Herkesin elinden geldiğini kolektif biçimde ortaya koyduğu yaşamsal ihtiyaçları karşılama seferberliği, yaşamlarımızı kurtaracak olanı da içinde barındırarak ihtiyaç karşılamanın ötesine geçti.

“Onun işi dayanışma” bir çocuk demiş… *
Fotoğraf: Uğur Şahin / BirGün

DAYANIŞMA GÖNÜLLÜLERİ**

Yok, derdimiz “gözün gördüğünün dili yok” iddiasına düşüp şiir tahrif etmek değil, gerçekten de bir çocuk dedi. Belki de 9 Şubat’ta Dayanışma Gönüllüleri olarak geldiğimiz Antakya’da, hepimizin aynı anda şahit olduğu nadir anlardan biriydi; çünkü her birimiz başka bir “iş”e sahiptik gerçekten. Sonra bir çocuk bütün o işlerin adını tekrar söyledi.

Aradan 12 gün geçti. Çok açık ki, siyasal İslamcı iktidar, tüm kurumlarıyla birlikte çöktü. Sermayeye peşkeş çekilen kamusal kaynakların, bilimi hiçe sayan rant ve talan politikalarının, özelleştirilen sağlığın, içi boşaltılmış kurumların, bir avuç azınlığın çıkarlarına göre düzenlenmiş “yaşam”ın müsebbibi olan bu iktidar, memlekete ölüm ve felaketten başka bir şey vaat edemeyeceğini bir kez daha ortaya koydu. Yetmedi, toplumu düşmanlaştırarak, cemaat ve tarikat ağlarının karanlığına gömerek, baskı ve zorla yönetmeye çalışan, rejim, aradan 10 gün geçtikten sonra sahipsizliğe terk ettiği, bir afeti felakete ve katliama dönüştürdüğü kentlere geri dönmeye çalıştı. Baskısıyla, kolluk kuvvetiyle, Diyanet fetvasıyla, tarikatlarıyla, memleketin her değerini sömüren zor ve kibriyle... Sermaye iktidarının zamanı, yaşamı hiçe saydığını nasıl da tüm açıklığıyla ortaya seriyor! Ama Antakya’da hepimizin deneyimlediği en somut şeyi tam da burada söyleyebiliriz: Hayır biz, sizin zamanınıza mahkûm değiliz!

İçinde yaşadığımız sistem, “felaket” sıfatını, sadece yarattığı yıkımdan dolayı hak etmiyor. Yıkım karşısında paralize olmuş, yalnız ve sahipsiz bırakılmış, bağ kuracakları mekân ve zamanları gasp edilmiş, otoriter, faşist, milliyetçi-muhafazakâr vb. rejimlerle idare edilen bunalımların ortasında düşmanlaşmış bireyler yaratma projesi de felaketin bir parçası. Bugün yaşadığımız depremin ardından, bizi ölüme terk edenlere ve yine bizi, bizden çalınanlarla yapılan kanlı şovun izleyicisi kılmak isteyenlere karşı bir toplumsal seferberlik yükseldi. Bu seferberlik, yeni sosyal yıkımlara, krizlere ve felaketlere dur diyebilecek bir deneyim ortaya koyuyor. Memleketin dört bir yanında da depremin yaşandığı bölgede de görebileceğimiz bu.
Herkesin elindeki kaynağı, yapabileceklerini kolektif bir irade ile yaşam için ortaya koyduğu bir tecrübe, iktidarın yarattığı ve derinleştirdiği yıkımın karşısında yükselen toplumsal dayanışma, memleketi yeniden kuracak olanın ne olduğuna da işaret ediyor.

Çorbayı karıştıran, kolileri paketleyen ve taşıyan, enkazda canla başla yaşam kurtarmaya çalışan, pansuman yapan, çocuklarla oyun oynayan… Herkesin elinden geldiğini kolektif biçimde ortaya koyduğu yaşamsal ihtiyaçları karşılama seferberliği, yaşamlarımızı kurtaracak olanı da içinde barındırarak ihtiyaç karşılamanın ötesine geçti. Yaşama tutunan ve yaşamı tekrar kurmaya çalışan bir aradalık ve dayanışma aynı zamanda bu çürümüş, bizi ölüme terk eden rejime karşı bir direnişe de dönüştü. Enkaz altında kalan bu iktidar tarihin çöplüğüne gömülecek, bu topraklarda geleceği yok. Geleceği kuracak olan değerlerin bu toprakta adı da tarihi de var. Geleceği kuracak olanlar, bugün büyüyen dayanışmanın gücü ile örgütlenerek, bizi öldüren sermayenin, talanın, bilimsizliğin, özelleştirmelerin, rantın karşısında kendi yaşamlarını ellerine alacak olanlardır.

Son bir söz… Yine birlikte izlemiştik, üzerine çokça da konuştuk, söylemeden geçmeyelim istedik. Türkiye’yi ve toplumu “obruk”la imgeleyen filmi. Çıktığımızda bu mu diye konuşuyorduk? Görünmeyen, izleyen ve sessiz kalanlar, nedensiz-kaynaksız-bugün iktidarın karakteristiğine referans vermeye gerek bile görmeyen bir “kötülük” ve “o kötüler gibi olmayan birileri.” Türkiye toplumu bu mu? Yıkıntının içerisinde büyüyen dayanışmadan hayır cevabını alıyoruz!

*”Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş.

**DAG adına Hande Gazey, Pınar Yüksek, Gizem Kürekçi, Ayşegül Uçar, Kemal Yılmaz, Göksu Cengiz.