Onur, kendi eylemiyle belirlenir.

Seçimlere iki hafta kaldı. Türkiye, neredeyse 2010 Referandumu’ndan bu yana her defasında “bu çok önemli” denilen seçimlerden birine daha hazırlanıyor. Bir yanıyla haklı bir milat benzetmesi. 2010 Referandumundan bu yana ülke her geçen gün daha da derinleşen bir rejim krizine gömülüyor.

Krizin derinleşmesinde siyasal alanın aktörlerinin eylemlerinin çok büyük bir rolü var. Aktörden kastım sadece ‘profesyonel’ siyasetçiler değil. Yazarı, çizeri, sanatçısı, gazetecisi, kanaat önderi, hukukçusu, entelektüeli ve haliyle de seçmeni.

Geçen on yıl boyu siyasal alanı belirleyen en önemli ilke; hemen hemen kimsenin kendi eyleminin sorumluluğunu üstlenmemesi, oldu.

Kimse eyleminin, kararının sorumluluğu üstlenmediği gibi yasal, hiç değilse ahlaki bedeli ödeme/ ödetme söz konusu bile olmadı. Tersine ya kandırıldım dedi, ya da benim niyetim bu sonucun çıkması değildi diyerek sıyrılıverdi. Suçluluk duymaktan geçtim, yüzü bile kızarmadan üstelik.

Bu gerçek hatırlatıldığında ise burnundan (gururundan) kıl aldırmaz bir kibirle üste çıkmaya çalıştı. RT Erdoğan’da sembolleşen bu tutum, muhaliflerine kadar yayılan bir tür ‘zamane ahlakı’ olarak benimsendi.

Onur, tam da bu ahlaka karşı çıkma ve boyun eğmemeyi simgeliyor. Hem bir kavramın adı olarak hem de adını Dede Korkut koymuşçasına, şimdilerde Sincan F Tipi 2 No’lu Cezaevi’nin A3-7 koğuşundaki Onur Hamzaoğlu, olarak.

Şehir hastanelerinin ‘müşterisinin bol olacağının’ vaat edildiği bir seçim döneminde Onur, vahşi kapitalizmin ana sütünü bile nasıl zehirlediğini kanıtladığı için tutsak. Demem o ki, halkın doktoru olduğundan tutsak edildi.

Onur, tam da 2010 Referandumu döneminde Gebze Dilovası bölgesinde çarpık, vahşi, insanlık dışı sanayileşmenin etkilerini araştırdı. Bölgede yaşayan insanların, annelerinin karnına düştükleri andan başlayarak yüksek kanser riskine maruz bırakıldıklarını bilimsel olarak gösterdi. Dilovası’nda, havada kanser yapıcı ağır metallerin kabul edilen sınırların katlarca üzerinde olduğunu buldu önce. Sonra bölgede yaşayan gebelerden onay alarak doğumdan sonraki ilk sütlerinden ve bebeklerin ilk dışkılarından örnek topladı. Hem anne sütleri hem de bebek dışkıları yine ağır metallerle doluydu. Yani Dilovası’ndaki sanayi kuruluşları insanları daha doğmadan zehirlemeye başlıyorlardı.

Bulduğu bilimsel hakikatleri onurluca topluma duyurdu. Kodamanlar, rektörler, belediye başkanları hakikati keşfettiği ve hatta onların da sağlığını koruduğu için doktorlarıyla gurur duyacakları yerde onu üniversiteden atmak, mahpus etmek için üzerine çullandılar.

Olay, romantik/ liberal bir Hollywood filminde geçseydi en azından Dilovası halkının Onur’una sahip çıkmasıyla sonuçlanırdı. Yoksul, yorgun, umutsuz, umarsız, dincilikle susturulmuş bir ülke olduğumuzdan öyle olmadı. Onur’un ne onuruna dokundu bu sonuç ne de gururuna. İnsanın onurunu kendi eyleminin belirlediğini bilenlerdendi.

Vahşi kapitalizmin bekçileri peşini bırakmadılar. 2016 yılında KHK ile üniversiteden ihraç edildi. Biliyorum buruldu içi, eğitim bilim araştırma olanakları elinden alındığı için ama kırılmadı kalbi. Türk Tabipleri Birliği (TTB), “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” diye bir hakikati dile getirince bu kez savaş çığırtkanları çullandı. TTB yönetimi topluca gözaltına alınınca Onur yine onurlu davrandı, koştu TTB merkezine sahip çıktı. 2018 Şubat ayının 9’unda sabah vakti evi basılarak gözaltına alındı, 17 Şubat’tan bu yana da mahpus.

Cezaevindeyken milletvekilliği adaylığı teklif edildi, reddetti. Onur, kendi bireysel özgürlüğünün toplumsal özgürlükten daha değerli olmadığını düşünenlerden; onurlu işte.

Sadece biz hekimlere, öğretim üyelerine değil, ne de 24 Haziran seçimlerinde oy kullanacak olanlara; her seçim yapma anında olana da örnek oluyor.

İnsan, onurunu kendi eylemiyle belirler, kendisini de eylemleriyle inşa eder.