne kadar fazla test yaparsanız o kadar vaka bulacağınız anlamına geliyor. Buna rağmen testler düşürülmüş durumda. Buna rağmen Ama her gün binden fazla vaka ortaya çıkıyor. Tabii bu tanımlı vakalar… Türkiye’de bize verilen değerler, sadece testi pozitif çıkan insanlar. Dünyada testleri negatif çıkan ama hasta olan insanlar var. Klinik bulgularla bu vakalara dahil ediliyorlar. Türkiye bunu yapmıyor. Onun dışından semptomları olmayan ancak testleri pozitif çıkan insanlar var. Bunun için yaygın bir tarama yapmak gerekiyor. Türkiye bunu da yapmıyor. Yani baktığımızda 3-4 kat daha fazla vaka olabilir. Türkiye’de bildiğimiz ölüm oranları da daha fazla olabilir. İstanbul’da marttan bugüne kadar ortalamanın üzerindeki ölüm sayısı 4 bin 500 civarı... Bununla ilgili bir açıklama yapılmıyor. Sosyal yaşamın devam etmesi, insanların birbirine temas etmeleri ve yakınlaşmaları nedeniyle salgının arttığını gözlemleyebiliyoruz. En büyük hata, rehavete kapılmaktı… Bu maalesef söylemlerle gerçekleştirildi. ‘Kontrol altına aldık, her şey yolunda’ dendiği anda bile salgın büyüyordu. Dolayısıyla insanlar rehavete kapıldı ve şu anda da bunun sonuçları görüyoruz. Bilimin söylediği her şeyin ya aksini yapan ya da onu göz ardı eden bir yerde duruyor Türkiye. Bu maalesef kabul edilebilir değil. Bu, salgının uzamasına, bitirilememesine yol açacak. Önceki gün Yeni Zelanda, 0 vaka olduğunu ve beş gündür de böyle devam ettiğini, koronavirüsü yendiklerini açıkladı. Türkiye’nin normalleşmesi için buraya gelmesi lazım. Şu anda bu mümkün değil.

BU BİR SINIFSAL MESELE

►Koronavirüs nedeniyle en az 28 bin 446 ölümün kaydedildiği İngiltere'de Ulusal İstatistik Ofisi'nin yaptığı araştırmaya göre, salgında ölüm oranları ülkenin yoksul bölgelerinde daha yüksek. İngiltere sadece bir örnek ve bunu çoğaltmak mümkün… Örneğin Brezilya; burada Covid-19’dan en çok yerliler etkilendi. Virüsün etkilediği kesim için ve buna neden olan etkenler için neler söyleyebilirsiniz?

Tüm dünyaya baktığımızda bu şekilde. Ocak ve şubat aylarında yapılan ilk epidemolojik çalışmalar da bunu göstermiştir. Amerika’nın belli bölgelerinde örneğin Şikago’da, siyahların daha fazla yaşadığı bölgelerde çok daha hızlı bir yayılım, ölüm sayısında da çok daha fazla artış gözlemlenmiştir. New York eyaletine bakıldığında Hispaniklerin ve gelir durumu düşük olan gruplarının yaşadıkları yerlerdeki hastalık oranı da yüksekti. Özellikle göçmenlerin yaşadığı bölgelerde de yüksekti. Türkiye’de de İstanbul’a bakıldığında çalışan ve düşük gelir gruplu insanların daha çok yaşadığı bölgelerde daha fazla vaka olduğuna dair veriler vardı. Onun dışında hapishaneler vaka yoğunluğunun yaşandığı yerlerden biri dünyada. Çünkü kapalı bir ortam ve yayılma daha kolay. Dolayısıyla bu bir sınıfsal mesele. Türkiye’de de yaşanan şuydu: Evde kalma tercihini yapabilmek… Düşük gelirli olan ve çalışmak zorunda olan insanlar, bu tercihi yapamıyorlar. İşe gittiler ve bu insanlara sokağa çıkma yasağı uygulanmadı. Dolayısıyla hasta oldular. Ne kadar fazla zorunlu çalışma koşulunuz varsa, o kadar fazla hasta oluyorsunuz ve o kadar fazla yaşamınızı kaybediyorsunuz.

NEOLİBERAL POLİTİKA PARADOKSU

►Koronavirüse karşı aşı bulunsa dahi yoksullukla savaşan ülkelere aşının ulaşmasının bir hayli zaman alabileceğine dair tedirginlik mevcut. Bunun en önemli emarelerinden birisi Hepatit B aşısı… Hepatit B’nin aşısı 1982’de varlıklı ülkelerde piyasaya sürüldü. Fakat 2000 yılına geldiğinde bile dünyanın yoksul ülkelerinden sadece yüzde 10’u bu aşıya erişebiliyordu. Bu konuyu nasıl değerlendirirsiniz?

