Ben yazıya oturduğumda vatandaş kahvaltısını yapıp sandığın yolunu daha yeni tutmuştu...

Ben yazıya oturduğumda vatandaş kahvaltısını yapıp sandığın yolunu daha yeni tutmuştu. Demem o ki yazı gazetede basıldığında bile hala seçimin kesin sonuçları belli olmamış olacak. Yoksulluğun gözü kör olsun, fakir ama onurlu gazetede çalışmanın bedeli bu olsa gerek. BirGün’de futbol maçlarının sonuçları bile iki gün sonra yayımlanabiliyor.

Seçim kampanyalarında kullanılan sloganlar, atışmalar ve küfürleşmeler tribünleri aratmadı bu kez. Belki de siyasi parti liderleri de yapıp ettiklerinin futbol maçından farklı olmadığını içten içe bildiklerinden böyle oldu. Taraftarı kışkırtan amigo gibiydiler. ‘Ben Süper Lig’de oynuyorum, sen amatör kümede’ böbürlenmesi bu hali özetliyor.

Futbol taraftarı takımına ‘ölümüne’ bağlıdır ve her maç onun için hayat memat meselesi olarak oynanır. Bu son seçimde de köşe yazarlarından parti liderlerine kadar çoğu kişi ‘bu seçimin’ çok ama çok önemli olduğunun altını çizip durdular, biteviye. Neredeyse ‘rejim’ değişikliği kararının verileceği bir seçimmiş havası ortalığı kapladı.

Oysa Türkiye’de rejim en azından 1923’ten bu yana defalarca değişti. Darbeli darbesiz yapılan Anayasa değişikliklerinin ötesinde özellikle siyasi partiler ve seçim yasalarında yapılan her değişiklik siyasi rejimi defalarca değiştirdi Türkiye’de. 1961 Anayasası ve 1965 seçimleri ile 1982 Anayasası ve 1983 seçimleriyle kurulan siyasi rejim/yapı/ parlamentoların aynı olduğunu söylemek mümkün mü?

Hadi biraz daha geri gidelim. 1808 yılında imzalanan ve Padişah’ın Tanrısal yetkilerine ilk sınırlamayı getiren Senedi İttifak, ölü doğmuş ve hiç uygulanmamış olsa bile ilk rejim değişikliği sayılmaz mı? İki yüzyılda yapılan, yapılmak zorunda kalınan onca rejim değişikliğinin her birinde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı düşünülmemiş miydi?

Türkiye’de son rejim değişikliği 12 Eylül Darbesi ile yapıldı ve o zamandan bu yana ufak tefek ayarlamalar dışında yapıp edilen bir şey yok aslında. Senedi İttifak bir anlamda özel mülkiyetin ilk adımıysa, 12 Eylül de neoliberalizmin ilk adımı değil midir? Böyle bakınca da onlarca rejim değişikliğinin aslında ve sadece kapitalizmin yerleşmesi ve sürekli kendisini yeniden üreterek kurumlaşması süreci olduğu ortaya çıkmıyor mu?

İnsan olmanın hem iyi hem de kötü bir özelliği, kendi hayat süresini tarihle eş tutmasıdır. Kendisinin hayat süresini hadi bilemedin dedesinden torununa kadar geçen süreyi tarihin tümü olarak görme eğilimindedir.

Benzer bir düşünme biçimi dünyanın sonu geliyor, fikri için de geçerlidir. Küresel ısınma, çevre felaketleri, nükleer zararlar olsa olsa insanlığın sonunu getirebilecekken, insan kendisi yoksa dünya da yok olacak gibi düşünür. İnsanlığın tür olarak ortadan kalkması,yarattığı küresel felaketleri doğanın bilemedin bir milyon yılda temizlemesiyle, sonsuzluk içinde bir ana bile tekabül etmeden kaybolup gider aslında.

Mübeccel Kıray, insanlığın 20 bin yılda biri tarım diğeri sanayi olmak üzere hepi topu iki devrim yapabilmiş olduğunu boşuna söylememiştir.

İmdi, dünkü seçim önemsiz miydi peki? Hayır önemliydi ve önümüzdeki yıllarımızı nasıl yaşayacağımıza dair önemli ipuçlarından biri daha çözüldü, ama o kadar. Türkiye, küresel kapitalizme eklemlenme sürecini daha demokratik mi yoksa daha totaliter bir yönetimle mi sürdürecek sorusu için bir yanıt çıktı elbet. Değersiz mi? Hayır, çünkü evrenin sonsuzluğunda bir an bile olmasa da, dünyanın tarihinde bir soluklanmadan öte değer taşımasa da yaşadığımız hayatı, yaşadığımız sürece nasıl yaşayacağımıza dair sonuçlar ortaya çıkmış durumda. Bu da az şey değildir.

Peki insanlığın eşit, özgür ve sömürülmeden de yaşamasının mümkün olduğuna inananlar için seçim sonuçları nasıl yorumlanabilir? Onlar insan için mücadele ediyorlar ve insanlık mücadelesinin final maçına daha çok var. Final hiç oynanmayacak demiyorum, karamsar değilim. Bu uzun bir maraton ve dünkü seçim bizim için önümüzdeki maçlara bakmaktan başka bir anlam taşımıyor. Amatör ruhumuzu koruyarak oynadığımız için bizim için oynamak ve mücadele etmek daha değerli.