Mesai bitince akşam yemeğini de birlikte yemek için restorana gittik. Daha mekâna girmeden yer bildirimi ve etiketlemeyi yaptım

Onunla tanıştığım gün

> Soner Üçkuşoğlu

O gün de diğer bütün günlerim gibi başlamıştı. Alarmı kapattım. Uykum açılsın diye beş dakika kadar telefonumdan sos medyada takıldım. Zevk sahibi bir insan ve paylaşımcı bir kişilik olduğumu gösterdim daha yatağımdan kalkmadan.
Duşa girdim. Önceki gün aldığım kulaklığımdan gelen müzik sesi başımdan aşağı akan suyun gürültüsünü bastırmayı başarıyordu. Markasına şükür. Kahvaltımı yapıp, otobüs durağına yürüdüm. Boş bir el tutacağına tutundum. Düşme ve rezil olma korkusu içinde kulaklığımın keyfini sürmeye çalıştım.

İş yerime geldiğimde karşı ve yan masadaki arkadaşlarımla birlikte içeriye girerken omuzlarımız birbirine çarpmasa fark etmeyecektim onları. Gülümsedik birbirimize, onlar bir şey söyledi, duymadım ama “Günaydın” dedim. Kulaklığımı çıkardım. Yoklama defterine imza atıp, masama geçtim. Girişte karşılaştığım arkadaşlarımla aramda sunta duvardan başka bir şey yoktu. Arayan olursa telefonlara bakmak, gelirse e postalara cevap vermekti görevim. Bunlar olmadığı sürece özgürdüm.
Sos medyada fikir sahibi biri olduğumu gösterdim, belirli aralıklarla paylaştığım kısa sözlerle. Gelen beğenileri zevkle izledim. Yıllar önce ölen ve tek satırını okumadığım birini andım. O gün ölen ve kendiyle hiç tanışmadığım halde sahibi olduğu holdinge bağlı bir şirkette çalıştığım için bol bol üzüldüğüme dair 140 haneyi geçmeyen yazılar paylaştım.

Üniversite yıllarımdan bir arkadaşımın sabah kahvaltısını beğendim. En son ne zaman bu kadar güzel bir kahvaltı yaptığımı düşündüm. Hatırlayamadım. Hafta sonu paraya kıymalıydım. Tabağa dokunmadan da fotoğrafını paylaşmalıydım. Reklamlardaki gibi. Arkadaşımın yaptığı gibi. Kaç beğeni gelirdi? On kişiden biri kıskançlıkla, yirmi kişiden biri de kendisini bana hatırlatmak için beğenirdi herhalde. O da ne? Niye yatırmışlar öyle çocuğu yüz üstü kumsala. Çok da tatlı çıkmış. Bunu da beğeneyim. Amma da uzun yazmışlar açıklama kısmına. Kim okur bunu? Neyse ne.

Öğle yemeği vakti gelmek bilmedi. Şirketin kafeteryasında sunta duvarlar olmadan bir masada buluştuk arkadaşlarla. İşlerin yoğunluğundan dert yandık yemeğimizi yerken. Üstüne sigaralarımızı yakmak için dışarıya çıkınca da birbirimizin beğendikleri ve paylaştıkları üzerine sohbet ettik. Kumsalda yatan çocuk ölüymüş meğer. Şoke oldum ama bilmediğimi çaktırmadım neyse ki.
Öğleden sonra daha yoğun geçti. Bir saat kadar telefonların ardı arkası kesilmedi. E postalara katlanabiliyordum ama telefondaki birisine laf anlatmak ne kadar zordu. Hele biri sinirlerimi öyle böyle bozmadı. Neymiş efendim, faturası çok yüksek gelmiş de pis soyguncularmışız da... Sanki benim cebime girecek parası.

Mesai bitince akşam yemeğini de birlikte yemek için restorana gittik. Daha mekâna girmeden yer bildirimi ve etiketlemeyi yaptım. Beğeniler gelirken, donatılan masanın fotoğrafını da arkasından kondurdum. Fotoğrafa gelen yorumların bildirim sesleri eşliğinde yemeğimizi yedik. Yaşlı müdürümüzün sos medyada paylaştığı fotoğraflarla alay ettik. Ama gariptir, hepimiz de beğen tuşuna tıklamıştık daha paylaşılır paylaşılmaz. Sonra burnu havada şefin yakında şubelerden birinin müdürü olacağı dedikodusu üzerine konuştuk. Böyle bir değişim benim yararıma olurdu. Şef, her paylaşımını beğendiği yan masamdaki kızı görmeden bir gün geçiremezdi. Ama tabii bunu söylemedim. Çünkü aynı şeyi fark ettirmeden ben de yapıyordum bir süredir ve şef bir numaralı rakibimdi. Hem mevzu bahis kızın gönül koltuğunun hem de boşaltacağı şef koltuğunun en önemli adayı bendim. Yemekten sonra birlikte bara geçtik. Kendisini şef giderse rahatının bozulacağına dair korkusundan kurtarmaya çalıştım. Eskisi gibi her canı istediğinde saatlik izinlerle işten kaçamayacaktı. Çabalarımın pek başarılı olamadığımı artık evine gitmek istemesinden ve onu bırakma teklifimi kabul etmemesinden anladım. Vedalaşırken sıkı sıkı bastım gözyaşlarının aktığı yüzünü göğsüme.

Gömleğimde kalan gözyaşlarının üzerini ceketimle kapatırken, telefonuma gelen çağrıları fark ettim. Babamın cenazesinden bu yana görüşmediğim ablam birkaç kez aramıştı. Umarım önemli bir şeydir diyerek geri aradım. Telefonu açtığında ağlamaklı sesiyle geçirdiği kalp krizinden dolayı annemin öldüğü haberini verdi. Neden kalp krizi geçirdiğini sormak aklıma gelmedi ama aramızda geçen birkaç saniyelik sessizlikten sonra ablam başka bir kötü haberi verdi. Önceki hafta ölen babamın bilmediğimiz borçları yüzünden mirasındaki bütün malları alacaklardı elimizden. Cevap vermeden kapattım telefonu. Kapıyı açıp içeriye girerken, dairemin de tapusunun babamın üzerine olduğunu anımsadım. Kiraya vereceğine ben oturmuştum yıllardır bu dairede. Bütün vücudumu dayanılmaz bir sıcaklık bastı. Kendimi soğuk suyun altına attım. Suyun soğukluğu kemiklerimi, sinirlerimi, uyuşan beynimi hissetmeme sebep oluyordu. Odama geçip, yatağa oturdum. Karşımdaki dolabın kapısındaki aynada kendimle tanıştım. Biraz kendimle konuştuktan sonra yıllar önce kaybettiğim bir dostu yeniden bulduğum duygusuyla yatağa uzandım. Telefondan başkalarının ne yaptığına değil de tavana bakarak kendim ne yaptığımı düşünerek uykuya dalmaya çalıştım. Çalıştım. Başarılı olamadım.