Dediğiniz doğru... Bir üretim-tüketim süreci içinde ele alınan sağlık politikaları, neoliberal özelleştirmelerle biçimlendirilen sağlık sistemleri ve buna entegre olmuş aşı ile ilaç çalışmaları elbette uzun vadede bir kâr amacı güdüyor. Fakat bunun yanında uluslararası programlar ve inisiyatifler de ortaya çıkıyor. Afrika’nın yoksulluğu tabii çok göz önünde ama Asya’nın ücra köşeleri, Hindistan’ın belli bölgeleri – ki aşıların belli bölümü Hindistan’da üretiliyor buna rağmen orada aşılanamayan insanlar oluyor- Güney Amerika’da, Doğu Avrupa’da belli yerlerde Rusya’da kısacası dünyanın her yerinde aşıya ulaşamayan, sağlık sistemine ulaşamayan insanlar var. Özellikle Amerika’da baktığımızda tamamen özeleşmiş bir sağlık sistemi yapısı üzerinden konuştuğumuz için orada mülteciler, kaçak göçmenler hatta faturaları ödeyemeyecek insanlar, Amerikan vatandaşları bile –beyaz Amerikalılar diyelim- buna erişemiyorlar. O yüzden bunu sadece kâr amaçlı değil, dünyadaki her yerde neoliberal sağlık sisteminin ve özelleştirmelerin bir sonucu olarak da okumamız lazım. Tabii bu bir sıkıntı. Fakat buna karşı da hem sosyal hem belli yapısal değişikliklere gidiliyor. Aşı programları ortaya çıkıyor özellikle çocukları aşılanması, ilaç temini gibi… Bu ne kadar yeterli? Tabii ki şirketlerin ve kapitalizmin insafına bırakılabilecek bir şey değil, düzenlenmesi gerekiyor. Fakat bu düzenlemeyi yapabilecek ulusal ve uluslararası kurumlar da neoliberal politikalarla biçimlendiği için paradoksal bir durum oluyor. Fakat örneğin AB’nin belli programları var. Dünyada da birçok yerde aşılama programları var.

AŞIDA POLİTİK MÜCADELE

►Aşılardaki eşitsiz erişimin hâlâ süren büyük bir problem olduğunu düşününce, sizce bulunan aşıların varlıklı ülkelerce kendi yurttaşları için depolanma ihtimali ne kadar gerçekçi? Böyle bir şey olabilir mi?

Enfeksiyon hastalıklarının yayılma dinamikleri, az gelişmiş denen ya da gelir seviyesi düşük olan ülkelerde daha hızlı gerçekleşiyor. Şirketler ürettikleri aşıları kendi ülkelerinden çok, çevre ülkelere gönderiyor ve orada kullanılıyor. Bu, tüm dünyayı etkileyen bir hastalık.Bir yandan ilk önce ülkelerin kendi vatandaşlarını, kendi ülkelerini korumak gibi bir program izleyeceklerini düşünebiliriz. Fakat bu şu anlamda bir sıkıntı yaratmayabilir. Eğer aşı ise çözüm, bu aşıların üretilebileceği belli yerler var. Bunlar seferber edilecek ve çok fazla aşı üretilebilecek. İlk aşamada bir milyon dozdan bahsediliyor fakat bunun bir milyar doza çıkarılmasına ilişkin çalışmalar var. Yani nerede bulunursa ülkelerin buna katkıda bulunacağına ilişkin çalışmalar var. Aşı çalışmalarını hızlandırmak için uluslararası DSÖ’nün çalışmaları var. Risk baki tabii. İlk önce aşıya erişim nerelerde olacak? Belli bir planlama dahilinde gerçekleşecek. Baktığınızda Avrupa ve Amerika şu anda en fazla salgının yaşandığı yerler… Buralardan başlayacağı, kesin aşılama olursa ve diğer bölgelere de eşit bir şekilde yayılması gerekiyor. Elbette bu da bir politik mücadele olacak. Aşının herkesin ortak malı olduğu ve herkese aşılama yapılabilmesi gerektiği bir siyasi mücadele olabilir.Eğer ilaçsa bu çıkacak olan, ilacın üretimi daha hızlı. Belki ilaç, bu nedenle daha geniş coğrafyalara yayılabilir. İlk önce ilaç ya da aşıyı bulmamız gerekiyor.

Yarın: Prof. Dr. John Bellamy Foster, korona krizini değerlendirdi